Çayları koyduk, demlisinden

Çayları koyduk, demlisinden

14 Mayıs 2023 milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 1. turunda milletvekilliği seçimleri tamamlandı. Cumhurbaşkanlığı seçimi ise 28 Mayıs 2023 günü yapılan 2. turda neticelendi. Yeryüzünde ciddi bir sol rüzgar eserken, milliyetler temelinde sağ bir dalganın da oluştuğunu görmezden gelemeyiz. Birleşmiş Milletler’in kuruluş felsefesi, ülkeleri, toplumları, milletler temelinde bir araya getirdiği için, milliyetçi rüzgar etkisini sürdürüyor hala. Türkiye’de de milliyet temelindeki siyasi duruş ne yazık ki, etkili bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. Milliyetçiliği aşamadığımız sürece, bu sorunla boğuşmak zorundayız.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin 2. turunda estirilen sağcı, milliyetçi rüzgar, kendisini bu ülkede öteki hissedenleri yaraladı. Buna rağmen, kendi boğazlarını sıkanlardan bir an için kurtulabilmek için de olsa, muhalefete oy vermekten geri durmadılar. “Son çıkış!” olarak görüp, hayal kırıklığına uğrayanlarımız oldu ama siyasi mücadeleyi, bir seçime bağlı kılmak büyük bir hayaldir. Çünkü siyasi mücadele, insanlık tarihi gibi bir ileri iki geri, çok sert bir süreci barındırmaktadır. 

Nitekim Mayıs 2023 seçimlerinde önce, Millet İttifakı ile Emek ve Özgürlük İttifakı kendi bünyelerinde geniş bir cephe oluşturdu. Diğer bazı sol ve sağ partiler de Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekledi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin özelliği gereği, ülkedeki tüm muhalefet güçleri Kemal Kılıçdaroğlu’nun etrafında birleşti ama başarılı olunamadı. Muhalefet seçimlerde yeterli etkinlik gösteremedi, hem parlamento çoğunluğu, hem de cumhurbaşkanlığı seçimi mevcut iktidarın lehine şekillendi. Parlamento ağırlığını, muhalefetin de içinde yer alanlarla birlikte, sağcı bir kanat oluşturdu.

Siyasi görüşlerimize aykırı duran bazı unsurlarla yan yana durmak zorunda kaldık. Bu politik bir çelişki gibi göründü. Ancak bunda anlaşılamayacak bir durum yoktur. Muhalefette yer alan komünistlerin, anarşistlerin, ekolojistlerin neden muhalefet cephesinde yer alan Kemal Kılıçdaroğlu etrafında birleştiğini anlayamayanlar için, tarihten bir örnek verelim. Karl Marx ile Friedrich Engels’in, 1848’de, Londra’da, ortaklaşa kaleme aldığı, Almanca koyu yeşil bir broşür olarak basılan“Komünist Parti Manifestosu” bizlere ışık tutuyor hala:

“Komünistler işçi sınıfının dolaysız amaçlarına ve çıkarlarına ulaşılması için mücadele 

ederler; ama bugünkü hareketin içinde hareketin geleceğini de temsil ederler. 

Fransa’da muhafazakâr ve radikal burjuvaziye karşı sosyal demokratik partiyle birleşirler; ancak devrimci gelenekten aktarılan boş laflara ve yanılsamalara karşı eleştirel bir tutum takınma hakkından da vazgeçmezler.

İsviçre’de Radikalleri desteklerler; ancak bu partinin çelişik unsurlardan, kısmen Fransa’daki anlamında demokratik sosyalistlerden, kısmen radikal burjuvalardan oluştuğunu gözden kaçırmazlar.

Polonyalılar arasında bir toprak devrimini ulusal kurtuluşun koşulu yapan partiyi, 1846’daki Kraków ayaklanmasını hayata geçiren partiyi, desteklerler.

Almanya’da Komünist Partisi burjuvazi devrimci bir tutum takınır takınmaz mutlak monarşiye, feodal toprak mülkiyetine ve küçük burjuvaziye karşı burjuvaziyle birlikte mücadele eder.

Ama burjuvazinin, hâkimiyetiyle birlikte getirmek zorunda olduğu toplumsal ve siyasi koşulları Alman işçileri burjuvaziye karşı birer silah olarak çevirebilsinler diye, Almanya’da gerici sınıflar devrildikten sonra burjuvazinin kendisine karşı mücadele derhâl başlasın diye burjuvazi ile proletarya arasındaki düşmanca karşıtlık konusunda işçilere olabildiğince açık bir bilinç kazandırmayı bir an bile ihmal etmezler... 

Kısacası Komünistler her yerde mevcut toplumsal ve siyasi düzene karşı her devrimci hareketi desteklerler. Bütün bu hareketlerde ne ölçüde gelişmiş olduklarına bakmaksızın mülkiyet sorununu hareketin temel sorunu olarak öne çıkarırlar. Nihayet her yerde bütün ülkelerin demokratik partilerinin birleşmesi ve anlaşması için çalışırlar.

Komünistler görüşlerini ve niyetlerini gizlemeye tenezzül etmezler… Varsın hâkim sınıflar bir komünist devrim korkusuyla titresin. Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şey yoktur. Kazanacakları bir dünya vardır.”[1]

2023 seçimleri ve etkileri üzerine, hem Dünya, hem ülke siyaseti açısından, daha geniş bir perspektifte değerlendirmeler yapılacaktır. 

İzlenen genel politika üzerine daha çok konuşup tartışacağız. 

Bazı rakamlar

Yeşil Sol Parti ve bünyesinde yer alan siyasi organizasyonlar kendi içinde değerlendirmeler yapıyor. İktidarın her türlü engellemesine rağmen, Yeşil Sol Parti ve bileşenleri ciddi bir çalışma yürütmüş, eksikliklerine rağmen, yine de başarılı bir performans göstermiştir. Ancak bütün bunlara rağmen, henüz hayal ettiğimiz noktada olmadığımızı görüyor ve biliyoruz. 

Bazı rakamlara bir bakalım:

7 Haziran 2015 seçimlerinde toplam 56.608.817 seçmen, 47.507.467 kullanılan oy, 46.163.243 geçerli oy ve 1.344.224 geçersiz oy vardı. Katılım oranı 83,92 oldu. İlk defa parti olarak girdiği bu seçimde HDP, yüzde 13,12, yani 6.058.489 oy aldı ve 80 milletvekili çıkardı. 1991 yılından bu yana %6-7 bandını aşamayan HDP, 7 Haziran 2015 seçimlerinde gücünü, %45 arttırarak, neredeyse ikiye katladı. 

Bu oy oranına ulaşmanın birçok faktörü var. Bazı önder kişilerin niteliklerinin yanı sıra, izlenen siyasetin de önemli bir etkisi olduğuna kuşku yok. HDP’nin 7 Haziran 2015 seçimlerinde ulaştığı bu oy oranı ve milletvekili sayısı, seçmen sayısı arttığı halde, devam eden seçimlerde sürekli geri bir seyir izledi. Çünkü demokratik seçim yoluyla HDP’yi destekleme eğiliminde olan seçmen, 7 Haziran 2015 - 01 Kasım 2015 arasında meydana gelen “özyönetim talebi”ne bağlı gelişen olaylardan olumsuz etkilendi. 

1 Kasım 2015 erken genel seçiminde HDP, %13,01’den, %10,76’lık bir orana, yani %2,36 oranında oy kaybederek, 5.148.085 oya geriledi ve 59 milletvekili çıkarabildi. HDP, 7 Haziran sonuçlarına oranla ülke genelindeki tüm oylar temelinde ele alındığında %15,06 oy ve 21 milletvekili kaybetti. 6 milyon oyu, 5 milyona indi.

24 Haziran 2018 Pazar günü yapılan 27. dönem Milletvekili Genel Seçimi seçmen sayısı,  59 milyon 367 bin 469. Bu seçmenlerin 51 milyon 189 bin 444'ü oy kullandı. Oyların 50 milyon 137 bin 175'i geçerli, 1 milyon 52 bin 269'u geçersiz sayıldı. HDP, 2018 genel seçimlerinde 5 milyon 867 bin 302 oy aldı.  Böylece HDP 2018 genel seçimlerinde oyların yüzde 11,70'ine sahip oldu ve %0,93 bir oranda oyunu arttırabildi. HDP 2018 genel seçimlerinde 67 milletvekili çıkartarak, bir öncekinden, 8 milletvekili daha fazla sayıya ulaştı.

14 Mayıs 2023 genel seçimlerinde, seçmen sayısı 64 milyon 145 bin 504'e ulaştı. 55 milyon 833 bin 153 seçmen oy kullandı. Kullanılan oylardan 54 milyon 796 bin 49'u geçerli, 1 milyon 37 bin 104'ü ise geçersiz sayıldı. Emek ve Özgürlük İttifakı toplamda, %10,55 oranında oy aldı ve toplamda 65 vekil çıkarabildi. HDK sürecinin bir ürünü olarak çatı partisi olan HDP’nin bir önceki seçimde aldığı oy ile bu seçimde aldığı oy arasında, %3 gibi ciddi bir düşme olduğu göze çarpıyor. Artış beklerken, YSP oyları %8,83’e, yani %2,87 oranında gerileme yaşayarak, 4.803.774 oy alabildi, 61 vekil çıkarabildi. Böylelikle 6 vekil kaybı oldu. Diğer yandan ittifak üyesi Türkiye İşçi Partisi (TİP) %1,73 oranında, 940.230 oy alarak, 4 vekilini koruyabildi. Böylelikle hem TİP ve hem de Yeşil Sol Parti beklenilen oya kavuşamadı. 

Peki oylar neden düştü? Biz bu yazımızda, Yeşil Sol Parti’nin değerlendirmesine katkı sunmak amacıyla, daha dar ve içsel yönden bu yazıyı kaleme almayı düşündük. O nedenle, oy verdiğimiz ve içinde yer aldığımız Yeşil Sol Parti’nin siyasi duruşu ve pratiğine, samimiyetle değinmek istiyoruz. 

Eksiklerimiz neler?

Mevcut iktidarın yönlendirmesiyle Anayasa Mahkemesi önünde görülmeye devam eden HDP’nin kapatılma davası, seçimlere ciddi bir etkide bulundu. HDP bileşenleri, önünü göremediği için, Yeşil Sol Parti olarak seçimlere katıldı. Seçimlere Yeşil Sol Parti olarak katılma kararı gecikilmiş bir karar ise de, isabetli bir karar oldu. Geç de olsa geniş kitlelere Yeşil Sol Parti’nin ambleminden hareketle tanıtım yapılmaya çalışıldı. 

Emek ve tanınma eksenli, demokrasi siyasetimizde, sınıfsal duruşumuzu, felsefemizi, öngördüğümüz ütopyalarımızı yeterli şekilde anlatamadığımızı düşünüyorum. Rüzgara göre hareket eden bir yanımız var. İktidar ve dışımızdaki muhalefet böyle de, biz farklı mıyız? En sıradan insanımızın dahi, bir filozof kadar ciddi tahliller yapabileceğine olan inancımızla, demokrasiye inanıyor, kendi tespitlerimiz üzerinden, bulunduğumuz yerden, bakış açılarımıza göre farklılıklar oluşturabilecek değerlendirmeler yapabileceğimizi biliyoruz. 

Nerede eksiklikler olduğuna ilişkin olarak, arkadaşlarımın da görüşlerini birleştirerek oluşan kişisel gözlemim şöyle oldu:

1. İmralı da, Edirne de, bütün Türkiye de bizim. Önce Nelson Mandela’nın hüküm aldıktan sonra, dışarıdaki yoldaşları, bazı konularda onun da karar vermesini istediklerinde o; kendisinin mahkum olduğunu, artık siyasi kararları dışarıdaki yoldaşlarının vermesi gerektiğini ifade ederek, kendisini geri çekti. Mandela’nın bu tavrı Güney Afrika’da özgürlük mücadelesinin önemli bir özelliğidir. Türkiye’de Abdullah Öcalan’dan doğru bu tarzda bir ilişki geliştirilemedi. Sürekli İmralı ve Edirne yarışı körüklendi, taraftarlar da bu körüğün harına kapıldılar. Bu gerilim Demirtaş’ın kararında da sanırım etkili oldu.

2. Halkların Demokratik Kongresi (HDK) bizim felsefemizi, ruhumuzu, gücümüzü aldığımız ortak bir argümanımızdır. HDP ve seçimlere giren Yeşil Sol Parti gücünü HDK düşüncesi ve pratiğinden almaktadır. Ancak HDK düşünce ve pratiği hayata tam olarak geçirilemedi. İktidar buna imkan tanımadığı gibi, kendimiz de buna yeterli imkan tanımadık. Ortak bir havuzdan yeterli beslenemediğimizi tartışmıyoruz bile. Kongre anlayışı temelinde, bütünün parçaları olduğumuzu, birliğimizin ancak bütünümüzü yansıttığını biliyoruz. Her bir sektimiz ayrı bir merkez komitesi gibi hareket edince, HDK süreci sönümlendi ve dümende HDP yer aldı. HDP, HDK’nın sönümlenmesine yol açtı. Amaç ve ilkelere sadık kalınmadı. Kongre yeniden canlanır mı? Her şeyden önce HDP yönetiminde yer alan, milletvekili olarak meclise giren arkadaşlarımız bu inançlarını yitirmiş durumda. Sol sekt güçleri ne sınıf içinde örgütlü, ne de sınıf kendi sınıf bilincine sahip. Milyon baloncuktan oluşan sorunlarımız var ve bu sorunları çözmenin bir yolunun demokrasi mücadelesinden geçtiğini biliyoruz. Ama “demokrasi mücadelesi sadece sandıktan ibaret değil.”[2] Bu toplum, dünya, karşıtların birliğinden oluşuyor ve karşıtlar olarak içinde bulunduğumuz toplumu, ülkeyi, birlikte nasıl yaşanılabilir bir hale getirebiliriz, bunun derdini dert ediniyoruz. Her şeye rağmen Türkiye’de artık Kürtler, özgürlük hareketinin bugünlere getirdiği mücadele sonucunda güçlü ve ötekileştirilmeyi aşmış durumda. Türkiye’de var olan cılız farklı inanç ve kimlikler de, sol gibi korunmaya muhtaç bir özellik arzediyor. 

3. “Büfe solculuğu”ndan[3] arınmalıyız. “Büfeci sol” anlayış yansıtan, politikası kendinden menkul olanlarımızın perspektifinden yaptıkları darlığa düşmeden, nasıl daha geniş yığınlarla birlikte olabiliriz, bunun arayışındayız. “Büfeci solculuğu” acilen terkedilmelidir. Mezarlıklar vazgeçilemeyenlerle doludur. Kimse vazgeçilmez değildir. Ama hakkaniyetle yolda yürümez isek, kendi yol arkadaşlarımızda kırılganlıklara yol açarsak azalırız. Seçimlerde aday belirlemelerde, samimiyet ve liyakat yansıtılmadı. “Benim adamım, senin adamın” şeklinde adaylar önerildi ve atandılar. HDP organları, Yeşil Sol Parti organları yerine geçti. Yeşil Sol Parti, HDK’dan gelen görüş ve gücüyle bağımsız bir irade ortaya koyamadı. İpotek altında bir irade ile siyasi parti çalışması olmaz. Ama maalesef öteden beri HDK tasfiye edildiği ve hatta Onur HAMZAOĞLU'nun gerilerde bir yere aday olarak konulmakla, onuru kırılacak düzeyde “hadsizlik” gösterildiği için, bütün bunlar sineye çekildi.[4] Ama olmuyor işte. Mesele “kelle” meselesi değildir. Biraz da liyakati öne çıkarmaya ihtiyacımız var. Yani HDK’nın ürünü olan HDP merkezinde bulunan aday belirleme komitesi, kongrenin üstünde kendisini görerek, kongrenin eş başkanını, arka sıralardan aday olarak gösteriyor. Bu samimiyetsizlik, hala sürdürülen “küçük dükkan hastalıkları”, yani “büfeci solculuğu”, Yeşil Sol Parti’yi ve daha da ötesi HDK projesini kendi içinde bitiriyor. O nedenle, bozulma ve yeniden bir araya gelmenin vakti gelmiş görünüyor. 

4. Sarı öküzü vermeyecek, kırılan bir kişi dahi olsa, neden kırılıp küsüyor, bunun derdini dert edineceğiz. Buna dair yeterli duyarlılığı göstermediğimizi biliyoruz. Bu konuda çok fazla şey söylenebilir. Ben bazılarını kısaca dillendireyim. 

a)Ülke genelinde Devlet eliyle, HDK bileşenlerine ve HDP’ye yönelik saldırılar alabildiğine devam ediyor. Siyasi görev üstlenen arkadaşlarımızı iktidar sürekli cezaevine atıyor, onlar hakkında davalar açarak, yıldırmaya çalışıyor. Oysa bu arkadaşlarımızı kendi ellerimizle yalnız bırakıyoruz, onlara parti örgütü olarak bir avukat yardımı dahi yapmıyoruz. İnsanlarımız verdikleri emeğin karşılığını yalnızlaştırma olarak alıyorlar. Özellikle parti görevleri sonlanan ve fakat haklarında 10’ar, 20’şer dava açılan insanlarımız, parti imkanlarından yararlandırılmıyor, kendi avukatlarının giderlerini, kendileri karşılamak zorunda kalıyorlar. Örgütlü bir mücadelede HDK ya da HDP’den doğru, bu sorunlar ilmek ilmek dokunmalıdır. 

b) Gelinen aşamada, 22 Haziran 2014'te seçildiği Halkların Demokratik Partisi (HDP) eş genel başkanlığı görevini 11 Şubat 2018 tarihine kadar yürüten, 4 Kasım 2016'dan beri tutuklu olarak yargılanan Selahattin Demirtaş, aktif siyaseti bıraktığını açıkladı ve yeterli başarı sağlanamadığı için, halktan özür diledi. Buna en çok da “özyönetim süreci”nin etkide bulunduğunu düşünüyorum. Türkiyelileşme sürecinin açılımını sağlayan Selahattin Demirtaş, tutuklu iken dahi Cumhurbaşkanlığı adaylığı yürütmüş bir yoldaşımızdı. HDP onun döneminde yükselişe geçmişti. Halen de bizim kitlelerimiz üzerinde en etkili yoldaşımızdır. Kendi nitelikleri, ailesi, topluma yansıttığı özellikleriyle, karşıtlarının dahi sempatisini kazanan bir kimlik olmuştur. Oysa o tutuklanır tutuklanmaz, eş başkanlığını sürdürmesi önlendi. HDP MYK’sını oluşturanlar Demirtaş’ın arkasında durmadılar. Geniş kitlelerden nedense Demirtaş’ı koparmak istediler. Mahkemelerde savunmasını eş başkan olarak yürütebilseydi daha da etkili olabilecekken, “içimizdeki güçler”, buna engel oldular. İzlenen politikalar ile Demirtaş özelindeki bu durum Türkiyelileşmeyi de durdurdu ve gerilemeye neden oldu. Daha önceki seçimlerde olduğu gibi, tutuklu olmasına rağmen, 2023 seçimlerinde de mesajları ile en etkili çalışan rolünü üstlendi. Ama buna rağmen yaranamadı, hakkında dedikodu ya da çekiştirmelerle yıpratılmaya çalışıldı. Gelinen noktada, yine bizim adımıza özür dilemek ona düştü, aktif siyaseti sonlandırdığını duyurdu. Oysa mevcut yönetim erkinde bulunan arkadaşlarımız, aynı duyarlılığı gösteremedi.

c) Örneğin Yeşil Sol Parti özelinde söylersek, daha 1. Kongresinde kırılıp küsen ve şimdilerde Yeşiller Partisi’ni kuran yol arkadaşlarımız ile gerekli istişareleri yapmadık. “Ayrılan ayrılsın, biz yolumuzda ilerliyoruz” tutumu, parti içinde ve dışında, diğer partilerden farklılığın olmadığı hissiyatını yansıttı. Bu kırılganlık daha atlatılmadan, pandemi döneminde, internet üzerinden yapılan 2. kongrede, ortaya anahtar liste çıkarıldı ve “Şu kişilere oy verin!” yönlendirmesi yapıldı. Bu kez ikinci kırılganlığı yaşadık, ortaya Yeşil Yaşam İnisiyatifi çıktı. Parti yönetimine seçilen arkadaşlar, geriye dönüp de kimi küstürdük, nedenleri neydi, diye sorgulamadan yollarına devam ettiler. İlk olaydaki gibi, ikinci olayda da karşılıklı istişare ve nerede hata yapıldığına dair değerlendirme yapılmaktan kaçınıldı. Bu yol ile Yeşil Sol Parti’nin yönetimine gelen arkadaşlarımız da beklediklerini bulamadılar ve buna ek olarak, yaşanılan kırılganlıkları hiç konuşmayan, bu konuda özeleştiri yapmayan bir görünüm yansıttılar. Bu HDK’nın sadece Yeşil Sol Parti cenahında yaşananlar. Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Ercüment Akdeniz arkadaşın kırılganlığını yansıttığı açıklamasını okumanızı isterim.[5]

5. Demokrasiyi gerçekten hayata geçireceğiz. Madem ki ülkede demokrasi istiyoruz, demokrasiyi önce kendi evimize getireceğiz. Düzeni ve onun ürünü partileri eleştirirken, aynısını bizim de yapmamız şık olmuyor. Demokrasiden, parti genel başkanlarının tek adamlığından dem vurur, eleştiri yapıyoruz ama kendi evimize demokrasi getirmiyoruz. Bu konuda komik duruma düşüyoruz. Bu “komik durum”dan kurtulmadan, içimizdeki iktidar hırsından arınmadan yoldaşlığımızı büyütebilmemize imkan yok. Demokrasinin bir gereği olarak, milletvekili adaylarının belirlenmesinde de benzer sorunları yaşadık. Demokrasiden söz ediyoruz, yerinden yönetim, doğrudan katılım ile demokrasiyi toplumun tüm yerel dinamiklerine yaymayı istiyoruz. Ancak her nedense kendi siyasi partimizde, diğer düzen partilerinden geri kalmadık, yerelin parti çalışmalarına katılmalarının önünü açamadık. Sembolik de olsa, ön seçim yaparak, yerelde emek verenleri öne çıkararak milletvekilliği adaylığını belirleyemedik. Yukarıdan aşağıya milletvekili ataması yaptık. Peki iktidarın kayyum atamasına itiraz eden, siyasi partilerin liderin iki dudağı arasında olan tutumunu eleştiren bizler, kendi gönüllü örgütlerimizde bunu neden hayata geçiremedik? Ön seçim ile belirlenmeyen, yerelde emek veren insanları öne çıkarmayan bir adaylık süreci, aramızda kırılganlıklara yol açtı. Halka üstten bakan, kibirli insanları ayıklayarak milletvekili belirlemesi yeterli isabette yapılamadı. Milletvekilliğini herhangi bir alandaki görev gibi görmeyen, bu işe düzen partileri gibi yaklaşan adaylar, seçmende kırılganlık yarattı. Liyakata önem vermek merkezi atamayla değil, yerellerde emek veren insanların öne çıkarılmasıyla oluşur. Düzen partileri, lider ya da genel merkez kararı ile yukarıdan aşağıya atama yoluyla milletvekillerini belirliyorlar. O nedenle tüm parti teşkilatları, liderin ya da genel merkez yöneticilerinin iki dudağı arasında şekilleniyor. Yerelde emek verenler üzerinden değil, merkezi atamayla belirlenen adaylar, seçmende ciddi bir kırılganlık yarattı. Örneğin Antalya’da yıllardır parti il eş başkanlığı yapan arkadaşlarımız varken, merkezden milletvekili atanması ciddi bir zafiyet oluşturdu. Yani liyakat değil, merkezin atadığı kişinin milletvekili olması, parti üyelerinin de şevkini kıran önemli unsurlardan oldu. Sırrı Süreyya Önder’in çok güzel, mealen yer vereceğim bir sözü var; “Tek hayali bir büfe yeri kapmak olan kişiler, bize siyaset öğretmeye çalışıyor. Bizim arkamızda ölümler, işkenceler, hapisler var.” O nedenle gerideki insanlarımıza saygıya yakışır bir tutum ve davranış içinde olunamadı. Tek hayali milletvekilliği, belediye başkanlığı ya da meclis üyeliği olan kişilerin kendi içlerindeki yarışı ve hırsı, bir zafiyet olarak yansıdı.

6. Hiçbir seçmen “çantada keklik” değildir. Adaylar, nasıl olsa “kemik oy”larımız var, diyerek yeterli çalışmayı yapmadı, yapamadı. Zaten Devletin ciddi bir engeli, sürekli polisin uyduruk operasyonu ile karşı karşıya kalan Yeşil Sol Parti, seçmenle gerekli bağını kuramadı. Yereli yansıtmayan bir siyasi çizgi, ülkenin bütününü etkileyemez. Yerellik üzerine hiç kafa yorulmadı. Örneğin “Mustafa SARIGÜL taktiği”, Erzincan'da etkili oldu ve seçilmesini sağladı. O nedenle, yerel ile özdeşleşmeyen bir aday belirlemesinin katkı sunmadığı anlaşıldı. Bundan böyle Yeşil Sol Parti ya da yeni oluşum, seçimlerden çok önce, seçimler gelmeden adaylarını hazırlamalı, adaylar yerel çalışmalara katılmalı ve yerel ile bütünleşen adayları seçimlerde halkın karşısına çıkarmalıdır. 

7. Başkasında aradığını önce kendinde görmelisin. Eşitlik ilkesi zedelendi, bazı kişiler 2 dönem nedeniyle aday yapılmazken, bazıları yönünden bu kural ihlal edildi. Bunun şu ya da bu açıklaması olabilir. Hangi nedenle olursa olsun, sözü ve özü bir siyasi pratiğin ortaya konulması gerekir. Örneğin Garo Paylan bu nedenle milletvekili adayı yapılmazken, bunun dışında bazı kişiler, iki dönem kuralı ihlal edilerek, yeniden aday yapıldı. Üstelik Garo’nun yerine, onun temsil ettiği insanlarımızı temsil edecek birisi aday yapılmadı. Bu kişiler ister genel başkan ya da eş genel başkan olsun ya da eş sözcü farketmez. İlkesizlik, bizi batağa sürükleyecektir. Çünkü kişiler üzerinden yürütülen siyaset, bizi geliştirmeyecektir. Ki bu bizim siyasetimize aykırı bir durumdur.

8. “Devletin imkanları”na özenmek, siyasi çizgiden de sapmaya neden olabilir. Buna dikkat etmek gerekir. Bu imkanlar bizim vergilerimizden oluşan imkanlar. Bu imkanlardan yararlanmaya itirazım yok. Ama işin şirazesinden kayması, illaki bu imkanlardan yararlanma hırsı içine düşülerek, siyasi eksen kayması da ortaya çıkabilir. Emek ve Özgürlük İttifakı, kimileri tarafından çok “lümpen bir yansıma” olarak karikatürize edilen, ittifak mantığın uymayacak şekilde, ortak liste yapmadı, öteden beri eleştirilen Türkiye İşçi Partisi (TİP)’nin ayrı bir liste ile seçime girmesi kayıplar yaşattı. Bunu önceki yazılarımız tartışmıştık, tekrara gerek yok.[6] Kamuoyunda da bu konu üzerinde çokça duruldu ve tartışıldı. Ancak TİP’in bu durumuna rağmen, Yeşil Sol Parti de üzerine düşeni yapmadı. Örneğin, Hatay’da TİP’in karşısında aday çıkarması doğru olmadı. Bunun gibi hem TİP, hem de Yeşil Sol Parti isabetli bir seçime girme taktiği geliştiremedi. Eğer ortak liste kararı alınabilseydi Hatay’da kim kimi destekleyecek tartışması yaşanmazdı ve daha başarılı sonuçlar alınırdı.

9. Kılcal damarlarımızı sönümlendirirsek, bedenimiz kangren olur. HDK, HDP ya da Yeşil Sol Parti bileşenleri, bedenimizin kılcal damarlarını oluşturmaktadırlar. Bileşenlerin sönümlenmesi, işlevsiz kılınması, zaman içinde ana yapının zayıflamasına yol açacaktır. Politik olarak dokunulabilecek insanlara, ancak bu kılcal damarlarla dokunabileceğimizi bilmeliyiz. Sadece mücadele gücü olarak, birleşik ana partinin öne sürülmesi hatalıdır. Hem iktidarın hem de karşıt güçlerin kriminalize etmesine kolaylık sağlamaktadır. Karşıtlarımızın tek hedefi yerine hedefleri dağıtabilmeliyiz. Bunun çok örneğini verebiliriz: bazı yerlerde parti binalarının yakılması, saldırıya uğraması ya da doğrudan ana parti argümanı üzerinden yapılan etkinliklerin engellenmesi gibi. İktidar da ana partiyi esas alınca, ana partinin mücadele gücü zayıf kalabiliyor. Bu nedenle tüm bileşenlerimizle ortak bir mücadeleyi büyütmeli ve bileşenleri sönümlendirmemeliyiz.

10.Yeniden bozulalım, yeniden dizilelim. Bileşenlerimiz tarafından, partinin Yeşil Sol Parti adı eleştiri konusu yapılıyor. Artık partinin adında “Yeşil” olmasının ayırıcı bir özelliği de kalmamıştır. Zaten “Yeşiller Partisi”[7] adı ile Yeşil Sol Parti’nin ilk kongresinden itibaren ayrılan arkadaşların kurduğu yeni bir parti de siyasi hayatımızda yerini almıştır. O parti de bizim partimizdir. İsim hakkını da aslına iade etmenin erdemine ihtiyaç vardır. Diğer yandan en sağdan en sola herkes çevre ve ekoloji üzerinden program yazıyor, bu argümanları politik propagandasında kullanıyor. Daha gerçekçi ekoloji mücadelesi içinde yer alarak, oralarda mücadele eden insanların partinin unsuru haline gelmesini sağlayarak, daha gerçekçi olunmalıdır. 

Yukarıda saydığımız, daha da açımlayarak genişletebileceğimiz, politik konulardan, pratik konulara kadar ilmek ilmek dokuyarak, kendimize yeniden bir çeki düzen vermeden, geniş kitleler nezdinde kabul görmeyeceğimizi bilmeliyiz. Erimeye yol açan nedenleri önce kendimizde aramak, iğneyi kendimize batırmak, ilk çıkış noktamız olmalıdır. Bir yol bulunmadan, bir yol açılmadan, körü körüne yürüyüşte, tesadüflerin esiri olmaktan başka bir yolumuz olmaz. 

Özgürlük, Demokrasi ve Emek

İttifak adımızdan hareketle, örneğin “Özgürlük, Demokrasi ve Emek Partisi (ÖDE)” adı gibi yeni bir ad etrafında, bileşenliklerimizi yeniden gözden geçirmeli, kimseyi dışlamamalıyız. Ancak her bir bileşenimiz, bütünün parçaları olduğunu görmeli, hiçbirisinin tek başına bütünü yansıtmadığını, ancak bir araya gelinebildiği ölçüde bütünü oluşturduğunu görmesine ihtiyaç var. Ortak bir havuz nasıl oluşturulabiliriz? HDK tarzı, daha donanımlı, daha etkin, yeni bir oluşum nasıl yaratılabilir? Parti olarak öne sürülen partinin bir seçim partisi olması, seçimlerden seçime kullanılabilir bir araç olarak değerlendirilmesi gerekir. 

Artık Yeşil Sol Parti kendi programının ifadesi olmaktan çıkmış, bir manada sönümlenmiştir. Son dönemde seçimlere katılan Yeşil Sol Parti, HDP’nin yerine ikame edilen bir parti özelliğindedir. O halde daha önceki aşamada var olan ve varlığını zorluklarla sürdüren Yeşil Sol Parti pratik hayatımızdaki karşılığını yitirmiştir. Çünkü bu Yeşil Sol Parti, HDK’nın seçim ve çatı partisi görevini üstlenmiş, artık işlevi farklı hale gelmiştir. 

Emek ve Özgürlük İttifakı çatısı altında bir araya gelen siyasi oluşumlar, yollarına ayrı ayrı, kendi ideolojik politik perspektiflerinden yürüyecekleri için, her birini kapsayacak, ortak yanları ortaya çıkaracak daha kapsayıcı bir çatı partisi çalışması geliştirilebilir. HDP, Yeşil Sol Parti süreci bu şekilde evrilerek, daha da bir geliştirilebilir.

Nasıl bir dünya, nasıl bir ülke, nasıl bir yaşam istiyorsak, öyle bir ilişkiler ağı ve bu ağın insanı haline gelmeliyiz. Özü, sözü bir insanlar olmalıyız ki, yanı başımızdaki yoldaşları, arkadaşları, komşularımızı, mahallelimizi, çevremizi ikna edebilir olalım. Bu sıradan insan ilişkilerimizde böyle olduğu gibi, siyasi ilişkilerimizde de böyle olmalıdır. Artık iletişimin yaygınlaştığı bir dünyadayız ve ilkel halimizden, daha donanımlı halimize dönüşerek, hayatı ve örgütlerimizi de dönüştürerek yürüyüşümüzü sürdürmeliyiz. 

Bu başlıklar daha da arttırılabilir. Üzerine siz de kafa yorabilirsiniz. Bu ve benzeri konuları samimiyetle tartışmalı, eksikliklerimizi yolda yürürken gidermeliyiz. 

Yeniden bozulalım, yeniden dizilelim. Bundan korkmayalım. 

Not: Bu yazının oluşmasına katkı sunan arkadaşlarıma ayrıca teşekkür ederim.


[1] Komünist Manifesto, Almanca'dan çeviri: Nail SATLIGAN, s.76-78, Yordam, 2. Baskı,

[2] Bu söz Çiğdem TOKER’e ait bir sözdür. Sevgili Çiğdem Toker bu sözü, seçim gecesi, FOX TV’de canlı yayında yaptığı yorumda kullandığı için, RTÜK tarafından soruşturma konusu yapıldı. Toker buna Erdoğan ve Bahçeli’nin sözleriyle cevap verdi: https://t24.com.tr/yazarlar/cigdem-toker/erdogan-demokrasi-sadece-seciml...

[3] “Büfe solculuğu” kavramını, Ufuk Güldemir’in “Büfeci İslam” anlayışından aparttım: https://abcgazetesi.com/bufeci-islami-392370 Güldemir yazıda, dindar köylülerin, şehire gelip, büfeci olurken, köylü islamını da şehirlere getirdiğini ve iktidar olduğunu, bu sınıfın siyasi ideolojisine ise “büfeci islamı” demiştir. Bundan hareketle, “büfeci solculuğu” da, Sezai Sarıoğlu’nun, “Bülent Uluer anlatıyor / Çerkezim, Türküm, Kürdüm, Sosyalistim” adlı röportaj kitabında (Dipnot Yayınları), Uluer’in ifade ettiği gibi, “1975-80 arasında, dar gruplar halinde, 5 yılda yaşadığını, 50 yıldır konuşan” ve bu örgütlerin şef konumunda olup da siyasi hareketlerin rüçhan hakkını elinde tutanların yansıttığı siyasi ideolojisi kastedilmek istenilmiştir.   

[4] Dr. Onur Hamzaoğlu, aday olmadığını açıklamak zorunda kaldı: https://m.bianet.org/bianet/siyaset/277139-prof-dr-onur-hamzaoglu-aday-d...


Konuyla ilişkili diğer makaleler