Kaygan Zeminde Politika ve Yığınların Örgütlenmesi

Kaygan Zeminde Politika ve Yığınların Örgütlenmesi

Ülke kaygan bir zeminde patinaj yaparak yönetilmeye çalışılıyor. Avrasyacı Ergenekoncular ile Amerikancıların yaşadıkları çelişkiler gün be gün su yüzüne çıkıyor. Amerikancılar Rusya ve Çin ile ilişkilerin sıkılaştırılmasına kesin kes karşılar. Sadece ekonomik olarak Türkiye’nin gereksinimlerini karşılayacak bir ithalat ve döviz getirecek ihracat ilişkilerinden yanalar. Siyasi olarak bir duvar çekiyorlar. Avrasyacı Ergenekoncularda ise durum farklı. Onlar bünyelerinde geleneksel olarak barındırdıkları Amerikancı damarı yitirmediler. Yeni olarak Rusya ve Çin ile bağları güçlendirmek ama herkese eşit mesafede olmayı ön görüyorlar. Bu tek taraflı ABD bağımlılığı ile de çelişmiyor. Çünkü ABD ile olan bağlarını tarihsel ve geleneksel olarak tarif ediyorlar. Sonuçta sermayenin ve onların devlet ve politikadaki uzantılarının aralarında uzlaşmaz çelişkiler mevcut değil ve bir yerde ortada tekrar buluşup birleşiyorlar.

Sermayenin ve devletin içindeki bu farklılık ülke politikalarını ve uygulamalarını her yönüyle etkiliyor. Kürt ulusal sorununun çözümü de buna dahildir. Erdoğan Amerikancılar ile daha bir kol kola hareket halindeyken bu sözde Çözüm Sürecini başlatmış, 15 Temmuz Olayları sonrasında Avrasyacı-Ergenekonculara yanaşmak zorunda kalınca bu süreci bitirmiştir. Bugün Orta-Doğu ve Suriye politikalarında da aynı farklılıkların etkilerini izliyoruz.

Uluslararası güçler ile ilişkiler bu düzeyde gel-git içinde ilerlerken ülkedeki ekonomik ve siyasal gelişmelerin gün geçtikçe daha da kötüye gitmesi hepimizin malumudur. Aynı iki çizginin rekabeti bu alanda da var. Amerikancılar tamamıyla ABD’ye ve ABD kontrolündeki uluslararası finans kuruluşlarına dayanarak sorunlara çözüm üretmek amacındalarken, diğerleri Rusya ve Çin ile ekonomik ilişkileri geliştirmeye de ağırlık vermekten bahsederken, diğerlerinin ABD ile ilişkileri korumak konusundaki görüşlerinden farklı düşünmüyorlar. Tek farkları, özellikle ekonomik olarak tek başına ABD’nin ve ona bağlı uluslararası kurumların kontrolüne girmemek yönünde. Ama altını çizerek tekrar edelim: Türkiye’deki sermaye güçleri ve onların devlet içindeki uzantılarının ABD ile köklü ilişkileri bakidir ve temel hiç bir çelişkileri yoktur.

Türkiye’nin AB ile ilişkilerindeki gel-gitler de sürüyor. ABD ile AB arasındaki çelişkilerden de yararlanmaya çalışan Türkiye, AB ile özellikle ekonomik ve askeri alanda işbirliğini geliştirerek aralarında mesafe oluşan politik sorunlarda mesafeyi tekrar kısmaya çalışıyor. Türkiye ile AB ülkeleri özellikle Almanya, Fransa ve Belçika ile olan sorunları uzlaşmaz ve köklü sorunlar değildir. Konjonktürel politik uygulamalardan kaynaklanan geçici sorunlardır. Şimdi AB ortak bir ordu oluşturma projeleri kurguluyor. Bu alanda hazırlıkları da oldukça ilerlemiş vaziyette. ABD buna karşı çıkıyor. Bu farklı yaklaşım NATO içinde de tartışmalara ve uyumsuzluklara neden oluyor. Gelin görün ki, AB ülkeleri ile bu denli çelişkilerinin olduğunu iddia eden Türkiye, kurulacak ortak AB ordusunun omurgasını oluşturmaya kendisini aday olarak görüyor. Bu bir çelişki gibi görülse bile bizce değil. Türkiye-AB ilişkileri böyle bir projede Türkiye’nin belirleyici olmasa dahi önemli bir konum tutmasına uygun ilişkiler sonucu şekilleniyor. Dolayısıyla boyalı burjuva basınının her manşetine de gereğinden fazla değer vermemek gerekmektedir.

***

Uluslararası ilişkiler bu merkezdeyken, bölgede de bu ilişkilerin yansımasını takip etmek mümkün. ABD, zamanında Büyük Ortadoğu Projesi olarak adlandırdığı projesini sürdürüyor. 2015 yılına dek bu projenin Eş Başkanlığı’nı taşıyan Türkiye, Ergenekoncu yapılanmanın baskısıyla bu projeye mesafeli duruyor gibi gözüküyor. Bunun tek bir sebebi var. Dört parçada Kürt ulusal sorununun çözümünün dayatması… ABD, zamanında Türkiye ile de mutabakat içinde çizdiği politikayı sürdürüyor. Suriye’de Kürt Özgürlük Hareketi ile uzun vadeli ve stratejik bir ittifak kurdu. Irak’ta Barzani’yi destekliyor. Türkiye’de de yasal Kürt siyasetini etkilemeye ve yönlendirmeye çalışıyor. ABD’nin KÖH ile iş birliği ise bu aşamada Türkiye’yi rahatsız ediyor. Onun için çoğunluk konularda anlaştığı ABD ile 2015’den itibaren bu konuda ters düşmeye başladı gibi gözükse de, derin ayrıntılara inildiğinde tam da öyle olmadığı ortaya çıkıyor.

Bu konu oldukça karmaşık bir konu. KÖH, Türkiye, DAİŞ ve Suriye merkezi hükümetinin saldırılarından korunmak için Rusya’dan yeteri kadar destek alamadıkları için, imha olmamak adına ve kazanılmış mevziileri korumak adına ABD ile iş birliğine girdiklerini söylüyorlar. Bu konuda KÖH’ni eleştirmek bize düşmez, ancak biz kendi durduğumuz yerden bakarak ABD ile girilecek her tür ilişkinin orta ve uzun vadede Kürt halkının özgürlük mücadelesine yarar değil zarar sağlayacağını söyleyebiliriz. Ve biz Türkiye’nin yine bir noktada Ortadoğudaki Kürt politikasında ABD ile koordineli yürüdüğünü öne sürüyoruz. Bu savımızın kokusu ortaya çıktı. Türkiye, ABD’den daha fazlasını istiyor, ABD ise bu aşamada temkinli davranıyor. KÖH yöneticilerinin başına konan milyonluk ödüller bu çerçevede değerlendirilebilir. Ancak Türkiye’nin ABD’den beklediği daha fazlası… ABD’nin PKK ve KCK’ye ayrı PYD, YPG ve SDG’ye ayrı yaklaşmasının ne derece doğru olduğunu belli bir zaman sonra birlikte izleyeceğiz. Bizce, konu taktiksel değil, gerçekten stratejik. Ve gerek ABD, gerekse Türkiye açısından hedeflenen PKK ve KCK’nin onların deyimi ile uysallaştırılmasıdır. Bunda başarılı olabilecekler mi? Şüpheli. Ancak, bunca yıllara dayanan siyaset, taktik ve strateji deneyimi olan KÖH’ün bu olguları yerinde değerlendirdiğini düşünmek istiyoruz. Değilse sadece ABD’nin değil, Türkiye’nin planları da gerçekleşmiş olacaktır.

Bizim ulusal sorunun çözümüne ilişkin yaklaşımımız ilkeseldir. Kürt halkının eşit haklı ve özgür bir halk olarak yaşaması neyi gerektiriyorsa onun savunulmasından ve gerçekleştirilmesinden yanayız. Bu uğurda enternasyonalist ve birleşik mücadeleyi savunuyoruz. Türkiye’nin demokratikleştirilmesinde ve sosyalizme yönelmesinde Kürt halkının devrimci-demokratik özgürlük mücadelesinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Kürt halkının yıllara dayanan zorlu mücadelesi ile elde ettiği kazanımların korunması ve geliştirilmesi, ulusal taleplerin ötesinde toplumsal ve politik ileri hedeflerin gerçekleşmesi için mücadelenin uzlaşmalardan uzak sürdürülmesi gerektiğini anlıyoruz.

***

Tekrar ülkenin iç durumuna dönersek, konu oldukça sorunlara gebe. Ekonomik sıkıntılar kriz aşamasına gelmiş ve derinleşme düzeyindeler. Siyasi olarak, en başta dikkat çektiğimiz, kaygan zeminde politika yapma çabası her gün yeni sürprizlerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Tam anlamıyla kısır bir döngü. Sermaye grupları arasında varolan kimi eğilim farklılıkları siyaset alanında burjuva partilerinin değişik isimler ile varlıklarını sürdürmelerine ve yenilerinin kurulmasını sağlıyor ama aralarında belirgin farklar olmamasını da beraberinde getiriyor.

Bugün toplumda AKP’nin en güçlü karşıtıymış gibi algılanan CHP, özünde hiç de öyle değil. CHP sayesinde AKP yıpranmışlığına karşın mevziilerini koruyor ve kaybettiklerini yeniden kazanıyor. Bunun ne anlama geldiğini önümüzdeki yerel seçim sürecinde daha net göreceğiz. AKP’nin alternatifi kesinlikle İyi Parti veya CHP değildir. AKP’nin ve tüm burjuva partilerinin alternatifi işçi sınıfı öncülüğünde tüm emekçi ve yoksul halkların gücüdür. Onun siyasallaşmasıdır. Devrimci Alternatif’i oluşturmak yerine, karşılığı olmayan siyasal ittifaklara bel bağlamak çıkmaz bir sokaktır.

HDP’nin devrimci demokratik mücadelede rolü çok önemlidir. Devrimci demokratik muhalefet HDP ile ve/veya HDP ile ittifak politikaları çerçevesinde yeni mevziiler kazanabilir. Bu sadece yerel seçimler için değil, aynı zamanda ekonomik, sosyal ve demokratik mücadele alanlarının tümü için geçerlidir. Neki, HDP tek başına yeterli değildir ve sınıf ile bağları zayıftır. Onun için bütün bunların başarılması ve sonuç alınması için işçi sınıfının ve yoksul halkların örgütlenip siyasete daha faal müdahale etmeleri sağlanmalıdır. Bu da Türkiye işçi sınınının devrimci güçlerinin ve özellikle de politik öncü örgütünün görevidir. Öncelikle bu konunun yol ve yöntemlerini belirlemek ve bıkmadan, usanmadan ilkesel ve stratejik olarak bu çalışmayı gerçekleştirmek için çalışmak ana görevdir.

Bir yandan işçi, emekçi, işsiz ve emekli yığınlara kendi sorunları temelinde yaklaşım gösterip, onların sorunlarına sahip çıkıp harekete geçmelerini sağlamak… Diğer yandan ise, işçi sınıfının devrimci alternatif önerilerini ortaya koyarak var olan düzen ile arasında olan farkları onların anlayacağı biçimde izah ederek onları kendi düzenleri için mücadeleye kazanmak… At başı birlikte yürütülmesi gereken çalışmanın içeriği budur.

Biçim olarak ise, belirli kalıplara saplanıp kalmadan sendikal ve demokratik alanda, yerelde ve işyerlerinde tüm örgütlenme biçimleri değerlendirilmelidir. Yerel girişimlerden mahalle, semt , ilçe ve il Konseylerine kadar, Fabrika temsilciliklerinden Fabrika ve Sektör Konseylerine kadar tüm biçimler değerlendirilmelidir. Önemli tek kıstas bu örgütlenmelerin siyasi örgütlerin iş birliği niteliğinde değil, bizzat yığınların bireysel katılımı ile şekillenmesi gereğidir. Bu nüveler, yığınlar haklarına sahip çıkmayı öğrendiklerinde mücadelelerini en doğru bir biçimde ifade edecekleri alanlar olacaktır. İşçi sınıfının öncüsünün sorumluluğu ve görevi de bu örgütlenmeleri yaratmayı birinci görev olarak gündemimize koyuyor.


Konuyla ilişkili diğer makaleler