2018 Yılında, 12 Eylül1980
Kurban Bayramı günlerindeyiz. Ekonomik kriz, bebelerin bile gözlerine sokarcasına katledilen hayvanların kanlarıyla örtülmeye çalışılırken, hapishane duvarları sağır… Ben de varım diyebilmenin bile güç olduğu bir zamanda unutuldu mu Onlar!… Memleket bir hapishane nerdeyse. Ve bayram alabildiğine duygusuz, korkunç, eşitsiz ve kör…
Ülkenin Yiğit Kürt evlatlarından biri ses verdi duvarların ardından; “Kuru bir dalın son filizleri değiliz.”
12 Eylül 1980 faşist darbesinin yıldönümüne sayılı günler kaldı. Anadolu bozkırının bir köyünde faşist darbeyi geceyi titreten bir çığlık gibi yaşayan baba, oğluna karşılık bir rehindi aslında...
Kapitalist toplumun farklı tarihsel dönemleri, özünü koruyarak yönetme biçimini en acımasız yöntemlerle devam ettiriyor hala. Her şeye rağmen kararlı bir çığlık; o kaba, kuru duvarları aşıp karanlığı yarmaya çalışıyor…
Hukuk mukuk yok, suç işleniyor orada… Ülkemin bayram bakışlı güzel insanları… Ve siz sessizsiniz…
Işıkta Dönen Kelebekler
-Kalk! Kapıda biri var.Yine jandarmalar geldi galiba.
"Gecenin ikisinde kim olacak ki? Bir ay oldu darbe olalı.Nerdeyse her akşam baskın yapıyorlar. Rehin olarak götürülüp, iki gece tutulmamdan sonra, koruma güdüsüyle genellikle öne hanım fırlıyor... Bu gece bir gariplik var yalnız. Dış kapı gürültülü bir şekilde zorlanmadı. Avluya bakan mutfak kapısı usul, ürkek bir şekilde açılmak isteniyor. Kim olabilir bu saatte.."
-Hanım kalk kapı zorlanıyor.
"Balçık ve taştan inşa edilen eski bir ev burası.Yattığımız yeri mutfak olarak da kullanıyoruz. Kuzineli soba var mutfakta. Ocak olarak da kullanıldığından gece boyu odanın sıcaklığı gitmiyor. Babam zamanında konuk odası olarak kullanırmış. Konuğu eksik olmazdı, hatırlarım!
Ana caddeye bakan geniş bir pencere ve kapısı var. Artık oda olarak kullanılmadığından, sonradan ufak bir kapı daha açtık avluya bakan. Eğilerek girilebiliyor buradan içeriye. Pencereden ana caddeyi, köyde olan biteni meydana kadar görebiliyoruz… Jandarma aracını, devriye bırakıp bırakmadıklarını, baskın yapılacağı anı kontrol edebiliyoruz. Darbeden bu yana bir döşek attık kuzinenin yanına. İlk görüşmemizde burada yatmanın daha doğru olacağını birlikte kararlaştırmıştık...
Burgacı kırmamaya dikkat eden bir basınçla zorlanıyor kapı. Açılmayınca hafiften vurulmaya başlandı. İkimizde fırladık yataktan."
-Kim o!..
-Baba benim. Açın kapıyı..
"Yoksul evlerimizin kilitsiz kapıları sımsıkı sürgülü artık. Koyu karanlıkta korkuyla titreyen anlık kavuşma mutlulukları ölümcül soğuk namlıların tehdidinde... Sabah ezanı okunmadı henüz. Ay yok gecede. Burada yatmaya başladığımızdan beri perdeyi çekmiyoruz.Tülü oynatmamaya dikkat ederek kontrol ediyoruz dışarıyı.Caddede ürküten bir sessizlik. Kör karanlık kuytular tuzak sanki... Ağaç dipleri, yolun karşısındaki çeşmenin ardı, karşı pencereler, komşu avlu giriş kapılarının kuytulukları ispiyon sanki. Birden gazete haberlerini anımsıyorum...
'Dur ihtarına uymadığından…….’ "
-Oğlum nasıl geldin bu vakitte?
-Bisikletle ana. Yolda araç ışığı görünce bir kuytuya saklandım.
-......... ...
-Ah bu karanlık. Sarılmak kandırmıyor hasreti. Savaşta değiliz ya, yak şu ışığı biraz.
"Işıkta dönen kelebek gibi bu çocuklar.. Doğduğu ev, ait olduğu sokaklar en korunaklı yer onlar için. Zor günlerinde döner dururlar etrafında...Dur ihtarına uymayan gençlerin başına gelenleri aklımdan çıkaramıyorum. Kabusla uyanıyor, gerçek mi, rüya mı ayrımına varamadan. Bu konu şimdi beynimi bir mıh gibi deliyor…
Kaçmak,saklanmak.
Zorunlu bir güvenle sığınmak geceye.
Yalnızlığı, geceyi kuşkulu bir dost tedirginliğiyle yaşamak...
Gece ışıkta dönen kelebek onlar. İnadına ışığa koşan kelebek.
Ömrünün bir kelebek vakitli olmasına izin vermeyeceğim..."
-Burada uzun süre kalamam. Gitmeliyim uygun bir zamanda.
-Kim görecek seni. Kapılar sıkıca dayalı. Baskın olursa aşıverirsin komşu avlusunu.
-........
-Bakma babanın suskunluğuna. Sana zarar verilecek korkusu yakalanmandan da beter. Beter de, bu kan emicilere boyun eğmek ölüm. Babanı götürdüklerinden sonra 'insan değil bunlar' der. Böyle düşünür.
"Babam anlatırdı;
Abdil Aga işgal zamanında köyün muhtarı. Bir Yunan taburu köye karakol kurmuş. Günlük ihtiyaçlarının listesini verirler. Küçük baş hayvan, un ve diğer yiyeceklerden getirmesini isterler muhtardan. Abdil Aga, hayvanlarını ve yiyeceklerini saklamasını ister köylüden.
Yeterli yiyecek gelmeyince köylüyü camide toplar işgalciler. Kadın, erkek, genç kim varsa.
Kardeşim iki yaşında o zamanlar. Konuşmasını yeni öğreniyor. Anamın kucağında o da camide.
Çocuklar sıkılıyor, korkuyor. Ağlamaya başlıyorlar. Bir yankı, gürültü. Dayanılır gibi değil... Ağlayan çocukları anneleriyle birlikte dışarı salıyorlar. Kardeşim bir türlü ağlamaz. Sessizce kulağına ağlamasını söyler anası; yine ağlamaz. Sonunda basar cimciği kabacasından.
'Ne çimdikleyesin b'anne'
Ne yaptıysam ağlatamadım eniği derdi annem.
'Bütün çocuklu kadınlar camiyi boşalttı, ben orada kaldım sonuna kadar.' "
-Kaç kere asılsız ihbar yapıldı sen evde saklanıyorsun diye. Sanki onlara neyse. Gizliden gözlüyorlar sokağı.
-Ben de biliyorum. Kalamazsın… Kalamazsın da, gideceğin yerde güvende olduğunu bilsem.
"Köyde Çete Seydiler diyorlar… Bunların dedeleri Yunan askeriyle işbirliği yapıyor işgal zamanında. Köylünün kıymetli eşyalarını, yiyeceklerini ihbar ediyorlar. Ellerine silah, altlarına at verilmiş... İşgalcilerden daha zalim, acımasızlar.
Çete Seydi köyde çok güzel bir kadın olduğunu söylüyor. Çağırıyorlar muhtarı.
Böyle birini bilmediğini söylüyor Abdil Aga...Tehdit ediyorlar. Zaman veriyorlar.. Telaşlı koşturuyor evine. Bir çözüm bulması lazım. Alıyor kadını, götürüyor kimsenin bilmediği yere...
Söğüt Boyunda, Ziya Bey'in eve yakın, suyu çekilmiş kör bir kuyu vardır. Uzun yıllar kullanılmaz durumda. Ot bürümüş her yanını. Unutulmuş… Orda kuyu olduğunu bilmeyen bulamaz… Bu kuyu aklına gelmiş Abdil Aga'nın. Götürmüş Zehra'yı salmış kuyunun içine. Suyunu, yiyeceğini bırakmış. Ziya Bey'e de tembihlemiş, işgal bitene kadar azığını götüreceksin diye.
Bekler komutan, kadın yok. Abdil Aga'da gözükmez ortalıkta... Evini basarlar muhtarın. Bilmediğini, istedikleri gibi birini tanımadığını söyler Abdil Aga… Dipçiklerler, falakaya yatırırlar, gece boyu işkence ederler vermez kadını. Öldü diye bırakırlar...
'Bir görseniz, her yanı mamil gibiydi' derdi anam. 'Taze manda derisiyle sardılar vücudunu da haftalar sonra ancak ayağa kalkabildi.' "
Oldun olası sargın konuşmazsın benimle. Olan biteni yeterince kavrayamasam da, bu eziyete aklım, sırrım ermiyor. Kabullenemiyorum.
Gözünün alabildiğine gördüğün bu güzellikleri biz yeşerttik burada. İlk tohumu biz attık toprağa...
İşgalcilerin postal izlerini sürsen, dedenin kan izlerini görürsün ardında...
Kim bunlar?
Gecenin kör karanlığında kapımıza zorla dipçikleriyle dayanan.
Götürdüklerini yok ettikleri gecede, yüreğinin izini sürmenin suç sayıldığı.
Yalanlara ehil, abartılı heybeti ve naralarıyla yüreklere saldıkları korku, erkete ispiyonlarıyla; kovduğumuz işgalciler kadar yabancı bize.
Sanma ki onlar hakim geceye.
Bak;
Abdil Aga'nın kör kuyusu yeni yaşamları çağırıyor.
Vermem seni onlara,
Kim bilir, orada kaç yaşam umudu taşıdı geleceğe.
Vermem seni..
Aşılmaz siperler, ulaşılmaz oyuklar açarım sana...
Gideceksin belli.
İstediğin zaman yine gel.
Vermem seni,
Vermem seni onlara…