POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 17.09-23.09.2018

POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 17.09-23.09.2018

POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 17.09-23.09.2018

RUS BASINI NE DİYOR?

Andrey İsaev, Duvar

Rus basınında geçen hafta: İdlib'te kalacak militanlar muz mu yetiştirecek?

Yazar Eduard Limonov, Regnum Haber Ajansı’nda Erdoğan’ın bölgedeki “korsan cumhuriyeti"ne el sürmemeyi teklif ettiğini belirtti. Ankara'nın elleri en çok kana bulaşan El-Nusra militanlarını “bir yerlere” göndermeyi kabul ettiğini ifade eden yazar "Gidecekleri tek yer Türkiye. İdlib’de kalacak militanların ne yapacağı da meçhul. Koyun mu sürecek ve muz mu yetiştirecekler?" diye sordu.

Soçi’de düzenlenen Putin-Erdoğan zirvesinden çıkan kararlar geçen hafta Rus basınının ilgi odağı haline geldi ve farklı yorumlara yol açtı.

RF hükümetinin çıkarttığı Rossiyskaya gazeta yazarlarından Aleksandra Beluza, çeşitli engellere rağmen Moskova ile Ankara’nın Suriye için siyasi çözüm bulmakta kararlılık gösterdiklerini vurguladı ve ekledi: “Taraflar, askeri operasyondan vazgeçmekle bunu doğruladı.”

Argumentı i Fakti Gazetesi, dört buçuk saat süren müzakerenin neticesinde tarafların önemli hususlarda mutabık kaldığının altını çizdi. Dolayısıyla Rusya ve Türkiye liderleri, ikili ilişkilerin ne kadar yüksek seviyeye ulaştığını gösterdi. Bu gelişme ile ABD, İngiltere ve Fransa’nın Moskova ile Ankara’nın arasını açmaya yönelik çabaları boşuna gitmiş oluyor.

Kommersant Gazetesi’nde yayımladığı makalede Marianna Belenkaya, zirveden çıkan en önemli kararın askeri operasyonun yapılmaması olduğunu belirtti. Belenkaya diğer kararları şöyle sıraladı: Her iki taraf terörle mücadeleyi devam ettirmekte mutabık kaldı. Bununla beraber İdlib silahlı muhalefetin kontrolünde kalacak. Türkiye Cumhurbaşkanı’nın istediği zaten oydu.

Gazeteye röportaj veren “silahlı muhalefet liderlerinden” Fateh Hasun, bazı cihatçı grupların Soçi’de alınan kararlara karşı koyabildiğini bildirirken Suriye Devleti Kurma Partisi Başkanı Luay Hüseyin, Soçi Beyannamesi’nin geçici olduğunu ve Şam’ın er geç İdlib’i ele geçireceğini öne sürdü.

Milli Bolşevik Partisi lideri ve yazar Eduard Limonov, Regnum haber ajansı sitesinde, Türkiye’nin son anda Rusya Devlet Başkanını askeri operasyondan vazgeçirdiğini iddia etti. Limonov’a göre bölgede siyasi çözümün ihtimali az. Suriye’nin her köşesinde yenilgiye uğrayan cihatçı teröristler yıllardır İdlib’e sevk ediliyordu. Erdoğan’ın teklif ettiği şey de bölgede meydana gelen “korsan cumhuriyetine el sürmemek” oldu. Ancak elleri en çok kana bulaşan el-Nusra militanlarını “bir yerlere” göndermeyi kabul etti.

Gidecekleri tek yer Türkiye. Ondan sonra Erdoğan onları ne yapacak? Geldikleri ülkelere mi gönderecek? Yok edecek mi? TSK’ya mı katacak? Bilemiyoruz.

Peki, İdlib’de kalacak militanların ne yapacağı da meçhul. Koyun mu sürecek ve muz mu yetiştirecekler? Hepsi olabilir ama bildikleri şeylere yani savaşmaya devam etmeleri ihtimali daha kuvvetli duruyor.

Türkiye’nin istediği, finanse ettiği grupların İdlib’i kontrol etmeye devam etmesidir. Esad buna er geç alışınca Türkiye de İdlib’i “götürecek”. Ankara’ya İdlib’i hediye etmenin aşırı bir israf olacağını iddia eden Limonov, “Erdoğan’ın korumasının bizim büyükelçiyi öldürdüğünü unutmayalım” ifadesiyle yazıya nokta koydu.

Voyenno-Promışlennıy Kuryer sitesinde Amur Gadjiyev, Türkiye’nin İdlib’de kendi çıkarları açısından en baştan doğru davrandığına dikkat çekti. Ankara bölgede 12 gözlem noktası kurup dışarıdan gelen militanları filtreden geçiriyordu. Türkiye yanlısı militanlar ayrı tutulur, Arap ülkelerinin yandaşlarından silahlar alınırdı.

Gadjiyev’e göre Türkiye kuzey Suriye’de varlığını sürdürecek, sonradan “Hatay Planı’nı” benimseyecek. 1937 yılında bağımsızlığını ilan eden Hatay’ı İkinci Dünya Savaşı başlayınca “Türkiye’nin ilhak ettiğini” hatırlatan yazar, bugün aynısını yapmanın imkansız olmakla beraber Ankara’nın bunu hatırda tuttuğunu öne sürdü.

İdlib sorununu “radikal biçimde” çözmekten yana olan Şam, Moskova ve Tahran, Türkiye ile Batı’nın direnişi ile karşılaştı. Ne var ki olası askeri operasyonla çok sayıda mülteci Türkiye ve Avrupa’ya göçe zorlanacak. Dolayısıyla Soçi zirvesinin ana konusu göç önleyici bir çözüm bulmaktı.

Gazeta.ru’ya konuşan “Suriye Kürtlerinin Moskova temsilcisi” Cavad Muhammad, zirvede kararlaştırılan İdlib’de “insani koridorun” Suriye’yi nüfuz alanları ile bölmeye yönelik olduğunu iddia etti. Kendisine göre tek doğru çözüm teröristlerin bölgeden çekilmesi olacak. Ne var ki Türkiye buna direniyor. Muhammed’e göre işin sonunda Suriye, Türkiye, Rusya ve İran’ın kontrol ettiği bölgelere bölünecek.

Nezavisimaya Gazeta yorumcularından İgor Subbotin, Erdoğan’ın Rusya ile Batı arasında orta yol bulmaya daldığını öne sürdü. Kendisine göre “Rusya ve koalisyon ile beraber” çözüm için seslenen, son zamanlarda daha çok Batı’ya hitap eden Türkiye lideri, “sorumluluğu altında bulunan” eyaleti, ABD’nin yardımıyla kurtarmaya çalışıyor. Bu münasebetle Soçi zirvesinin ardından Putin’in Ruhani ile müzakere yapması mantıklı görünüyor. İran’ın da Şam ordusunun bütün Suriye topraklarını kontrol etmesini istediği çok açıktır.

Bununla beraber Subbotin Putin-Erdoğan görüşmesinin “ruble kurunu kurtardığına” dikkat çekti. İran, ABD Rus-Türk bildirgesini selamlarken Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkeleri daha temkinli davrandı, kararların yürürlüğe konmasının öneminin altını çizdi. Gene de ertesi gün ruble kuru arttı.

Ankara’nın, Şam’ın İdlib’e geniş çaplı saldırısını Rusya’nın yardımıyla önlemeye çalıştığını RBC TV’ye anlatan Türkolog ve Siyaset Bilimci Timur Ahmetov, söz konusu operasyonun Türkiye’nin prestijini büyük ölçüde zedeleyebileceğini vurguladı. Ahmetov “Üstelik militanların İdlib’de mağlubiyeti Türkiye’de yeniden terör olaylarına yol açabilir. Aynı zamanda Ankara’nın ileride Şam ile yapacağı Kürt sorunu üzerine pazarlıkta İdlib çok önemli bir koz olacak” dedi.

Türkiye ile var olan iyi ilişki bozmamayı ve Suriye’deki üslerinin güvenliğini sağlamayı amaçlayan Moskova’nın uzlaşmaya sıcak baktığını tahmin eden Ahmetov, Türkiye’nin çok zor uygulanabilecek yükümlülükler üstlendiğini belirtti ve “Bunu başaramazsa İdlib’de askeri operasyon kaçınılmaz olur” diye ekledi.

Rusya Uluslararası İşleri Konseyi uzmanlarından Anton Mardasov’a göre Soçi’de kararlaştırılan tampon bölgede Türkiye’nin kimi silahsızlandıracağı anlaşılır gibi değil, çünkü İdlib sınırı Türkiye yanlısı grupların elinde, halbuki Heyet Tahrir el Şam militanları daha içeride kalıyor. Mardasov, “Sanırım, iki ülke liderleri bu “güzel duran” amacı belirterek sadece ortaklaşa barış uğruna çaba sarf ettiklerini öne çıkardı” dedi.

Soçi’de alınan kararlar, Heyet Tahrir el Şam’a bağlı militanları silahsızlandırmaya veya ılımlı muhalefet içinde eritip saklamaya yönelik. Türkiye, teröristleri muhalefetten ayırma planını savundu, Rusya da zaten istemediği askeri operasyona katılmaktan kurtuldu. Gene de uzmana göre hem militanlar hem Şam ordusu tarafında çeşitli provokasyon beklenebilir.

Siyaset Bilimci Yuriy Barmin ise, Soçi müzakeresinin, “zaman kazanan Erdoğan’ın küçük bir zaferi” ile sonuçlandığını iddia etti. Bununla beraber Barmin’e göre alınan kararların, öngörülen süre içinde gerçekleştirilmesi şüphe verici. Çünkü silah bırakmak istemeyen bazı muhalif grupların TSK ile savaşa girme ihtimali büyük görünüyor.
 

TÜRKİYE’NİN İKTİDAR VE DEVLET BASINI NE DİYOR?

HÜRRİYET YAZARI: KORAY DÜZGÖREN

RUSYA’NIN DÜMEN SUYUNDA İDLİB POLİTİKASI

Türkiye Kürtleri beka sorunu olarak görmeye devam ettikçe Tahran’da, Soçi’de olduğu gibi İdlib’de de başarısız olacak ve ‘Pis işlere’ bulaşacak.

Suriye iç savaşını sahada bitirecek son adım olarak nitelendirilen İdlib kuşatmasında cihatçı güçlere yönelik operasyon şimdilik ertelendi.

Putin ile Erdoğan arasında Soçi’de yapılan zirvede Türkiye’ye, cihatçı güçleri ikna ederek, oluşturulacak 15-20 kilometrelik silahtan arındırılmış bir bölgeye geçirip oradan da İdlib’i terk etmelerini sağlaması için 15 Ekim’e kadar süre verildi.

Böylece bir hafta önce Tahran’da İran’ın da katılımıyla yapılan zirvede, Erdoğan’ın reddedilen ateşkes önerisi yerine, Soçi’de Türkiye’ye bir ay süre daha tanınmış oldu.

Bu kararla İdlib’teki cihatçıların temizlenmesi konusu tamamen Türkiye’ye havale ediliyor. Ayrıca, Türkiye’nin cihatçı terör örgütleriyle yakın ilişki ve işbirliği de resmen bütün dünyaya duyurulmuş oluyor.

Çünkü zirve sonrasında yazılı bir mutabakat açıklandı.

Bu Türkiye’ye verilen ilk süre değil.

Mayıs 2017’den beri Türkiye İdlib’de Rusya ve İran’la birlikte ateşkes için belirlenen garantör ülkelerden biriydi.

Bir buçuk yıldır bu görevini yerine getirmedi, bir buçuk yıldır durumu idare etti. Bölgenin çevresinde 12 gözetim noktası kurmakla yetindi. Bu pozisyonunu bölgeye ilişkin niyetlerini gerçekleştirebilme umuduyla asker sokmak amacı için kullandı.

Şimdi daha da zorlaşan şartlar altında 15 Ekim’e kadar bunu yapabilmesi pek olası görünmüyor.

Üstelik Rusya, artık Ankara’ya yeni bir zaman tanımayı da pek düşünmüyor olmalı. Hatta zaman geçirmeden Türkiye’yi sıkıştırmaya başladığı bile söylenebilir.

Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov önceki gün yaptığı açıklamada, çatışmasızlık bölgesinin sınırlarının belirlendiğini, cihatçıların da aralarında bulunduğu muhalif grupların silah bırakarak arındırılmış bölgenin dışına çıkma konusunda işbirliğine ikna edilmesi gerektiğini açıkladı.

Tabii bu işi yapacak olan Türkiye.

Ankara, sırf İdlib operasyonunu geciktirebilmek ve mümkünse engelleyebilmek uğruna böylesine ‘pis bir işi’ üslenmiş bulunuyor.

‘Pis iş’ lafını AKP’nin eski dışişleri bakanı Yaşar Yakış’tan ödünç aldım.

TÜRKİYE BOYUNDAN BÜYÜK İŞLERE KALKIŞIYOR

Yakış Ahval’deki, ‘Türkiye’den İdlib krizinin en pis işi yapması bekleniyor’ başlıklı yazısında Putin’in, İdlib operasyonunu niçin bir ay ertelediğini de değerlendiriyor.

Putin’in, Türkiye ile gelişmekte olan ikili ilişkileri ve Ankara’yı Astana sürecinde masada tutmanın avantajlı olduğunu düşündüğü için Türkiye’nin taleplerini kabul etmiş olabileceğini söylüyor.

Buna karşılık sadece bir askeri operasyonu ertelemeyi kabul ettiğini ifade ediyor.

Ayrıca Putin’in, ABD ve Avrupa’nın operasyona karşı Türkiye’yi desteklemeye hazır tavırları karşısında zaman kazanmak istediği de bir gerçek. İlaveten, Şam yönetiminin İdlib’de zehirli gaz saldırısı hazırlığı içinde olduğuna ilişkin Batı propagandasının da bu manevrayla şimdilik boşa çıkartılmış olduğu da değerlendiriliyor.

Bir anlamda Erdoğan Putin’in ekmeğine yağ sürmüş oluyor.

AKP’nin eski dişişleri bakanı, Soçi’de alınan kararları Rusya ve Türkiye açısından değerlendirirken Rusya’nın askeri operasyonu bir ay erteleyerek çok fazla bir şey kaybetmediğini, çünkü saldırının süresiz iptal edilmemiş olduğunu hatırlatıyor.

Türkiye açısından ise şunları söylüyor:

“Meselenin öbür yüzünde, Türkiye çok zor, riskli ve son derece karmaşık bir sorumluluk üstlendi. Üstesinden gelmek zorunda olduğu çok sayıda güçlük var.

İlk olarak radikal cihatçılarla ılımlı muhalifleri birbirinden ayırmak kolay değil. ‘Radikal’in ne demek olduğunu herkes farklı anlıyor.

İkinci olarak, Türkiye’nin ikna edemediği fraksiyonlar, kızarak Türkiye’nin aleyhine dönebilirler. Yani Türkiye’den İdlib krizinin en pis işini yapması bekleniyor.

Üçüncü olarak silah bırakmaya karar verdiğini söyleyen bir teröristin sözüne ne kadar güvenilebilir?”

Dışişleri eski bakanı Yakış bir uyarıyla yazısını bitiriyor:

“Dolayısıyla Türkiye boyundan büyük işlere kalkışmamalı.”

ANKARA BU PİS İŞLERE NİÇİN BULAŞIYOR?

Deneyimli diplomat, eski dışişleri bakanı Yakış’ın bu gerçekçi değerlendirmesini esas alıp sorarsak:

“Peki, Türkiye bütün tehlikesine, risklere rağmen bu pis işe niye kalkışmış olabilir?”

Türkiye’yi yönetenler uluslararası kamuoyuna, ‘İnsanı boyut’ gerekçesini ileri sürüyor. İdlib’de kan dökülmesinin önüne geçmek istediklerini söylüyorlar.

İç kamuoyuna ise, İdlib’in bir güvenlik, beka meselesi olduğu anlatılıyor.

“Amacımız, oradaki terör örgütlerini kollamak ve desteklemek. Mümkünse sınırlarımızın ötesinde, Kürtleri engellemek amacıyla bir güvenlik kuşağı oluşturmak. Bu cihatçı terör örgütlerinin ileride Kürtlere karşı kullanmak üzere Cerabulus-Azez bölgesinde üslenmelerini sağlamak.” diyecek halleri yok ya!

Rusya uzmanı olarak tanınan Dr. Kerim Has da yine Ahval’deki ropörtajında bu sorunun cevabını arıyor.

“Türkiye İdlib’de operasyonu niçin önlemek istiyor?” sorusunu, “İdlib’deki teröristler Suriye’nin kendi sorunu. Madem Suriye ordusu Rusya veya İran desteğiyle operasyon yapacak, Ankara’nın bu operasyon konusunda Şam’ın işini kolaylaştırması gerekirdi.” diye yanıtlıyor.

Türkiye’nin, operasyonda mümkün olduğunca minimum zararla ve minimum insanı trajediye yol açacak şekilde kolaylaştırıcı adımlar atabilecekken bunu yapmadığını belirtiyor.

Buna karşılık Türkiye’nin cihatçı teröristleri destekleyerek onların cesaretini arttırdığını ileri sürüyor. Oysa cihatçılara yardımı ve desteği kesseydi kaçacak yerleri kalmayan teröristlerin çok daha kolay teslim olabileceklerini varsayıyor.

Ve o da Yaşar Yakış’ın tespitlerine katılıyor:

“Bu insani krizi engellemek istiyorsanız bunun yolu Soçi’de imzalanan mutabakat değil.”

İDLİB’İN TEMİZLENMESİ TÜRKİYE’NİN YARARINA

İdlib’in cihatçı teröristlerden temizlenme operasyonu şimdilik ertelendi.

Dr. Has’a göre bu yapılırken cihatçı terör tehdidinin Türkiye’ye naklinin sorumluluğunu da Ankara tek başına üslenmiş oldu. Oysa İdlib’in cihatçılardan temizlenmesi Türkiye’nin yararına bir operasyon olabilirdi.

Oysa şimdi Türkiye, hep değindiğimiz, ‘Terörizm ve terör örgütleriyle içli dışlı bir ülke’ görünümünü pekiştirecek bir pozisyona düşmüş oldu.

Soçi’de imzalanan mutabakata göre, Türkiye İdlib’deki silahlı muhaliflerin yanı sıra El Nusra ve uzantısı Heyet Tahrir Şam gibi terör örgütlerinin bundan sonraki eylemlerinden birinci dereceden ve tek başına sorumlu olacak.

Dr. Has bu tarz bir sorumluluğun Türkiye için stratejik bir hata olduğunu söylüyor. “Bu sorumluluk Türkiye açısından hukuki bir durum da kazandı. Bu durumun ileride Türkiye’nin uluslararası imajına ve rolüne çok ciddi zararları olacağı kanaatindeyim” diyor.

Yani Türkiye’nin ileride terör destekçisi bir ülke olarak uluslararası hukuka göre suçlanabileceğini ima ediyor.

Buna rağmen, göz göre göre, neredeyse 8 yıldır hem Suriye’nin genelinde, hem de şimdi son perde olan İdlib’de niye böyle bir yanlış politika izleniyor olabilir?

Dr. Has bu durumu, iktidarın bölgedeki güvenlik tehdidini iç politikada beka sorunu vb. diyerek kullanmak isteyişine bağlıyor.

Bu sayede AKP iktidarı ortaklarıyla birlikte, ‘dış düşmanlar ve beka sorunu'nu gerekçe göstererek hamasi söylemler eşliğinde milli birlik ve beraberlik duygusunun güçlenmesi ve böylece muhalefetin ve kamuoyunun desteğinin sağlanması taktiğini uyguluyor.

Bu konular gündeme geldiğinde CHP ve kimisi ‘sol’ diğer bazı muhalif güçlerin her zaman iktidarın yanı başında, ona destek oluşu bu tezin kısmen doğruluğunu bize gösteriyor.

Ama hep belirttiğimiz gibi, özellikle baştan aşağıya yanlış olan ve vahim hatalarla dolu Suriye politikasında temel neden, evet, beka sorunu olarak ortaya çıkıyor.

Türkiye’yi yönetenlerin, sınırların içinde ve dışındaki Kürtlere ilişkin düşmanca hatta ırkçı yaklaşımları bu yanlış politikaların esas nedenini oluşturuyor.

Türkiye, Kürtleri beka sorunu olarak görmeye devam ettikçe Tahran’da, Soçi’de olduğu gibi İdlib’de de, hatta yarın Afrin, Cerebulus ve başka yerlerde de başarısızlığa uğrayacak, sorunlarına yeni sorunlar katacak ve ‘Pis işlere’ bulaşacak.

Bu kafayla gidilirse bundan kaçınması söz konusu bile değil.

****************

YENİ ŞAFAK YAZARI: MEHMET ACET

Rusya ve Türkiye arasında gerçekleştirilen İdlib anlaşmasını tanımayacağını açıklayan HTŞ ve Nusra gibi örgütlerin durumunun ne olacağına dair hükümete yakın medyada dikkat çekici yorumlar yayınlandı.

Yeni Şafak yazarı Mehmet Acet anlaşma ile Suriye ordusu İdlib’in uzağında tutulacağı için, “bu tür grupların temel gerekçesinin ortadan kalkacağını” savundu. Acet’in yazısının ilgili bölümü şöyle:

“Anlaşmanın ana çerçevesinin İdlib’in etrafında 15-20 kilometrelik bir tampon bölgenin oluşturulması ve bu bölgede Türk-Rus askerlerinin devriye gezmesi olduğunu biliyoruz.

Bu noktada, iki gündür yaygın bir şekilde dillendirilen bir soru akla geliyor.

Türkiye radikal gruplar, daha adlı adınca HTŞ sorununu nasıl çözecek?

Bu gruplarla karşı karşıya mı gelinecek?

Bir çatışma mı olacak?

Yoksa bu gruplar otobüslere bindirilip oradan çıkartılacak mı?

Meselenin perde arkasına bakınca aldığımız nabız, bu konunun ciddi komplikasyonlar üretmeyeceğine işaret ediyor.

Tabii, bu grupların otobüslere bindirilip bölgeden uzaklaştırılması gibisinden yöntemler uygulanmayacak.

Bunun yerine “Ortamın uygun hale getirilmesinden” söz ediliyor.

Tampon bölge ile rejim askerleri İdlib’in uzağında tutulacağı için, bu tür grupların temel gerekçesi ortadan kalkmış olacak.

Benim anladığım bu bağlamda Türkiye için anlaşmanın uygulanmasına dair zorlayıcı bir faktör bulunmuyor.”

****************

STAR YAZARI: GERİ SAYIM BAŞLAMIŞTIR

Star gazetesi yazarı Yahya Bostan da, anlaşmanın Tahran’da değil de Soçi’de gerçekleşmiş olmasının “Ankara-Moskova ilişkilerinin güçlü olmasını gösterdiğini” söyleyerek, Nusra ve HTŞ için “geri sayımın başladığını” yazdı. Bostan’ın yazısının ilgili bölümü şöyle:

“Peki, 10 günde ne değişti? Tahran-Soçi arasında perde arkasında neler yaşandı? Bu soruların yanıtlarını özetleyeyim:

BİR. Ankara’da perde arkası gelişmelere vakıf kiminle konuşursanız konuşun herkes şunu söylüyor: Soçi uzlaşması Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın net, kesin ve kararlı tutumunun bir sonucudur. Erdoğan “Masum sivilleri rejimin insafına terk edemeyiz” demiş ve bütün politika buna göre şekillenmiştir.

İKİ. Bu tavır A’dan Z’ye bütün görüşmelerde, Tahran’da ve Soçi’de ortaya konmuştur. Eş zamanlı olarak diplomatik ve askeri hamleler yapılmıştır. İdlib’de geri adım atılmayacağı sadece Rusya ve İran’a değil ABD gibi ülkelere de diplomatik ve askeri kanallardan net bir şekilde anlatılmıştır. Bu trafiğin önemli bir kısmı kamuoyuna yansımasa da Tahran zirvesindeki paydaşların dikkatinden kaçmamıştır. Aynı zamanda sahaya yapılan yığınakla askeri tahkimat güçlendirilmiştir. Bu kararlılık mesajının altının boş olmadığını muhataplar kavramıştır.

ÜÇ. Anlaşmaya Tahran’da değil Soçi’de varılmış olması Türk-Rus ilişkilerinin öneminden kaynaklanmaktadır. Ankara-Moskova ilişkileri güçlüdür. Suriye’nin kuzeyinde çıkarlar örtüşmektedir. Moskova Ankara’nın İdlib konusundaki kararlılığı ve hassasiyetini görmüş, Türkiye ile ilişkilere verdiği önemi vurgulamıştır.

Soçi anlaşmasıyla masum sivillerin hayatı garanti altına alınmış, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerinin güvenliği tahkim edilmiş, Suriye’de nihai bir barış anlaşması yapılana kadar İdlib’e kimsenin dokunamayacağı gösterilmiştir. Şimdi İdlib’de daha fazla tahkimat zamanıdır. Silahsızlanma bölgesinin oluşturulmasında muhalifler için bir sorun yoktur. Nusra, HTŞ için ise geri sayım başlamıştır.”

ARAP BASINI NE DİYOR?

Uzun süredir hazırlıkları yapılan ve başlaması an meselesi olduğu söylenen İdlib operasyonu, Soçi’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin arasındaki görüşmede yerini ateşkese bıraktı. Tahran zirvesiyle su yüzüne çıkan anlaşmazlıklar yerine, Soçi’de bir uzlaşmanın çıkması, Arap basınında farklı şekillerde yorumlandı.

Operasyona kesin gözüyle bakan bazı gazete ve yazarlar, İdlib uzlaşmasının geçici olduğunu ve operasyonun iptal edilmediğini, sadece ertelendiğini söylerken, kimi köşe yazarlarına göre, bu uzlaşmayla HTŞ (Nusra Cephesi) gibi radikal unsurlar tasfiye edilecek ve İdlib’te bir askeri operasyon olmadan çözüme gidilecek. Ancak burada en çok merak edilen konulardan biri HTŞ’nin tasfiyesinin nasıl olacağı ve Türkiye’nin nasıl bir siyaset izleyeceği oldu.

Soçi zirvesi ve varılan ateşkesle ilgili akıllarda kalan soru işaretleri tartışılırken Suriye’nin Lazkiye kentinde bir Rus uçağının düşmesi yeni bir gündem oluşturdu. Uçağı düşürenin İsrail değil de Suriye hava savunma sistemleri olduğunun anlaşılması üzerine Rusya bir açıklama yaptı.

Ancak Rusya’nın açıklamaları da yeni bir tartışma yarattı. Zira Rusya, İsrail’i Lazkiye’deki operasyonuyla ilgili haber vermemekle suçladı. Bu da, daha önceki İsrail hava operasyonlarının Rusya’nın bilgisi dahilinde gerçekleştiği yönündeki yorumları haklı çıkardı.

‘İSRAİL’İN KREMLİN’E MESAJI’

Ürdünlü stratejist Oraib el Rintavi El Düstur gazetesindeki köşesinde, Lazkiye’de düşen Rus uçağıyla ilgili değerlendirmesinde, bu olayda İsrail’İn Kremlin’e güçlü bir mesaj vermek istediğini yazdı. El Rintavi ayrıca, Moskova’nın bu hadiseden sonra Rusya’nın Suriye hava savunma kuvvetlerini güçlendirme yoluna gidebileceği görüşünde:

“İsrail’in Rusya ile dalaşa girmesi ne bir hedeftir ne de İsrail’de farklı askeri ve siyasi taraflar açısından istenen bir durumdur. Üstelik İsrail ve Rusya ilişkileri son dönemlerde tarihte hiç olmadığı kadar gelişme gösterdi.

Ancak bunun yanı sıra İsrail Kremlin’e güçlü bir mesaj göndermek istiyor. Bu mesajda da, Rusya’nın Suriye sahasındaki varlığının İran’ın nüfuzunun kırılması çabalarını ve İran’a bağlı üslerle milis kuvvetlerin hedef alınmasını engellenmeyeceği gösterilmek istendi. İsrail herhangi bir kırmızı çizginin aşılmasını hedefine ulaşmadan engellemek siyasetine devam edeceğini kanıtlamak istiyor.

‘RUSYA SURİYE’YE ASKERİ VE SİYASİ DESTEĞİNİ ARTTIRABİLİR’

Yazara göre bu olaydan sonra Rusya Suriye’ye askeri desteğini arttırabilir hatta baba Esad döneminden beri gündemde olan S-300 hava savunma sistemlerini Suriye’ye verebilir:

“Rusya bundan sonra Suriye ordusunun hava savunma kuvvetlerini güçlendirebilir ve Suriye ordusuna S-300 füzelerini verebilir. Böyle bir karar ABD ve İsrail’i kızdırabilir ancak her iki müttefik de arkadan vurulduğunu ve onurunu zedeleyecek darbeler aldığını düşünen Rusya’nın önünde çok fazla seçenek bırakmıyor.”

Suriye basınında da bu olayla alakalı olarak, Rusya’nın Suriye’ye daha fazla destek vermesinin beklendiği yer aldı. El Savra gazetesi yazarı Mustaf Mikdad, akıllara ilk gelenin, Rusya’nın Suriye’yi özellikle askeri alanda daha fazla donatması olduğunu yazdı:

“Akıllara ilk gelen Rusya’nın Suriye’ye askeri sahada daha fazla destek vermesi. Hatta siyasi, ekonomik, stratejik ve teknolojik olarak da. Belki Suriye ordusunun daha gelişmiş füze ve silahlarla donatılması da. Ancak stratejik açıdan bir karşılık verilmesi ise uzun zaman alır.”

‘ŞEYTAN AYRINTIDA GİZLİDİR’

Londra merkezli Kuds El Arabi gazetesi, Rus uçağının düşürülmesiyle ilgili, Rusya’nın yaptığı açıklamayı mercek altına aldı. Gazeteye göre Rusya’nın açıklamasından, İsrail’in bu tür saldırıları Rusya’nın bilgisi dâhilinde oluyor:

“Bir İngiliz atasözünün dediği gibi şeytan ayrıntıda gizlidir. Rusların, İsrail’in yapacağı saldırı dolayısıyla geç haber verdiğini açıklaması, İsrail’in İran ve hatta Suriyeli hedeflere yaptığı saldırılar konusunda Rusya ile anlaştığını gösteriyor.

Ancak İsrailliler bu sefer belli bir sebepten dolayı Ruslara haber verecekleri zamanda bir değişikliğe gittiler. Belki de vurulacak yerin öneminden kaynaklanıyordur. Veya bu durum aradaki anlaşmanın esnekliğinden kaynaklanıyordur ve İsrailliler orada Rus uçağı bulunacağını hesap edemediler. Hatta Suriye’nin hava savunma sistemlerinin aktif olmasını beklemiyorlardı belki de. Dolayısıyla Moskova ve Tahran’ın İran’a karşı olan ittifakı ve Suriye rejimi ve subaylarını küçümseme tavrıyla iç içe girdi. Zira bir Rus askeri yetkilisi açık açık Suriyeli subayların çok iyi eğitilmediğini ve düşmanla dostu ayıramayacağını söylemişti.”

‘İDLİB SURİYE’DEKİ SON SAVAŞ DEĞİL’

Lübnan El Anvar gazetesinden Refik Khouri, Soçi’de varılan İdlib uzlaşmasını çok farklı bir açıdan yorumladı: İdlib’te Suriye, Rusya, İran ve Türkiye’nin önceliklerini anlatan yazar, İdlib’in Suriye’deki son savaş olmayacağını belirterek, Türkiye’nin ve desteklediği grupların kontrolü altındaki bölgeleri ve SDG’nin idare ettiği toprakları işaret etti:

“Kimse gelişmelerin ne yönde seyredeceğini bilmiyor. Şam ve Tahran için öncelik İdlib’te bir askeri operasyon ve bundan sonra siyasi çözüm. Tabii bu durum bir yandan da Türkiye’nin rolünü de zayıflatmak için. Moskova’nın önceliği ise, savaşı bitirip bütün tarafları ikna edebilecek, yeniden imar için kapıyı açacak ve mültecilerin geri dönüşünü sağlayacak bir uzlaşmayı sağlamak. Ve tabii ki de bunu hem bölgedeki hem de Suriye’deki kazanımları koruyabilmek için kullanmak.

Ankara’nın önceliği ise, Kürt kâbusunu sona erdirip Kuzey Suriye’deki nüfuzunu Türk ulusal güvenliği bahanesiyle korumaktır. Ayrıca başaramadığı rejimi devirme hedefine alternatif bir çözüm getirmek.

Ancak İdlib savaşı Suriye’deki son savaş olmayacak. Afrin, El Bab gibi Türkiye’nin ordusuyla ve desteklediği silahlı gruplarla kontrol ettiği bölgelere ne demeli? Yine aynı şekilde Fırat’ın doğusuna ne demeli? Zira Suriye Demokratik Güçleri burada ABD’nin ve Avrupa’nın açık desteğiyle Suriye topraklarının çeyreğini kontrol ediyor. Bunun yanı sıra IŞİD’in bundan sonraki taktiği haline gelen gerilla savaşına ne demeli?”

‘RUSLAR ATEŞKES KARŞILIĞINDA TÜRKLER’DEN NE ALDI?’

Rai Al Youm gazetesi başyazarı Abdulbari Atvan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında Soçi’de yapılan görüşme ve bu görüşmede varılan İdlib uzlaşmasıyla ilgili akıllara gelen soruları yazdı. Atvan’ın soruları arasında, Rusya’nın Türkiye’nin ateşkes teklifine ne karşılığında evet dediği de var:

“Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun Rusya Devlet Başkanı Putin ile mevkidaşı Erdoğan arasındaki görüşmeden sonra, İdlib’te yeni bir askeri operasyon olmayacağını açıklaması, Rusya’nın Erdoğan’ın Tahran zirvesinde talep ettiği ateşkesi kabul ettiği anlamına geliyor.

Kapalı kapılar ardında yapılan görüşmelerle ilgili cevaplanması gereken birçok konu ve soru var. Bunlardan ilki, anlaşma uyarınca 20 kilometrelik silahlı bölgeyle ne hedefleniyor? İdlib’teki sivil halkın savaş bölgesinden uzaklaştırılması amacıyla bu bölgeye yerleştirilmesi mi planlanıyor? Yoksa silahlı grupların geçici olarak küçük bir cebe yerleştirilmesi mi düşünülüyor?

İkinci önemli soru ise, Ruslar, operasyonun ertelenmesi karşılığında Türkler’den ne aldılar? Bir başka soru ise şimdiki adı Heyet Tahrir Eşşam olan Nusra Cephesi ve diğer selefi unsurlara ne olacağıyla ilgili. Ayrıca silahsız bölgenin ömrünün ne olacağı ve Suriye devletinin egemenliğine ne zaman gireceği de ayrı bir soru.”

DEVRİMCİ BASIN NE DİYOR?

İdlib anlaşmasını gündeme taşıyan Evrensel yazarı Hediye Levent köşesinde ‘İdlib anlaşması çökerse Türkiye ne yapacak?’ sorusuna yanıt aradı. Levent’e göre anlaşmanın çökmesi durumunda “Rusya ve Şam, büyük ihtimalle İdlip’e askeri operasyon için hazır beklettiği güçlere operasyon emri verecek. Türkiye ise ABD ve Rusya arasına daha da sıkışacak”

Hediye Levent’in Evrensel’de yayımlanan ‘Türkiye’nin Pirus zaferi‘ başlıklı köşesi şöyle;

Türkiye ve Rusya arasında varılan anlaşma ile İdlip’e yönelik askeri operasyon ertelendi ancak İdlip nedeniyle yükselen tansiyon da kolay kolay düşecek gibi görünmüyor.

Türkiye, bir süredir İdlip’e yönelik askeri operasyonu iptal ettirmeye veya erteletmeye çalışıyordu. Bir önceki görüşmede Erdoğan ve Putin arasında canlı yayında gerçekleşen ateşkes polemiğini muhtemelen herkes hatırlıyordur.

Önceki gün gerçekleşen ve anlaşmaya varıldığı duyurulan görüşmede İdlip’e yönelik askeri operasyon seçeneğinin en azından şimdilik askıya alınması ile Türkiye İdlip’te istediğini sağlamış görünüyor. Ancak anlaşmanın detaylarına bakıldığında Şam ve Rusya’nın uzun süredir “Türkiye’nin sorunu” olarak gördüğü İdlip’i artık Türkiye’nin de kendi sorunu olarak gördüğünü söylemek mümkün.

Anlaşmaya göre;

– İdlip’teki silahlı gruplarla Suriye ordusu arasında 15-20 kilometrelik silahsız bölge oluşturulacak.

– Silahlı grupların ellerindeki ağır silahlar çekilecek.

– Türkiye ve Rusya birlikte devriye gezecek.

– Kentteki on binlerce cihatçı ile Rusya ve Şam açısından ‘makul’ sayılabilecek muhalif ayrıştırılacak.

– Cihatçılar tasfiye edilecek.

Anlaşma konusunda her ne kadar Şam ve Rusya arasında fikir ayrılıkları olduğu öne sürülse de mevcut şartlar altında anlaşmanın Şam’ın da işine geldiği söylenebilir.

Çünkü anlaşmaya göre;

– İdlip’e askeri operasyon yapılmayacak ancak kent kuşatma altına alınacak ve bu kuşatmanın güvenli bir şekilde devamı da Türkiye ve Rusya sayesinde sağlanacak.

– İdlip’e yönelik operasyon ertelendikçe kent içindeki silahlı gruplar arasında zaten varolan gerginlikler de tırmanacak.

– Görünen o ki, Türkiye, silahlı grupların bölgelerinde

devriye gezecek ve o bölgelerin sorumluluğunu üstlenecek. Rusya ise, Suriye ordusu kontrolündeki bölgelerin sorumluluğunu alacak. Oluşturulması planlanan 15-20 kilometrelik bölgede de Türkiye ve Rusya’nın olur verdiği cihatçı olmayan gruplar kalacak gibi görünüyor.

– Savaşmaya hazır olduğunu duyuran radikal örgütlerin tasfiyesinden Türkiye sorumlu.

Türkiye her ne kadar İdlip’e yönelik bir operasyonu erteletmeyi başarsa da cihatçı yapıların belirlenmesi ve tasfiyesi gibi içinden çıkılmaz ve Türkiye’ye tehdit oluşturacak bir sorumluluğu üstlenmiş oldu.

Anlaşmanın imzası kurumadan İdlip’teki Nusra Cephesi, Türkistan İslamcı Partisi, Ceyş-ül İzza gibi el Kaide uzantısı gruplar “Anlaşmayı tanımadıklarını” duyurdu.

Zaten İdlip’teki tehlikeli oluşumlar da bunlar. Çeşitli grupların silahlı militan sayısı el Kaide uzantılı örgütlerin militan sayısından fazla olsa da nitelik açısından el Kaidecilerin daha etkili ve kapasitelerinin daha yüksek olduğu açık.

Peki Türkiye bu grupları anlaşmaya uymaya nasıl ikna edecek?

İdlip’te sıkışan bu grupların gönderileceği bir yer bulunacak mı?

Anlaşmayı tanımadıklarını duyuran bu gruplar Türkiye’yi hedef alır mı?

Israrla anlaşmayı tanımazlarsa ve ağır silahlarını teslim etmezlerse Türkiye nasıl bir yaptırım uygulayacak?

Türkiye, halihazırda Türkiye sınırında olan el Kaide uzantılı grupların hem sözcüsü hem de bu grupların bütün eylemlerinde tek muhatap olma konumuna sıkıştırdı kendini. Peki bu gruplara sözünü nasıl dinletecek?

Kaldı ki, Rusya ve Şam’a göre, İdlip’teki silahlı grupların cihatçı olan-olmayan şeklinde ayrıştırılması neredeyse imkansız. Çünkü, her bir militan birçok kez saf değiştirip farklı gruplara katıldı.

Yine, Türkiye-Rusya anlaşmasından kısa süre önce İdlip’te Türkiye’ye “sıcak mesajların” verildiği bir gösteri yapıldı. Gösterinin en çarpıcı karelerinden biri Rus Büyükelçisi Karlov’u öldüren polisin resmi ve altında yazan “Türkler kardeşimiz” mesajıydı. İdlip’teki silahlı grupların büyük ölçüde profili bu!

Türkiye, bu sorumluluğa denk gelecek ölçüde ne kazandı, şimdilik belirsiz.

Türkiye, anlaşmanın uygulanması konusunda başarısız olursa ve anlaşma, şartları gerçekleşmediği için çökerse ne olur?

Rusya ve Şam, büyük ihtimalle İdlip’e askeri operasyon için hazır beklettiği güçlerine operasyon emri verir. Rusya da, “Türkiye, operasyonun ertelenmesini istiyordu. Biz de istediğini yaptık ancak başarısız oldu” der. Bu durumda Türkiye’nin elinde anlaşmanın yapılmasından çökmesine kadar geçen sürede üstlendiği sorumluluklar ve karşı karşıya kaldığı tehditler dışında bir şey kalmaz.

Anlaşmanın hemen ardından İsrail Suriye’yi bir kez daha vurdu. Rusya’nın açıklamalarına göre, bir Rus uçağını kendine kalkan yapan İsrail ile Rusya ilişkileri de gerildi. Ki Rusya, Suriye’deki sürece dahil olduğundan beri Suriye-İsrail gerginliklerine karışmamayı tercih etmiş ve İsrail ile ilişkilerini korumayı amaçlayan bir politika yürütmüştü.

İsrail düşen Rus uçağı nedeniyle beklendiği gibi Suriye’yi ve müttefiklerini sorumlu tuttu. Ancak Rusya’dan yapılan açıklamalara göre, Rusya’nın öfkesi hâlâ yatışmamış.

Bu gerginlik de Türkiye’yi etkileyecek gibi görünüyor. İdlip anlaşmasından memnun olmayan ABD, İsrail ve Avrupa ülkeleri dahil geniş bir kesim var.

Türkiye, İdlip’te üstlendiği riskli role ek olarak ABD ve Rusya arasına iyice sıkışmasına sebep olabilecek bir pozisyona da saplanabilir.

Her halükarda, son gelişmelerle bir kez daha sorulması gereken tek soru var? Türkiye’nin mevcut Suriye politikasından vazgeçmemesini sağlayan kazancı ne?

Başlıkta kullandığım ‘Pirus Zaferi’ benzetmesi oldukça klişe ancak Türkiye’nin İdlip dahil Suriye politikasının meyveleri olan kazanımlarını tam olarak ifade edebilecek başka bir benzetme bulmak güç.

POLİTİKA NE DİYOR?

Takipçi ve okuyucularımıza, Rus, Arap ve Türk basınının görüşlerini aktardıktan sonra ve EVRENSEL’den Hediye LEVENT’in ayrıntılı değerledirmesini sunduktan sonra biz çok kısa ve maddeler halinde görüşlerimizi toparlamak istiyoruz.

1) Orta-Doğu’da yürüyen savaşlar sürekli bir III. Dünya Savaşı’nın bileşenleridir. Balkanlar, Afganistan, Irak, Kuzey Afrika ve Yemen’den sonra Suriye bu savaşın şu anda icra edildiği alandır.

2) Dolayısıyla kurulan ittifak ve oluşan müttefiklikleri sadece yerel ve bölgesel açıdan değil uluslararası alanda ABD ve NATO emperyalistlerinin yer alımına göre değerlendirmek gerekmektedir.

3) Bugüne kadar tüm kayıp, zarar ve acılara karşın savaşın kazananı Suriye’dir. Suriye’nin bu kazanımı Rusya ve İran’ın duruşları sayesindedir. Türkiye bu anlamda kaybeden taraftadır.

4) ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi” iflas etmiştir ama ABD pes etmemektedir. Türkiye’nin BOP ortaklığı resmen bitmiş, Rusya, İran ve Çin ittifakına yüzünü dönmüş, bu ülkelerin desteğiyle 2011 - 2017 yılları arasında yürüttüğü ve halen de yürütmekte ısrar ettiği Suriye politikası konusunda çark etmiştir. ABD ve NATO, Türkiye’yi tekrar BOP’un içine çekmeye çalışmakta, Türkiye de bu pazarlık olanağını kullanarak sürdürmeyi yakın zamanda hızlandırmıştır. Önce Fransa, sonra Almanya ve şimdi de ABD ile girilen “sıcak” görüşmeler bunun işaretleridir.

5) Eğer Türkiye ABD ve NATO ile eski durumuna döner ve Rusya, İran, Çin ittifakına ihanet ederse bölgede en fazla kaybeden güç olacaktır. Bu şu aşamada kazandığı anlamına gelmemektedir. Türkiye savaş politikaları ile kaybeden tek ülkedir ancak durumunu kurtarmak için Rusya ve İran üzerinden dolaylı olarak geri çekilme ve uzlaşma politikaları izlemektedir.

6) Türkiye Soçi anlaşmasında girdiği taahhütler ile İslami-faşist çete örgütlenmeleri ile olan doğrudan bağını kabul etmiş olmaktadır. Verdiği sözleri yerine getirmezse Rusya İdlib’de operasyon yapma hakkını kullanacaktır. Süre 15 Ekim’de bitmektedir.

7) Türkiye Soçi taahhütlerinin aksine diplomatik entrikalara baş vurursa Rusya ve İran açık olarak ortaya çıkmamak koşuluyla Suriye’nin İdlib operasyonunu destekleyecektir ve bu operasyon yapılacaktır.

8) Rusya ve İran, Türkiye’yi ABD ve NATO karşıtı blok içinde veya en azından “iki camii arasında beynamaz” konumda tutmak için politika yapmaktadır. Türkiye ile Rusya’nın girdiği ekonomik yatırım ilişkilerinin sürekliliği ve İran’a karşı ABD ambargosu karşısında Türkiye’nin ambargo kurallarına uymamasını sağlama amacı politik taviz ve taktiklerin de kullanılmasına ortam sağlamaktadır.

9) Ortadoğu’da ABD ve NATO karşıtı strateji bellidir. Türkiye’nin hangi safta yer aldığı önemsiz olmamakla birlikte devrimci güçlerin Türkiye’nin Ortadoğu politikalarını red etmesi ve yargılaması değişmeyecektir. Bir tarafta ABD, NATO ve İsrail, diğer tarafta kapitalist ülkeler olmakla birlikte çıkarları ABD emperyalizmi, NATO ve İsrail ile çelişen ve anti-ABD rol üstlenmiş ülkeler.

10) Kürt Özgürlük Hareketi’nin bu ortamda girdiği ittifaklar ayrıca hassasiyetle ele alınmalı ve Suriye konusunda ABD emperyalizmi ve NATO bölgeden tam olarak sökülüp atılıncaya kadar kazanımlarını korumak ve tüm özerklik hakları saklı kalmak kaydıyla kayıtsız şartsız ABD emperyalizmine karşı konum almalı, Suriye devleti ile birlikte davranmalıdır. Rusya bu konuda gerekli güvenceleri ortaya koymaktadır. Aksi taktirde KÖH, bölgede ABD’nin BOP Projesi çerçevesinde ulusal kurtuluşçu, özgürlükçü ve anti-emperyalist geleneği ile uyuşmayan bir rol oynayacaktır. Bunu da kimse arzu etmemektedir.

11) Türkiye, Suriye ile barışmalı, savaşın saldırgan ayağından hemen çekilmelidir. Türkiye, Kürt Özgürlük Hareketi ile diyalog yoluyla Batı ve Güney Kürdistan sorunlarının müzakeresi dahil tutum takınmalıdır. Bu diyalog Kuzey Kürdistan için de çözümler üretecektir. Türkiye, Rusya, İran, Çin ve Suriye ile, Kürt Özgürlük Hareketinin de katılımıyla ABD ve NATO’nun bölgeden sökülüp atılması, Israil politikalarının ise geriletilmesi konusunda aktif rol üstlenmelidir.


Konuyla ilişkili diğer makaleler