Alan Genişliyor, Ufkumuzu Da Genişletmeliyiz!

Alan Genişliyor, Ufkumuzu Da Genişletmeliyiz!

Her geçen gün ekonomik krizin, işsizliğin, salgının üzerine gelen zamlar, hayat pahalılığı emeği ile geçinenlerin sıkıntılarını artırıyor. Aynı zamanda ücretini alamayan işçiler, kıdem tazminatları ödenmeyen madenciler, dükkânı kapatılan esnaflar, protesto hakkını kullanan öğrenciler, toprağı elinden alınan köylüler patrona, polise, jandarmaya, devletin haksız, hukuksuz uygulamalarına direniyor, mücadele ediyor. Toplumun her kesimi, işçi, öğrenci, esnaf, sokağa çıkıyor, haksızlıklara karşı öfkesini, taleplerini dile getiriyor. Öte yandan komünistler, sosyalistler, sol ve devrimci hareketler çözümün mücadeleden, örgütlenmeden geçtiğini yazıyor, çağrılar yapıyor, insanlara umut vermeye, yol göstermeye çalışıyor. Romantize edilmiş bir ifadeyi kullanmak istiyorum; “çoban ateşleri” her yeri sarıyor.

Kurtulmak yok tek başına…

Esasında bu yazdıklarımı herkes biliyor ve her gün tekrar tekrar yazılıp çiziliyor. Ben bu yazımda sorular sormaya devam edeceğim ve kendi cevaplarımı yazacağım; ola ki okuyanlar kendi cevabını düşünür ve bu tartışma bir işe yarar. Peki, bu direnişler, karşı koyuşlar AKP’nin kurmaya çalıştığı rejimi durdurabiliyor, geri adım attırabiliyor mu? Bugüne kadar neden yeterli olmadı?

İşçi, ödenmeyen ücretini aldığında, sendika toplu sözleşme imzaladığında, esnafa dükkânını açma izni verildiğinde “çoban ateşi” sönüyor. Bir başka açıdan bakılırsa; kimin canı yanıyorsa o feryat ediyor. Her kesim kendisini doğrudan ilgilendiren bir haksızlığa tepki veriyor, karşı çıkıyor başka yerde olana karışmıyor. O zaman ne oluyor? İşçi direnişleri, gösteriler, en küçük toplantı için bir araya gelenler polis çemberine alınıyor, köylünün karşısına jandarma birliği sevk ediliyor, Boğaziçi Üniversitesi direnişi zamana yayılıyor. İktidar, lokal direnişleri birbirinden ayrı tutarak, ayırarak bastırıyor, sönümlendiriyor.

Birlikte mücadele ama nasıl

O zaman egemenleri, hükmedenleri yaptıkları haksızlıklardan men etmeye, çıkarlarından feragat etmeye zorlayacak iktidarları buna zorlayacak başka ne olabilir? Çıkar yol, en yalın ifadeyle birlikten, birlikte mücadeleden geçiyor. Ne zaman emekçi halkları oluşturan sınıflar, meslek mensupları, aydınlar sadece kendi sınıfsal, mesleki, kültürel hakları için değil yaşam tarzı, kimliği, inancı ne olursa olsun “ötekilerle” birlikte hareket ederse, bu bilinci gelişir, güçlenirse umutta gelişir, cesarette.

Son günlerde Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör atanmasına karşı öğrenci ve öğretim üyelerinin protestolarına gösterilen dayanışma, iktidarın savaş, acı ve kanla yarattığı baskı ortamına rağmen Kürt demokratik siyasal hareketinin, demokrat aydınların ve insan hakları kuruluşlarının bitirilemeyen direnişleri, emekçilerin hak arama mücadeleleri, sosyal medya etkinlikleri, basın açıklamaları, dokunulan noktanın hassasiyetini gösteriyor. Bu nokta üzerinde daha derinlemesine düşünmeli ve güç biriktirilmelidir.

Bugüne kadar denenen, halen de sürdürülen mücadele yöntem ve araçları öncelikle çok sık tekrarlanan ve adeta tek bir çözüm yolu gibi önerilen sendikal örgütlenme ile toplumun öteki emekçileri arasında bağ ve ilişkilerin de kurulması olanağı var mıdır, bu bağlar nasıl kurulur ve yararı olur mu? Bu konu aydınlatılmadan devletin gücünü arkasına almış patronların zulmüne karşı işçilere, işsizlere, mavi beyaz yakalılara, kaçak, göçmen, mevsimlik işçilere, emekçilere, sendikalarda örgütlenin, sendikalaşın çağrısı yapmanın karşılığı yoktur.

Sendikalar ve devlet

Öncelikle kapitalizm üretim yöntemlerini sürekli değiştirdi; işçi sınıfı daha küçük boyutlarda, daha gelişmiş teknolojilerle ve tecrit edilmiş, iyi korunan alanlarda üretim yapmaya zorlandı. Katmanlı işverenlik, taşeronluk, kiralık işçi bürolarıyla, işçi sınıfının üretimin toplumsal karakterinden gelen gücü kırıldı, parçalara ayrıldı. Yasal düzenlemelerle, yerleşik iş hukuku ortadan kaldırıldı, sermayenin esnek üretim kuralları yasa haline getirildi. Sendikaların varlığı ve faaliyeti, giderek daha fazla, yasa ve kurallarla devletin müdahalesine açık hale getirildi; sendikalar ancak sermayenin tahammül ve tolere ettiği, edebildiği zamanlarda etkin olabilmişlerdir. Nitekim kapitalizmin geliştiği ülkelerde de neo-liberal politikalarla bir çıkış arayan kapitalizmin ilk yöneldiği alan sendikalar oldu. Türkiye’de ise faşizan iktidarların baştan beri en çok üzerinde durduğu sendikaların büyük çoğunluğu doğrudan devlet güdümünde, devletle bağı olmayan sendikalar geçmişte de bugünde büyük baskılarla karşı karşıya kaldı.

Sendikalar ve devrimci perspektif

Bütün bu şartlara rağmen baskıların arttığı, zamların, pahalılığın insanların ekmeğini küçülttüğü, yaşamı zorlaştırdığı dönemlerde, sendikaların örgütlenmesinin objektif şartlarının oluştuğu da eskiden beri bilinen ve tekrarlanan bir söylemdir. Bu nedenle devrimciler var güçleriyle işçilerin emekçilerin sendikalarda örgütlenme mücadelesini destekliyor, desteklemelidir. Ancak buna rağmen aktif çalışan nüfusun yüzde onunun bile sendikalı olmadığı, olamadığı bugünkü durumu da açıklamamız gerekir: Baskı ağır, insanlar işten atılmaktan, aç kalmaktan, patron baskısından korkuyor, denilebilir mi? Bunlar doğru da olsa, baş eğmek, var olana razı olmaktan kurtulmanın bir yolu olmalıdır.

Sendikaları da içeren “emeğin örgütlenmesi“nin can damarı “yaşam alanları”dır.

1. Örgütlenme alanı genişlemiş, işyerinin dışına taşmıştır. İşyeri tabanlı/temelli örgütlenme eksiktir. Önceleri de sendikal örgütlenmenin başarılı ve etkili olduğu dönemlerde de örgütlenmenin merkezi işyeri dışındaydı.

2. İşyeri örgütlenmesi ücret ve işyeri şartlarına endeksli örgütlenmedir; ekonomik temelli ve dar örgütlenmedir. Demokrasiyi, siyaseti, dayanışmayı işyeri sorunlarıyla sınırlar.

3. Emeğin örgütlenmesinde “mekân temelli örgütlenme” esas alınmalıdır.

İşçiler, emekçiler, toplumun her kesimi, nasıl yaşamak istediğini hayal etmek ve bu hayaline, amacına ulaşmak için bu amaç doğrultusunda politika üretecek, kurallarını kendilerinin belirleyecek, karar verecek öznelerdir; bunu örgütlemek, kurumsal hale getirmek ve bu yolda yürümektir. Taban örgütleri üstten, talimatlarla, kararlarla kurulamaz. Örgütlenmenin alanı;  sınırları görülebilen, ulaşılabilen yaşam alanları; mahalle, köy, sanayi bölge gibi iş ve yaşam mekânlarıdır. Bu birimlerde yaşayan ve ortak hayallerini gerçekleştirmeyi önüne amaç olarak koyan örgütlü insanların kendileriyle birlikte istedikleri, arzu ettikleri yaşamı kurma; değiştirme, dönüştürme iradesini ortaya koymalarıdır.

Sendikanın, kendi varoluş nedenine kavuşturulması

Bu yapılanmada sendikalar devletin kanunlarla düzenlediği, gözettiği merkezi, hiyerarşik, her tür hegemonyaya açık yapılarından kurtulacaktır. Bu sürecin geliştiği her aşamasında sendikalar, işçi sınıfının ve emekçilerin taban örgütlenmelerinin ürettiği politikaların geliştirilmesi, bilgi akışının sağlanması ve koordinasyonu üzerinde ve yasal temsiliyetin sağlanmasında önemini ve yerini koruyacak ve işçilerin umut bağladığı gerçek işçi örgütleri haline getirilecektir. Sendikaların birikmiş mal, para, bilgi ve deneyimleri emek mücadelesine destek ve yardımın kaynağı haline getirilecektir. İşçinin hizmetinde sendikalar gücünü yasalardan değil örgütlü emek kolektiflerinden alacaktır.

Bu örgütlenmeler, emekçilerin bir araya gelerek bir amaç için, irade ortaya koyarak, mücadele vererek, kendilerinin kuracağı demokratik toplumun temel taşları, nüveleridir. Böyle bir kurucu irade, demokrasiye inananları, aydınları bir fikir, bir amaç, bir hedef etrafında toplayarak, demokratik toplumun temellerini atacaktır.


Konuyla ilişkili diğer makaleler