Belediyeler, Sendikal Anlayış ve İşçilerin Hak Elde Etme Mücadelesi
Kapitalist Üretim İlişkilerinin belirlediği ülkenin idari yapısı ve bunun belirleyiciliği içinde yer alan Belediyelerin, bürokratik kurumsal işleyişi, kimi yönetim organlarının Başkan ve Belediye Meclisleri her ne kadar seçimler ile belirleniyor olsa da, özünde genel bütçe üzerinden finanse edilen, bürokratik bir hegemonyanın hüküm sürdüğü kamu kurumlarıdır. Genel olarak da baskıcı, dayatmacı devlet yönetim aklının, bu kurumlardaki yansımasının yani yönetim anlayışının da, devlet aklı ve işleyişinden farklı olmadığını söylememiz abartı olmaz.
Kuşkusuz, egemen olan bu yönetim anlayışının dışına çıkarak, başta işçiler ve tüm çalışanlar olmak üzere halkın çıkarlarının korunup kollanmasında, şeffaf, demokratik, eşitlikçi, katılımcı bir yönetim anlayışını öngörüp uygulamak ve bunda da ısrarcı olabilmek mümkündür ve örnekleri çoktur, ancak bu türden uygulamalar sonucu devlet refleksli geliştirilen ve günümüzde yaşanmakta olan kayyım uygulamaları da, hemen herkes tarafından bilinen bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır.
Kısaca söylememiz gerekirse, “seçimler ile geliyor olmak size bir ayrıcalık tanımaz, tüm işleyiş benim genel politika ve uygulamalarımla uyumlu olmak zorundadır” diyen bir devlet aklı ve onunla uyum içersinde bulunan bir belediye aklı ile karşı karşıyayız.
Kamuoyu gündemine oturan Kadıköy Belediyesi ile işçiler ve onların sendikası arasındaki TİS sürecine de bu perspektiften bakarak değerlendirmek, önümüzü daha sağlıklı görebilmemize katkı sağlayacaktır.
Belediyeler ve genel olarak hizmet ağırlıklı faaliyetin sürdürüldüğü işyerlerinde işçilerin hak ve menfaatlerinin kazanılması, geliştirilmesi ve korunması mücadelesini, sömürüye dayalı emek ve sermaye arasındaki uzlaşmaz çelişkiden kaynaklandığı gerçekliğini görerek ve
her şeyden önce de, sermayenin siyasi aparatları tarafından yaygınlaştırılan ve kapitalist üretim İlişkilerinin belirleyici olduğu ülkede, "Hizmete dayalı Kamusal Alan" demagojisinin geniş kitleler üzerinde yarattığı olumsuz propagandanın aşılması gerekir. (Kadıköy Belediyesi'nde uygulanan grevdeki işçiler ile halkın karşı karşıya getirilme yaşanmışlığında görüldüğü gibi)
Vurgulanması gereken bir diğer önemli husus da, belediye yönetimlerinin siyasi tercihlerinden kaynaklı istihdam ile bürokratik bir anlayış ve popülist söylem eşliğinde, belediye yönetimleri ile sürdürülmekte olan teslimiyetçi bir sendikal yaklaşımın varlığının da görülmesi gerekir. Kadıköy Belediyesi özelinde yaşanan gelişmelerde görünen çıplak gerçeklik, sermaye sınıfının genel çıkarlarına ters düşmeyen uzlaşmacı bir siyasal yaklaşım çerçevesinde işçi sınıfının sendikal kazanımlarının budanarak, belediyeler ve diğer kamu işçileri tarafından görülmesinin engellenmesi ve yok olmasının bastırılması hadisesidir.
Kamuoyunun gündemine giren ve sorgulanmaya başlayan Kadıköy Belediyesi'ndeki TİS sürecinin nasıl bir seyir izlediğiyle ilgili yaşanan gelişmelere bakıldığında, 2018 yılına kadar taşeron şirketlerde istihdam edilen işçilerin 2018 yılında çıkarılan 696 sayılı KHK ile 2300 civarında işçi, taşeron şirketlerden, belediye şirketi olan KASDAŞ bünyesinde asgari ücret düzeyinde ücretlerle istihdam ediliyor. Sendikasız ve güvencesiz çalışma koşullarını sendikal örgütlenme ile aşan işçiler 2020 yılının Temmuz ayı ile birlikte TİS Sürecini başlatıyorlar. Talepler açık ve net.
Geçmişten bugüne yaşadıkları ücret kayıplarının da telafi edileceği, insanca yaşayabilecekleri bir ücret, sosyal haklar ve 40 saatlik çalışma haftası hakkı ile birlikte insani kimi idari düzenleme içeren talepleri ile TİS masasına oturuluyor.
Sosyal Demokrat Kamu İşverenleri Sendikası (SODEMSEN) ile Genel İş Sendikası Anadolu Yakası 1 nolu Şube arasında görüşmeler sürüyor. Aylar geçiyor, anlaşma sağlanamıyor. Emek en yüce değerdir diyen bir anlayışın (!) temsilcisi konumundaki SODEMSEN masadan ayrılıyor ve yasal prosedür gereği işçiler 16 Şubat tarihinde grevi başlatıyor.
Gelinen bu süreçte, yukarıda belirttiğimiz gibi artık dayatmacı bir yönetim anlayışı ile uzlaşmacı ve teslimiyetçi sendikal anlayışın, kirli işbirliği senaryosu sahneye konuyor. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun anti-demokratik hükümlerine yaslanılarak, sendikanın genel merkezi tarafından, DİSK'in olmazsa olmaz ilkelerinden olan "Tabanın Söz ve Karar Sahibi Olması” ilkesi yok sayılarak sürece müdahale ediliyor ve TİS kapalı kapılar ardında imzalanıyor.
Bu senaryoya meşruiyet kazandırma adına eski Çalışma Bakanlarından CHP'li Mustafa Kul "Bu Kadar da Olmaz" başlıklı bir yazı kaleme alarak Kadıköy, Maltepe, Ataşehir, Kartal Belediyeleri'nde alınan Grev Kararları ve uygulamalarını eleştiriyor, Belediyeler’de grev mi olurmuş diyerek, sendika ve işçilere karşı halkı kışkırtan provokasyonlara girişiyor. Hızını alamıyor bir adım daha atıyor ve CHP olmazsa DİSK’in de olmayacağını öne sürerek, DİSK'in onurlu geçmişine dil uzatma pervasızlığını sergileyerek, hangi kirli odakların hizmetinde olduğu gerçeğini gözlerden kaçırmaya çabalıyor.
Kadıköy’de grevin sonlandırılmasında işçilerin örgütlü olduğu DİSK üyesi Genel-İş Sendikası'nın izlediği teslimiyetçi uzlaşmacı tutum, belediye yönetiminin ve bağlı olduğu parti CHP'nin misyonu gereği sınıf karşıtı genel politik yaklaşımının ve sözcülerinin provokatif tavrı üzerine pek çok söz edilebilir. Ancak hiç bir söz, “Bu süreç bize her şeyin sınıfsal olduğunu bir kere daha tüm çıplaklığıyla gösterdi" diyen, grevci kadın işçilerin sözünden daha anlamlı ve yol gösterici olabilir mi?
İşçilerin, hak ve menfaatlerini kazanmak için yürüttükleri mücadelelerde tek güvenceleri, birlikte yol yürüme iradeleridir. Burjuva siyaset mekanizması ve onun işçi sınıfı içindeki taşıyıcılarının her türlü perdelemesi, birliğimizden, haklılığımızdan ve üretimden gelen gücümüzle aşılabilir ve değiştirilebilir.