Türkiye Nereye Gidiyor? Nereye Gidebilir?

Türkiye Nereye Gidiyor? Nereye Gidebilir?

Genel Bakış

Türkiye henüz 7 Haziran 2015 genel seçimlerinden önce, HDP’nin anti-demokratik seçim barajını yıkacağı anlaşılır anlaşılmaz karmaşık bir toplumsal ortama girdi. Söz konusu olan sadece Erdoğan’ın seçim meydanlarına inip AKP’ye oy istemesi veya Davutoğlu’nun da aynen Erdoğan gibi seçim mitinglerinde HDP’yi hedef alan konuşmaları değildi. Evet bunlar da bugün yaşananlar açısından ipucu vermesi açısından belirleyici önemdeydi. Anımsanırsa HDP seçim kampanyasında “terörist” bir örgüt olmak ile suçlandı.

Bu öyle hafife alınacak bir suçlama değildi. HDP’nin onların “terörist” demesiyle “terörist” olmayacağı aşikar iken, ve hatta “terörist” kavramı konusunda neyin anlaşılması gerektiği tartışmalı iken bu propagandanın başlatılmasının bir amacı vardı. Kendi seçmenlerine, gerici, ırkçı, milliyetçi, yobaz, faşist tabanlarına bir mesaj veriyorlardı. “Terörist” olarak niteledikleri bir partiye karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğinin yolunu gösteriyorlardı. Kısacası 7 Haziran öncesi başlayan, sonrasında güçlenen ve bugün gelinen noktaya kadar gelişen stratejinin işaretleri Erdoğan ve Davutoğlu’nun seçim konuşmalarında mevcuttur. Eğer bu görüşümüzü yalanlamıyorsanız, her T.C. vatandaşının, gözleri kapalı değilse bu gerçeği anlamış olması gerekiyor. Bunun doğal sonucu da bugün yaşanan toplumsal ortamın müsebbibinin bizzat ve doğrudan Erdoğan ve Davutoğlu olduğunun anlaşılmasıdır.

Tabii ki, AKP seçmenleri bütün bu propagandaların etkisinde ve beyinlerine şırınga edilmiş geleneksel bakış açıları temelinde olayı “memleket bölünüyor”, “din ve bayrak elden gidiyor”, “bu olayın sebebi PKK terörüdür” fikrine yatkın davranıyorlar. Onlar maalesef gerçekleri göremiyorlar. Bütün mesele de aslında işçi, emekçi ve yoksul olan, ülkenin asıl ezilenlerinin “din ve bayrak” eğitiminin etkisinde kalmaları gerçeğidir. Bu nasıl aşılacak. Gerçekleri nasıl görecek. Düşünün ki, bu kitle, Erdoğan’ın yolsuzlukları ve çevirdiği korkunç dolaplar tapeleri ile ortaya çıktığında dahi, “Bu paralar hayırlı bir dava, memleket çıkarına kullanılıyor onun için dinen haram değildir” diyebiliyorlar. Peki, bu bakış açısı nasıl kırılacak?

Bunun nasıl kırılacağı konusuna geçmeden önce, bu ‘geleneksel bilinç’ olarak adlandırabileceğimiz yaklaşımın nasıl ve neden yaygınlaştırıldığına ve örgütlendiğine bir göz atmamız gerekir. Hepimiz biliyoruz ki egemen sınıflar, kendi iktidarlarını korumak ve toplumu yönetmek için, toplumun asıl çelişkisini oluşturan ve uzlaşmaz olan sınıfsal farkları etkisiz kılabilmek için ‘din’ ve ‘milliyetçiliği’ kullanagelmişlerdir. Aslında sınıfsal olarak karşılarında duracak olan toplum kesimlerini bu iki unsur vasıtasıyla, sınıfsal bilincin oluşmasını engelleyerek tabiri caiz ise yanlarında tutmuşlardır. Ancak nasıl ki, Kürt halkının ‘ulusal bilincinin’ gelişmesi sonucunda Kürt halkının, dini hassasiyetleri olan kesimleri de, sömürüleni de oluşan bu ulusal bilinç sayesinde iktidara, egemen sınıflara tavır almışsa, aynı olmamakla beraber, sınıfsal bilincin oluşması da bugün iktidarı destekleyen geniş halk yığınları ve toplumsal kesimlerin, egemen sınıflara, iktidara karşı tavır almasını getirecektir. Bu olgunun oluşması ise, insanların tek tek örgütlenmesi ile gerçekleşmez. Toplumda, öyle sorunları sınıf mücadelesi çerçevesinde öne çıkaracaksın ki, bu temelde en geniş kesimlerin, bugüne dek kandırılan, yanıltılan işçi sınıfı ve emekçiler dahil egemen sınıflar ile, iktidar ile karşı karşıya kalmasını sağlayacaksın. Bu ortak istem hem egemen sınıfların yolsuzluk, yalan ve hırsızlıkları olabileceği gibi, ona bağlı olarak ezilen ve sömürülen sınıfların kendi sorunlarının farkına varıp, o temelde ayağa kalkmalarının sağlanması olmalıdır. Bu ince çizgiyi oluşturacak olan, işçi sınıfına ve ezilen emekçilere sınıf bilincinin götürülmesini sağlayacak çalışmayı yürütecek olan işçi sınıfının öncü politik örgütü, komünist partisidir.

Ekonomi

Erdoğan ve AKP, temsil ettiği sermaye sınıfları adına iktidardadır. İşbirlikçi tekelci burjuvazinin aralarında dönemsel sorunlar, farklılıklar oluşsa ve bu iktidara da yansısa dahi, kesin olan bir olgu vardır. Burjuvazi sınıf olarak iktidarını korur ve sürekli geliştirip kurumsallaştırmak ister. Hükümetleri değiştirir, bazen politik düzeltmeler yapar ama ana çizgi aynıdır, değişmez; sermaye sınıfının, burjuvazinin egemenliğini ve iktidarını korumak ve sürdürmek. Bugün ekonomi de tıkanma noktasına gelmiştir. Dış cari açık sürekli büyümekte, yabancı sermaye yatırımları azalmakta ve geri çekilmekte, borsa düşmekte, döviz kurları karşısında TL’nin konumu her gün değer kaybetmekte, özel sektörün dış borçlanması artmakta, bütün bunlara bağlı olarak ekonomik büyüme gerilemekte, enflasyon artmakta ve işsizlik yaygınlaşmaktadır.

Otomotiv-metal iş kolunda direniş bir tesadüf müydü? Türkiye’nin ihracatta en başarılı olduğu sektör montaj sanayi temelinde üretim yapan otomotiv sektörüdür. 2015 yılının ilk altı ayında otomobil, kamyon ve otobüs ihracatı son yılların en büyük hacmine ulaştı. Peki neden? Renault, Fiat, Mercedes-Benz, Toyota, Hyundai, MAN neden Türkiye’de üretim yapıp, daha önce Almanya, Fransa ve İtalya’da üretip Avrupa pazarlarına sürdüğü araçları Türkiye’den satıyor? Çünkü iş gücü ucuz. Almanya’da 7500 ile 9000 TL arası (2500 – 3000 Euro) maaş alan otomotiv işçisi Türkiye’de üçte bir fiyatına çalışıyor. Yan sanayi Türkiye’de, o da ucuz. Nasıl oluyor bu? İstanbul’da yaşam Berlin, Paris ve Roma ile aynı pahalılık düzeyindeyken iş gücünü ucuza mal etmeyi nasıl beceriyor uluslararası sermaye? İşte bu noktada Türkiye’nin çalışma yaşamı kanunları, sendikalar yasası onların imdadına yetişiyor. Türk-İş’e üye, Türk Metal Sendikası gibi AKP’nin yani sermayenin güdümünde olan bir sendikayı otomotiv iş kolunda en yaygın şekilde örgütlersen, sorunu çözmüş olursun. Bursa otomotiv işçilerinin direnişi bu nedenle çok anlamlı ve önemlidir. Otomotiv işçileri daha yüksek maaş ve genişletilmiş sosyal haklar istiyorlar. Bu ise burjuvazinin hiç işine gelmiyor. Aslında, AKP’ye, MHP’ye, CHP’ye oy veren bu işçiler, kendi sorunları temelinde iktidar ile olan çelişkilerinin sonucunda direnişe geçiyorlar. Kendi sorunları temelinde harekete geçerken, işverene tepki gösteriyorlar, çalıştıkları otomotiv tekellerinin yurt dışındaki merkezlerine kızıyorlar. Halbuki o merkezlerin işbirlikçileri Ankara’da dümenin başında oturuyor. İşte ne zaman, bu gerçek onlara gösterilebilir ise ve tepkilerini bilinçli olarak burjuvaziye yöneltirlerse, o zaman iktidar zorlanmaya başlar.

Ekonominin bu derece dibe vurduğu, ve daha da kötüleşeceği gün gibi belli iken, burjuvazinin iktidarı ne yapıyor? HDP’ye ve ona % 80 - 95 arası oy veren Kürt halkına saldırıyor. Otomotiv işçisinin dikkatini sömürüden kaynaklı kendi sorunlarından başka noktalara kaydırıyor. Ve bunu yaparken de “Vatan – Millet - Sakarya“ edebiyatına baş vuruyor.

Yazıya dökülebilecek çok fazla örnek var ama biz bir denek olara otomotiv sektörü örneğimizde kalalım.

Siyaset

Bu veriler temelinde baktığımızda işbirlikçi tekelci sermayenin iktidarını koruması ve var olan ekonomik çıkmaz ile boğuşurken kendi çıkarları temelinde çözümler üretmesi gerekiyor. Yani, işçi sınıfı oyun bozanlık etmeyecek. Burada öncelikle, mutlak iktidarı tehlikeye sokmamak, ve her istediğini Meclis’ten geçirecek bir ortam gerekiyor. HDP işte bu oyunu bozdu. Barajı yıkarak ve AKP’nin oy oranının düşmesini sağlayarak işbirlikçi tekelci burjuvazinin planına çomak soktu. Halbuki Erdoğan “sözde çözüm süreci” ile daha once BDP ve HDP’ye giden oyları da “çözümün mimarı” olarak AKP’ye akıtacak, PKK’yi tasfiye edecek, HDP’yi de düzene entegre edecekti. Bu olmadığı gibi, HDP karşısına bir güç olarak çıktı. Hem de sadece Kürt halkının partisi olarak değil, Kürt halkı ile Türkiye işçi sınıfının bağlaşıklık kurduğu bir parti olarak. Hatta, işbirlikçi tekelci burjuvazi ile çıkarları çelişen kimi burjuva katmanların da desteğini alarak. Alarm sirenleri çalmaya başladı. Bu gücü yok etmek için onu bölmek, parçalamak ve etkisiz hale getirmek gerekiyordu. Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkları ile Kürt halkının birliğini parçalamak, daha da gelişmeye yönelen bu birlikteliği başından engellemek gerekiyordu. Bu nedenle DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun bu sayıda yer verdiğimiz 6 Eylül Bakırköy Barış Bloku mitinginde yaptığı konuşma çok önemlidir.

Bir yandan Kürt il ve ilçelerine terör uygulayarak, diğer yandan halk arasında düşmanlığı körükleyerek, bu çatışmalı ortamda, seçimler öncesi planlayarak çıkardıkları “yeni güvenlik yasasının” kendilerine sağladığı ek faşizan yöntemleri uygulayarak dikkati ülkenin ekonomik sorunlarından uzaklaştırıp aynı zamanda desteğini iktidardan çekmeye eğilimli olan geniş işçi ve emekçi kitleleri “milli meseleler” temelinde yeniden etraflarında toplamaya çalışmaktadırlar.

Türkiye’de işbirlikçi tekelci burjuvazinin mutlak egemenliği ve onun bu dönem iktidarı görevini gören AKP hükümetinin tehlikede bulunması gerçeği görülmelidir. Türkiye’de bugün yaşanan çatışmalı terör ortamı İktidarın ve devletin güçlülüğünden değil, güç kaybetmesinden, zaaflarından kaynaklıdır. ‘Ülkede bir yönetim krizi mevcuttur’ tespitine bu açıdan katılıyoruz.

Sermaye

Türkiye sermaye sınıflarının yeniden yapılandırılması son 13 yıllık AKP iktidarı ile sınırlı değildir. Bu süreç 12 Eylül 1980 askersel faşist diktası ile başlamıştır. Faşist diktanın gerekliliği zaten bu gerekçeden doğmuştu. ANAP, DYP, DSP-MHP-ANAP koalisyonu ve AKP hükümetleri bu yeniden yapılandırmanın araçları olmuşlardır. Uluslararası emperyalist güçler ve onların yerli işbirlikçileri de bu yeniden yapılanmanın nasıl yapılacağı konusunda açık ve berrak bir fikre sahip değiller. Emperyalizm ile göbek bağı olan işbirlikçi tekelci sermayenin mutlak iktidarını istedikleri kesin. Ama bunu nasıl gerçekleştirecekleri konusunda sorunlar yaşıyorlar. Onlar için bu sorunları aşmak veya oluşacak sorun ve tepkileri etkisiz kılmanın yolu da işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınlar üzerinde baskı ve terror anlamına geliyor. Kürt halkının ulusal direnişi ise, hem ulusal bilincin oluşmasından ama aynı zamanda Kürt halkının ezici çoğunluğunun işçi sınıfı ve yoksul emekçi halklara mensup olmalarından onlara katmerli bir sorun yaratıyor. AKP’nin din faktörünü kullanarak Kürt halkı üzerinde etkinlik kurma istemesinin amacının altında bu neden vardır.

Sermaye, uluslararası paylaşımda payını artırmak, bölgede etkin bir ekonomik ve politik güç olmak için kendi ihtiyacı anlamında “istikrar” arzu ediyor. Sermaye için istikrar, işçi sınıfı ve emekçi halklar için daha fazla sömürü, baskı ve yıkım demektir.

Sermaye sınıfı içinde, Cumhuriyetin kuruluşu ile oluşan ve 80 yıl tek başına belirleyici olan geleneksel sermaye ile, 80’lerden itibaren gelişen kimilerinin Anadolu sermayesi, kimilerinin ise İslamcı sermaye olarak adlandırdıkları, AKP’nin asıl dayanağı olan bir sermaye kesimi vardır. Bu sermaye kesimlerinin ikisi de emperyalist merkezlere bağlı, işbirlikçi karakterdedir. Anadolu-islamcı gerici sermaye 60’lı, 70’li yıllarda ‘ulusal sermaye’ olarak doğmuştu ama AKP iktidarı ile o da işbirlikçi karaktere sahip oldu. Emperyalizmin AKP’yi iktidar yapması bu sermayenin sözcüsü olarak gerçekleşti. Sonra iki sermaye grubu, kimi zaman çatışarak ama mesele sermayenin iktidarının korunmasına gelince de uyum içinde bu süreci yaşadılar. Sabancı, Koç, Aydın Doğan ile çelişki ve çatışmaları bu temele dayanır. Tabii ki, geleneksel sermaye yeni gelişen sermaye kesimlerini de etkisi altına alıp eski günlerine dönmeyi hedefliyor. Onun için de AKP karşıtlığı temelinde muhalefet hareketlerine kimi dönemlerde “liberal görünümlü” destekler sağlıyor. Erdoğan’ın, Koç, Doğan ve İpek gruplarını hedefe koyması bundandır. Ancak son tahlilde bu sermaye gruplarının tümü işçi sınıfı ve emekçi halkların karşısındadır. Bunu hiç bir zaman gözden kaçırmamak gerekiyor. Bazı sermaye gruplarının AKP karşıtlığı temelinde belli muhalefet çıkışlarına destek vermelerini de bu çerçevede değerlendirmek ve çok dikkatli olmak gerekiyor.

Muhalefet

Ortaya çıkan bu tabloda, işbirlikçi tekelci sermaye grupları dışında kalan tüm ulusal demokratik güçler objektif olarak iktidara muhaliftir. Kuşkusuz ki bu kadar geniş bir muhalefet kesiminin yönelimi bugün için ağırlıklı olarak sistem içi reformlarla sınırlı bir niteliğe sahiptir. Onların demokrasi istemi bu çerçevede görülmelidir. Ancak bu geniş muhalefet kesimi içinde çıkarları objektif olarak kapitalist sistemin aşılmasında, olan toplumsal güçler ve katmanlar da vardır. Bu güçlerin de bir kısmı, ülkede işbirlikçi tekelci sermayenin egemenliğini ortadan kaldırmakla beraber, emperyalist-kapitalist sistemden ve onun kurumlarından tam bir kopuşu ifade etmeyen ‘halk iktidarı’ hedefini gütmektedir.

Yine bu geniş muhalefet kesimlerinin içinde, toplumun kurtuluşunu Sosyalist Toplum Düzeninde gören güçler de mevcuttur. Burada Sosyalizm’den ne anlaşılacağı ayrı bir konudur. Kimileri “demokratik sosyalizm”, kimileri ise “demokratik modernite” kavramları ile işçi sınıfının bilimi doğrultusunda tarif edilenin dışında “sosyalizm” anlayışlarını hedeflemektedirler. Bir de, bizim de politik düşünce hattımızı tarif eden bilimsel sosyalizm anlayışı vardır. İşçi sınıfının politik iktidarı temelinde, ekonominin ve siyasetin Marksist-Leninist ilkeler temelinde yapılandırılması anlamına gelen bu düşünce, bu geniş muhalafet kesimi içinde en ileri istemleri ifade etmektedir.

Sınıf savaşımı mekanik değildir. Reçetesi yoktur. Gelişmeleri toplumsal koşullar, dinamikler ve sınıfların mücadele içinde yer alımları belirler. Hiç umulmadık bir anda öyle toplumsal patlamalar olur ki, hayal bile edemeyeceğin hızlılıkta sonuca ulaşırsın. Bu tür gelişmelere her zaman hazır olmak gerekir. Ancak en meşakkatli, uzun ve sabırlı yol, günün gerçeği ise, onu da uygulamak gerekir. Amacımız sosyalizm. Sosyalist devrim hedefini takip ediyoruz. Onun güçlerini ve koşullarını yaratmaya çalışıyoruz. İşte toplumsal güç dengeleri bir anda öyle bir ortam yaratır ki, sosyalist devrim koşulları olgunlaşır ve gereğini yapmak zorunda kalırsın. Ama bu süreç uzayabilir de. O zaman hem, hemen gerçekleşebilecekmiş gibi ama aynı zamanda uzun bir sürece yayılacakmış gibi çalışmamız lazım geliyor demektir. Konuyu karikatürize edip bir otobüs veya metro hattına benzetirsek, son durak Sosyalizm. Diğer duraklarda durmadan aracımızın oraya hızla ulaşması da mümkün. Ama tüm önceki duraklara ki mesela; a) daha demokratik bir burjuva iktidarına b) kapitalist kurumların üzerine kurulan bir “halk” iktidarına c) sosyalizme açılacak bir anti-emperyalist demokratik halk iktidarına uğramak zorunda kalabiliriz. Bu ara duraklar çoğaltılabilir de eksiltilebilir de. Bunu sınıf mücadelesinin gelişimi belirler.

Bugün için en olgunlaşmış olanı en geniş ulusal demokratik güçlerin daha demokratik bir iktidarına uygun tüm muhalefet güçlerinin mücadelesinin geliştirilmesidir. Daha ileri hedeflere ulaşmak bu sürecin, tarafımızdan ve bizim gibi düşünenler tarafından birlikte nasıl geliştirilebileceğine bağlıdır.

Bugünkü verili koşullarda HDK, HDP ve daha geniş güçlerin birlikteliğini ifade eden BARIŞ VE DEMOKRASİ BLOKU bu aşamaya tekabül eden siyasi güç ve eylem birliği platformlarıdır.

Kürt Özgürlük ve Demokrasi Hareketi’nin bugün toplumsal mücadelede siyasi anlamda oynadığı rol ve elde ettiği kazanımlar, sınıfsal anlamda Kürt halkının, işçi ve emekçilerinin duruşlarının belirlenmesinde önemli bir rol oynuyor. Kürt Özgürlük ve Demokrasi Hareketi bileşenlerinden bir kısmı sadece var olan rejim çerçevesinde veya onun ‘demokratikleşmesi’ koşullarında ulusal haklarının elde edilmesi hedefleri ile mücadele ederken, Kürt ulusal sorununun kalıcı çözümünün ancak sosyalist toplum düzeninde mümkün olduğunu savunan kesimlerin varlığı da dikkatten kaçırılmamalıdır. Son “çözüm süreci” pratiği burjuva iktidarının Kürt ulusal sorununun çözümüne hangi nitelikte baktığını belgelemiştir. Dolayısıyla, komünistlerin ulusal sorunun çözümü konusundaki politikalarının Kürt halkı, özellikle işçi sınıfı ve yoksul emekçiler arasında karşılık bulması objektif bir gerçekliktir. Kürt özgürlük ve Demokrasi Hareketi bu anlamda siyasi anlamda Türkiye İşçi Sınıfı Hareketi’nin, Türkiye Devrimci Güçleri’nin bağlaşığıdır.

Emperyalizm

Bütün bu süreçleri ele aldıktan sonra, Türkiye işbirlikçi tekelci burjuvazisinin, göbekten bağımlı olduğu Emperyalist merkezler konusuna da değinmek gerekiyor. Burjuva iktidarlar var oldukça, onların politikalarını ve uygulamalarını emperyalist merkezler ve uluslararası sermaye belirleyecektir. Bu Türkiye’nin iç politikası ve ekonomisi için de, dış politikası ve bölgemizde üstleneceği rol açısından da geçerlidir ve kesindir.

Ancak emperyalizmin bölgeye yönelik plan ve stratejileri tereyağından kıl çeker gibi kolay gerçekleşmiyor. 1991 yılında girdikleri Irak ve Afganistan macerasına, Suriye’yi eklediler. Arada, Tunus, Libya ve Mısır’ı yeniden dizayn etmeyi denediler. 2000’li yılların başında geliştirdikleri “ılımlı islam” planı ve ona bağlı olarak Türkiye’de AKP’yi yerden biter gibi kurup geliştirmeleri ve AKP vasıtasıyla uygulamaya çalıştıkları iç ve dış politikalar defalarca değişti. İran ve Suriye konusundaki gelişmeler buna örnektir. Adeta bir “denemeyanılma” moduna girdiler.

ABD, F.Alman, İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin vaz geçmeyeceği bölgeye yönelik planları mevcut. Bu planlar birinci ve ikinci dünya savaşlarında uygulanmaya çalışıldı, ardından yerel bölgesel çatışma ve savaşlar ile desteklendi ama hiç bir zaman önlerine koydukları hedeflere tam olarak erişemediler. Önce Sovyetler Birliği’nin varlığı, daha sonra İran faktörü, yerel dinamiklerin rolü her zaman önlerine engel çıkardı. Kuşkusuz ki bu planları kökünden önlemek Türkiye işçi sınıfı hareketinin tek başına başarabileceği bir hedef değildir. Ancak bizler de her ülkenin devrimcileri, sosyalistleri, komünistleri gibi öncelikle kendi ülkemizdeki görevlerimizi yerine getirmek zorundayız. Her ülkede gelişecek benzer mücadelelerin bileşimi veya bir ülkede elde edilecek başarı, mücadelenin genelde güçlenmesine itki verecektir. Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin dört parçada verdiği mücadele, stratejik konumu ve geldiği aşama da bölge açısından belirleyici bir rol üstlenmesine ulaştı. Emperyalist güçler bunu da görüyor ve Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki barış, demokrasi, emek, özgürlük ve sosyalizm mücadelelerinde KUKH’nin rolünü de planlarında dikkate almak zorunda kalıyor. Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar, Türkiye’yi çevreleyen emperyalizmin ilgi ve kuşatma alanlarıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin merkezi stratejik konumu, Rusya Federasyonu ile ilişkileri, Kürdistan güçleri ile olan değme noktaları emperyalist güçler açısından Türkiye’nin planları içindeki önemini artırıyor. Bu ne demektir? Türkiye’nin demokratik muhalefetinin de aynı göstergeleri dikkate almak ve emperyalizmin planlarını bozmak için mücadeleyi yükseltmesi gerekir. Emperyalizmin planları masanın dört ayağından ibaret ise ve bu masanın bir bacağı emperyalizmin Türkiye’deki işbirlikçilerinin iktidarı ise, önce o bacağı kırmalıdır. İkinci bacak emperyalizmin Kürdistan planları ise, Kürt ulusal sorununun çözümü doğrultusunda ve aynı zamanda Türkiye’nin toplumsal ilerlemesinin birlikte sağlanması yoluyla ikinci bacak kırılmalıdır. Üçüncü bacak, bölgede barışçı bir dış politikanın ve Suriye, Irak hatta İran’da toplumsal ilerlemeyi geliştirecek süreçlerin ilerletilmesi yönünde bölge barış ve demokrasi güçleri ile ortak mücadele süreçlerinin geliştirilmesidir. Dördüncü bacak ise bu gelişmelerin etkisiyle Balkanlar ve Kafkasya’ya yönelik emperyalizmin etkisini sınırlayacak, o ülkelerin toplumsal ilerleme güçleri ile yükseltilecek somut dayanışmadır.

Güncel Görev

Bütün bu görevlerin yerine getirilmesi birkaç güne veya aya sığacak gelişmeler değildir. Ancak, bu hedefler göz önünde tutularak geliştirilecek stratejiler ve ona uygun bağlaşıklık politikaları bugünün görevidir. Türkiye’nin içinden geçtiği siyasi iktidarın yönetim krizi koşullarında, muhalefet güçleri içinde yeni dinamiklerin aktifleştiği günlerde, sıraladığımız görevlere uygun yapılanmaları geliştirmek önem taşımaktadır. Türkiye işçi sınıfı ve ezilen emekçi halklar ile sermayenin çelişkilerini gündeme getirecek istemler ve ona uygun örgütlenmeler geliştirilmelidir. Bugün en geniş demokratik muhalefet güçlerini birleştiren ortak istem BARIŞ ve AKP karşıtlığından kaynaklanan DEMOKRASİ istemidir. BARIŞ ve DEMOKRASİ BLOKU bu muhalefetin çekim merkezi ve bütün ışınları yayacak kaynağı olabilir.

Kürt ulusunun ulusal bilinci oluşmuş vaziyettedir. Bütün mesele işçi sınıfının sınıf bilincini geliştirmekte yatmaktadır. Uluslararası sermayenin planları ve onların yerli işbirlikçilerinin görevi deşifre edilir, anladıkları dilde, kendi öz deneyleri temelinde, işçi ve emekçilere anlatılırsa bu konuda ciddi ileri adımlar atılmış olur. Otomotiv işçilerinin direnişi bu anlamda stratejik önemdedir. İşçi sınıfının tüm politik, sendikal ve demokratik örgütlenmeleri dikkatlerini bu alana vermelidir. Burada yaratılacak bir kıvılcım, diğer iş kollarında işçilerin de aynı gözle sorunlarına sahip çıkmaları için kendilerini uyandıracaktır. Otomotiv sektörüne bağlı en yakın sektör olan beyaz eşya üreticisi metal işyerleri (Arçelik-BEKO, BOSCH, Siemens, Vestel) otomotiv işçileri ile benzer uluslararası ucuz iş gücü projelerinin mağduru durumundadırlar. İhracata yönelik fason tekstil sektörü, ilaç ve petro-kimya sektörü aynı mantıkla taşeron ve fason üretim yapmaktadır. Otomotiv sektöründe elde edilecek kazanımlar, bu sektörlere doğrudan etkide bulunacaktır. İnşaat, maden ve tersane sektörü ağır, güvencesiz ve güvensiz koşullardadır. Devletin teşvik ve ihaleleri ile yaşamakta, sermaye sınıfına ve onun iktidarına uçsuz bucaksız kazançlar sağlamaktadır. Bu sömürü gün yüzüne çıkarılmalıdır. Soma maden cinayetine rağmen sektörün sus-pus olması kabul edilemez.

Bütün bu alanlar işçi sınıfının politik ve sendikal mücadelesinin geliştirilmesi için uygun koşullar sunuyor. Diğer muhalefet kesimlerinin sınıf hareketi ile dayanışması, sınıf hareketinin Kürt özgürlük mücadelesi ile dayanışması, Kürt özgürlük mücadelesinin, sınıf mücadelesi ile dayanışması, bütün bu olgular aktif mücadele içinde şekillenir, gelişir ve pekişir. Gerek sınıf mücadelesi, gerekse de Kürt halkının direnişi ile dayanışma, ilçelere, semtlere, mahallelere inmelidir. HDK ile BARIŞ ve DEMOKRASİ BLOKU Meclislerinin yerellerde oluşması burada belirleyici önem taşımaktadır. Onun için işçi sınıfının öncü politik kadroları, komünistler bulundukları her yerde, mümkün olan en geniş toplumsal katman ve siyasi güçlerin katılımı ile, yerel halk meclislerinin, işçi meclislerinin ve barış meclislerinin oluşturulması ve geliştirilmesi için çalışıyorlar.

Erdoğan ve AKP varlık-yokluk mücadelesi veriyor. Başta da belirttik, bütün saldırıları gücünden değil aczinden kaynaklıdır. Ancak Erdoğan ve AKP yalnız değildir. Arkasında yerli işbirlikçi tekelci burjuvazi ve emperyalist merkezler vardır. Devrimci, demokrat muhalefet güçleri, Kürt halkı, işçi sınıfı da Erdoğan ve AKP’nin bu saldırıları karşısında ya üstün gelecek ve onun planlarını daha da bozacak, ya da konum yitirecek. Bize göre olduğun yerde saymak, gerilemek ile eş anlamlıdır. Onun için tüm güç ve olanaklarımız ile Erdoğan’a ve AKP’ye, dolayısıyla emperyalizmin planlarına karşı direnmek, direnmenin ötesinde yeni konumlar elde etmek, mevziler kazanmak güncel yakıcı görevimizdir.


Konuyla ilişkili diğer makaleler