39 yıl önceden süzülüp gelen bir 12 EYLÜL yaşanmışlığı: “PAYLAŞILAN İZLERDİR GEÇMİŞTEN GELECEĞE”

39 yıl önceden süzülüp gelen bir 12 EYLÜL yaşanmışlığı: “PAYLAŞILAN İZLERDİR GEÇMİŞTEN GELECEĞE”

Paylaşılan İzlerdir Geçmişten GeleceğeEski bir edebiyat dergisinin kapağındaki “görülmüştür” mührü, geçen bunca yılın örtüsüyle yıpranmışlığına rağmen, karanlık örümcek ağları gibi gizleyemiyordu yaşanmışlıkları. Deniz kasabasında manzaralı bir evin gün ortasında, geçmişte kalan uzun yılların anısı, dağınık kitap raflarından inip dizlerimin üzerinde yolculuğa hazırlanırken, sayfalarının birinin köşesine özenle düşülmüş bir not, geçmişe soluk bir çizgi gibi uzanıyordu. Kaynağını hatırlayamadığım bu not, daha işin başında insana ürperten bir sorumluluk yüklüyordu.

"Yazmak eyleminin insan için anlamı."

***

“Müşadiye hücrelerindeyiz. Hücrelere iki-üçer kişi yerleştirildik. Bir operasyon sonucu tıkıldık buraya. Giysilerimiz iç çamaşır. Başka giysi verilmiyor. Yatak yok.. Yan duvarları olmayan, üzeri açık, sadece taşı ve bir musluğu olan tuvalet var. Hücrenin ön yüzü boydan boya demir parmaklık. Suyu tuvalet musluğundan kullanıyoruz.. Yoğun fiziki ve psikolojik baskı yapılıyor. Bu yoldan tek tip giydireceklerini düşünüyorlar; giymeden koğuşlara verilmeyeceğimiz söyleniyor..
Değişik davalardan hüküm giymiş toplam 50-60 kişiyiz.

***

Orhan, şiiri çok seviyor. Yazıyor da..
Şiirlerini okuyorum. Beğendiğimi söylüyorum…
Ayrı hücrelerdeyiz.Yüz yüze görüşmek güç. Yazılı eleştiri istiyor gönderdiği şiirler için. İlettiğim yorumları acımasız bulduğunu söylüyor. 'Ortamdan kaynaklı' diye alçak gönüllülük yapmayı da ihmal etmiyor.
Böylece yazmak beni de içine çekti. Talep var, düşüncelerim önemseniyor zannediyorum. Fırsat bu ya, Allah ne verdiyse...
Sonraları Umut'la, karikatür ve diğer sanatsal uğraşılar edinen arkadaşlarla da benzer ilişkilerim olacaktı.
Şiiri geldi Orhan'ın..
“Lambayı yakma bırak,
sarı bir insan başı
düşmesin pencereden kara.
Kar yağıyor karanlıklara.
Kar yağıyor
ve ben hatırlamıyorum...”

***

Bulduğum kağıtları dolduruyorum. Hoyratça bir yere vuruş var şiirin eleştirisinde. Biçem, içerik tanımlamasından, imgenin melankolisine kadar, müthiş bir kendini beğenmişlik...

***

Uzunca bir süre ses çıkmıyor Orhan'dan. Kırıldığını düşünüyorum.
Mazgal şakırtıları daracık havalandırma boşluğunda korkunç bir yankı yapıyor. Sonra karavanalar geliyor.
Hücre ve havalandırma demirleri arasındaki maltada, tanımadığımız insanlar parmaklıklar arasından sevimsiz başlarını gösterip hızla kayboluyorlar.
'Bu gece operasyon var. Alt kattan başlayıp işkenceye alacaklar.'
Tedirgin, gerilimli bir bekleyiş başlıyor. Ufak bir mazgal tıkırtısında ürperme, telaş. Sonra sloganlar...
Moralimizi bozmak, oyuna getirilmek istendiğimizi anlıyoruz çok geçmeden. Oyunları bitmiyor yönetimin, bizimde direnme gücümüz.

***

Orhan'dan bir not aldım; en çok ta küsmediğine sevinerek.
Önceki gönderdiği şiirin N. Hikmet'in olduğunu belirten, şiirin öyküsü üzerine bir nottu bu.
Oyuna gelmiştim...
Uzunca bir süre sonra, koğuşlara döndüğümüzde N.Hikmet'in de eleştirilebileceği üzerine lafazanlığı gönlümü almaya yetmedi..

***

Yazmak eyleminin insan için anlamı nedir?
Yazmak cennet mi,cehennem mi?...
Hem cennet, hem cehennem.
Yazmaya oturan insan o cennetin, o cehennemin ta üstüne oturmuş demektir.
Ne demektir insan için yazmak?..
Çok şey... Anlamak, anlatmak demektir. Dünyayı ve her şeyi, yeniden yaratmak demektir. Gözlemdir, bilgidir, yaşamak demektir; yaşatmak demektir.  

En güzeli de öğrenmek, değiştirmek, değişmek demektir."

***

Hayatının sessiz akışı bozulacağı kaygısıyla bütün yargılarını bir çırpıda değiştiriveren, akıl karıştırıcı kişilikler, pinekledikleri özenti 'dost!' alemlerinden; sırtında yılların yükü ile hala değişim türkülerinin ıslığını çalarak yolunu kaybetmeyen yapı ustası Pala’nın, yaşamını kara zoruna yoğurmaya çalışan o hünerli elini, zamanın bütün hışmıyla fırtınalara direnen kara, sert, sakallı yüzünü utanarak gizlice seyrettiği o deniz evinin penceresinden nasıl söze dökecek...
Sokakların, sahillerin ıssız seslenişleri alevden bir top gibi göğü kuşatınca, kibirli bakışlar anlaşılmaz türküler mırıldanır oldu. Gecenin içine pusan bu mırıldanışlar, güneşin ilk ışıklarında günü perdeleyen bulut blokları halinde yaşamın içine sızdılar. Nasırlı, direşken ellerin gücünü görmezden geldiler. Islıklara tıkadılar kulaklarını. Geçmişin tortusunu bir ihanet haykırışıyla yeniden dillendirdiler… 
“Yazmak cennet mi, cehennem mi,
öğrenmek, değiştirmek, değişmek mi yazmak? “…


Konuyla ilişkili diğer makaleler