Onbeşler’in Katli ve Güncel Mücadele

Onbeşler’in Katli ve Güncel Mücadele

Türkiye Komünist Partisi Yok Edilemez!

Türkiye Komünist Partisi kurucuları ve ilk Merkez Komitesi üyeleri, Genel Başkan Mustafa Suphi, Genel Sekreter Ethem Nejat dahil Onbeş yoldaşımızın kemalist burjuvazi tarafından katledilmelerinin üzerinden 95 yıl geçti.

Katliamın birçok boyutu var. Ekim Devrimi ve genç Sovyet Rusya’nın başarısı meselesi var; Komünist Partilerin uluslararası alanda örgütlenmesi meselesi var; Anadolu’da emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşı sürecinin kaderi meselesi var; Bu ulusal kurtuluş savaşının, toplumsal bir kurtuluş mücadelesine yükseltilme meselesi var; Aynı dönemde Almanya Komünist Partisi liderleri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in benzer yöntemlerle katledilmesi meselesi var... Bu veriler çoğaltılabilir. Ancak en önemlisi ve tüm bu verilerin birleştiği bir olgu var. O da Trakya, Anadolu ve Mezopotamya’da, şimdiki Türkiye’de, Marksist-Leninist temelde kurulan bir partinin, Türkiye Komünist Partisi’nin henüz doğarken yok edilmesinin hedeflenmesi gerçeğidir. Konuyu bu boyutu ile ele alalım.

Türkiye Komünist PartisiBurjuvazi, işçi sınıfının iş gücünü sömürerek varlığını sürdürebilir. İş gücü sömürüsü ve buna karşı mücadelenin üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kalkması, işçi sınıfının siyasi iktidarının kurulması ile ortadan kalkacağı Marksizm-Leninizm’in temel görüşüdür. Komünistleri, diğer tüm reformist yorumlardan ayırt eden de budur. Marks ve Engels’in geliştirdiği kurama göre de işçi sınıfı bu mücadeleyi ancak ve ancak kendi örgütünün öncülüğünde mücadele ederek kazanabilir. Lenin önderliğinde gerçekleştirilen Büyük Ekim Devrimi’ne giden mücadele süreci ve devrimin gerçekleştirilmesi, ardından ise proletarya diktatörlüğünün kurulması da işçi sınıfının politik örgütü partisi vasıtasıyla olmuştur. Lenin, parti teorisini daha da geliştirerek, burjuvazinin iktidarına karşı zafer kazanacak parti olarak Komünist Partileri’nin sahip olması gereken nitelikleri belirlemiştir. Bu tür partilere de biz Yeni Tip Leninci Parti adını veriyoruz.

Ekim Devrimi’nin başarısı ile tüm dünyada, Komünist Partiler oluşmaya ve kurulmaya başlanmıştır. Daha önce gruplar, yayınlar çevresinde, legal ve illegal çeşitli biçimlerde varlıklarını sürdüren komünist oluşumlar, Marksist-Leninist temelde partiler olarak yapılanmışlardır. Bu görevi de dünya çapında Komintern yürütmüştür. Tek tek ülkelerdeki partiler, Komintern’in bir şubesi olarak çalışmışlardır. Türkiye Komünist Partisi, partimiz de 10 Eylül 1920’de bu temelde kurulmuştur. On yıllara dayanan farklı grupların, örgütlenmelerin, yayınların, ülke içindeki ve dışındaki temsilcileri, delege olarak katılarak partimizi kurmuşlardır. Dolayısıyla TKP, o güne kadar sürdürülen Marksist devrimci mücadelenin geleneği temelinde, Sovyet devrimi ve onun uluslararası alanda önüne koyduğu hedefler doğrultusunda, yeni bir aşama ve niteliği ifade edecek biçimde kurulmuştur.

Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşu o güne kadar Balkan ve Anadolu topraklarında Türk, Laz, Gürcü, Kürt, Arap, Çerkes komünistleri ve farklı uluslara mensup komünistlerin, özellikle Bulgar, Rum ve Ermeni komünistler de dahil, yürüttükleri komünist mücadelenin inkarı temelinde değil, bu çalışmaların tümünün bir sonucu ama Büyük Ekim Devrimi ve Sovyet komünistlerinin mücadeleye kazandırdığı yeni nitelik temelinde gerçekleşmiştir. Aynen, dünyanın diğer ülkelerinde de olduğu gibi.

İşçi sınıfının mücadelesi uluslararasıdır. Emek-sermaye çelişkisi tüm dünyada çözülmesi gereken bir meseledir. O anlamda komünist hareketin uluslararası niteliği ve proletarya enternasyonalizminin ilkeleri her bir komünist partisi için temel ilkelerinden biridir. Ancak, bu mücadele, tek tek ülkelerde, ulusal sınırlar içinde yürütülecek sınıf mücadelesinin başarısı ile yürütülür ve belirlenir. Bu anlamda ulusal olan ile uluslararası olan arasında diyalektik bir bağ vardır. Bir parti ulusal sınırlar içinde ne kadar başarılı olursa uluslararası mücadeleye o kadar katkısı olur. Aynı şekilde uluslararası mücadelenin başarısı da ulusal sınırlar içinde yürüyen mücadelelere güç verir.

Türkiye burjuvazisi, komünistlerin enternasyonalist niteliğini istismar sebebi olarak kullanarak TKP’yi sürekli bir “dış güç” olarak nitelemeye ve “Sovyet Rusya’nın beşinci kolu” olarak karalamaya çalışmışlardır. Bu savları ile komünistleri toplumdan soyutlamayı denemişlerdir. Burjuvazi bu şekilde sınıf mücadelesinin uluslararası karakterinin içeriğini çarpıtarak işçi sınıfını ve ezilen, sömürülen emekçi halkları kendi ideolojisi doğrultusunda etkilemeye ve yönlendirmeye çalışmaktadır. Onbeşler’in katledilmesinde de geliştirilen senaryo yoluyla halkın galeyana getirilmesi bu ögeler kullanılarak yapılmıştır. Ve bu anti-propaganda o zamanlardan günümüze kadar sürdürülmektedir.

Türkiye Komünist Partisi’nin kadroları, kökleri Anadolu topraklarındadır. İdeolojimizin ve mücadelemizin evrensel karakteri bunun karşısına konulamaz. Bütün sorun, bu gerçekliği işçi sınıfına ve ezilen, sömürülen halklarımıza doğru biçimde anlatmaktır. Bu da burjuva toplumunun ideolojik yapılanması koşullarında çok kolay bir konu değildir. İşçi sınıfı ancak sınıf bilincini kazandığı vakit bu konuda burjuva ideolojisinin etkilerinden kurtarılabilir. Bu da işçi sınıfının kendi sorunları ve öz deneyimleri alanında yürüteceği mücadeleler içinde mümkündür.

Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve diğer katledilen yoldaşlarımızın, geçirdikleri ideolojik gelişme süreci, gördükleri eğitim, Marksist-Leninist düşüncelere sahip olana kadar geçirdikleri evrim, Büyük Ekim Devrimi’nin etkileri, Anadolu’daki milli mücadeleye bakış açıları, Doğu Halkları Kurultayı’nın içeriği ve TKP’nin 10 Eylül 1920’de kuruluşuna yol açan süreç bir de bu açıdan değerlendirilmelidir.

Günümüzde Mustafa Suphi ve yoldaşlarının mücadelelerini doğru olarak irdelemek, Partinin kuruluş dökümanlarını ve haince katledilmelerine kadar gelişen politik süreci değerlendirmek, bugün ve önümüzdeki mücadele süreçleri açısından çok zengin bir kaynak yaratmaktadır.

Mustafa Suphi yoldaş III. Enternasyonal’in kuruluş kongresinde yaptığı konuşmada şöyle demiştir: “... Yoldaşlar, çok açıktır ki Fransız-İngiliz kapitalizminin başı Avrupa’da olsa da, gövdesi Asya’nın verimli topraklarındadır. Biz Türk sosyalistleri için önemli ve birinci görev Doğu’daki kapitalizmin kökünü kazımaktır. Ancak bu yolla Fransız-İngiliz üretimini hammaddeden yoksun bırakabiliriz. Türkiye, İran, Hindistan ve Çin, Fransız-İngiliz endüstrisine kapılarını kapayarak, onu Avrupa borsalarına akma imkanından yoksun bırakacak, böylece iktidarın proletaryanın eline geçmesi ve sosyalist düzenin yerleşmesiyle sonuçlanacak, eli kulağında bir bunalıma yol açacaklardır. Buna ulaşmak için bölgesel devrimci hareketin ajitasyon yürütmesi ve Doğu halklarının Fransız-İngiliz emperyalizmine karşı ayaklanmaları lazımdır. Ama Doğu’yu nasıl devrimci kılacağız? Sık sık Doğu sorununun tartışıldığı, Doğu halklarının manevi hayatlarından söz edildiği, bunların daha iyi incelenmesi isteğinin ifade edildiği toplantılara katıldım. Çarlık rejimi Doğu’yu işte böyle inceliyordu. Söz konusu olan doğu halkalarını sömürmek için en iyi yolların bulunmasıydı. Bu sorunu bugün inceliyorsak, bu, ezilen Doğu’yu kurtarmak içindir. Doğu’yu bilimsel incelenmesine vakit ayırarak, silahlarımızı sıkıca ellerimizde tutmamız, Doğu’da devrimci bir ocağın örgütlenmesi amacımızı gözden kaçırmamamız lazımdır. Doğu haklarının Avrupa sermayesine başkaldırışı, Rus devrimi için olduğu kadar bugün tüm ülkelerin proleterlerini harekete geçiren –ki bu da onu İngiltere ve Amerika’nın sürekli tehdidi altına sokmakta ve bizim, yani Doğu’nun yardımının beklenmesini zorunlu kılmaktadır- genç Alman devrimi için de yararlıdır.

Bu nedenle Doğu halkalarının arasında devrimci ocakların kurulması III. Enternasyonal’in acil görevi olmalıdır. Güçlü ve genç Rus Kızıl Ordusunun bağrında, gelişen Türk askeri örgüt hücreleri kurulmaktadır. Bugün çeşitli Rus cephelerinde, Sovyetlerin gücünü korumak amacıyla Kızıl Ordunun yanında dövüşen bin kadar Türk için büyük bir yarar belirtmektedir.

Coğrafi konusundan dolayı, Türkiye daima Asya ve Avrupa arasında bir bağ oluşturmuş ve kapitalizmin dolaysız baskısı altında ezilmiştir.

Bütün bunlar bizlere dünya devriminin gelecek safhasında Türk proletaryasının önemli bir yer işgal edeceğini gösteriyor. Eminiz ki Türk proletaryası dünya sosyal devrimine dayanak olmak ve onu ilerletmek için bütün gücünü kullanacaktır.

Mustafa Suphi yoldaş, bu konuşmasında Türkiyeli komünistlerinin uluslararası mücadele içindeki ulusal görevlerini açık bir şekilde tarif etmiştir. Bu konuşma 1919 yılında yapılmıştır. Bunun ardından da Trakya, Anadolu ve Mezopotamya topraklarında emperyalizme karşı yürütülen ulusal kurtuluş savaşının uluslararası proletarya mücadelesi açısından önemi değerlendirilmiş, TKP’nin bizzat bu mücadeleye fiili olarak katılması, o döneme kadar yerel ve bölgesel olarak mücadelenin içinde olan komünist grupların koordine edilmesi ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaştırılarak Toplumsal Kurtuluş Savaşı niteliğine yükseltilmesi hedeflenmiştir. Türkiye Komünist Partisi’nin Birinci Programı ve Kuruluş Kongresi kararları bu amacı içermektedir. O dönemde bu amaçların başarılması bir yandan Anadolu topraklarında bir sosyalist devrimin gerçekleştirilmesi ile bu topraklarda “Amele ve Rençber Şûralar Cumhuriyeti’nin”, yani “İşçi ve Köylü Sovyetleri Cumhuriyeti’nin” kurulması hedeflenmekteydi. Burjuvazi kendisini bu hedefi her ne şekilde olursa olsun engellemek zorunda görüyordu. Bu amaçla önce Mustafa Kemal öncülüğünde 18 Ekim 1920’de, “resmi” bir “Türkiye Komünist Partisi” kurdular. Bu tarih, TKP’nin kuruluşunun ilanının beş hafta sonrasına tekabül eder. Ancak, bu parti ile gerçekleştirmek istedikleri işlevleri hayata geçiremeyince, bu partinin Sovyet Rusya ve Komintern tarafından tanınmasını sağlayamayınca ve aynı zamanda Mustafa Suphi’lerin Anadolu topraklarında yürüyen mücadeleye katılmalarını başka türlü engelleyemeyince 28-29 Ocak 1921 gecesi o hain cinayeti planladılar ve uyguladılar.

Mustafa Suphi yoldaşın bu konuşmasını, günümüz Ortadoğu koşullarında, ABD, Alman, İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin planları çerçevesinde değerlendirdiğimizde Türkiyeli komünistlerin, TKP’nin önündeki görevin değişmediğini görmekte zorlanmayız. Bu bağlamda o günün Kemalist yaklaşımların etkisi ile bugün yine Kemalistlerin devlet aklı içinde aldıkları yeri değerlendirdiğimizde, Marksist-Leninist ilkeler temelinde geliştirilecek bir politikanın önemini daha iyi görebiliriz. Ulusal olan ile uluslararası olan arasındaki görevlerin diyalektiği, o gün olduğu gibi bugün de geçerliliğini korumaktadır.

Buradan çıkarılması gereken önemli sonuçlardan biri de, burjuvazinin sınıf mücadelesini yanlış yönlendirmek için “resmi TKP” kurma girişimlerinden dahi çekinmeyeceğidir. Çünkü işçi sınıfının kurtuluşu ülküsü burjuvazi için her zaman bir karabasan gibi korku vesilesi olmuştur. Bunun güçlenebileceğini ve yığınlar içinde yankı bulacağını hissettiği dönemlerde böyle girişimlerde bulunmaktan çekinmemiştir.

CİA’nın Türkiye istasyon şefliği ve ABD Dışişleri Bakanlığı Türkiye masası sorumlusu görevlerini yerine getiren George Harris, Mustafa Kemal’in “resmi” parti kurma pratiğini yazdığı kitapta şöyle değerlendiriyor; ”(...) İstiklal mücadelesinin ilk safhaları esnasında, bir yerde, komünistlerin iktidarı elde etmelerine hemen hemen ramak kalmıştı. Bu tarihte komünist liderleri, Anadolu ihtilal hareketinin başlıca askeri gücünü teşkil eden önemli partizan birlikleriyle özel bir ilişki kurmayı becermişlerdir. Komünistlerin etkisine kapılmış bu güçlere, bu, Ankara rejimine karşı öylesi bir kafa tutma, meydan okuma tavrı takındırmıştı ki, Atatürk, filizlenmekte olan bu komünist hareketini kontrol altına alıp hizaya getirmek çabasıyla kendi resmi Türk Komünist Partisini kurmak zorunda kalmıştı. (...)“ (George Harris, Türkiye’de Komünizmin Kaynakları, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1979, s. 10-11).

Kemalist Burjuvazi, Onbeşler’in katlinden sonra “resmi” Türkiye Komünist Partisi’ni kapatmıştır. TKP’de kuruluş kongresine dahi katılmayan ve Mustafa Suphi’lerin Anadolu’ya geçiş kararına karşı çıkan Şefik Hüsnü ve avanesinin TKP yönetimine geçmesi burjuvazi açısından sorunun geçici olarak çözülmesini beraberinde getirmiştir. Şefik Hüsnü oportünizmi TKP’yi kemalist devletin peşine takmış, kemalist devletin dönüştürülerek sosyalizme ulaşılabileceği safsatasını politika haline getirmiştir. Bilen yoldaşın da 1973 Atılımı’nda izlediği politikanın kırmızı çizgilerinin belirlediği gibi, bugün de Türkiye Komünist Partisi’nde kurulalı beri iki damar vardı diyoruz; Bunların birincisi, bugün bizim temsil ettiğimiz, Mustafa Suphi’lerden başlayan ve Bilen yoldaş ile devam eden Kominternci, Bolşevik damardır, diğeri ise Şefik Hüsnü oportünizmi ile başlayan, Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli ve daha sonra TİP içinde yer alan partililerde ifadesini bulan Kemalist damardır. Bugün ve bundan sonra yürütülecek mücadelelerde izlenecek çizgide, bu iki damar karşısında duruşun niteliği olmazsa olmaz önem taşımaktadır. Bilen yoldaşa rağmen, Haydar Kutlu ve avanesinin 1983 V. Parti Kongresi’nin “rehabilitasyon” adı altında yaptığı tahribat mahkum edilmeli ve düzeltilmelidir. Bu olmadan TKP’yi likidasyon sürecine sokan politika da anlaşılamaz.

Komünist politika netlik gerektirir. Burjuvazi ile tüm ara bağlantıların kesilmesini ve ideolojik anlamda Marksizm-Leninizm’e, onun parti ve devrim teorisine arı bir yaklaşımı zorunlu kılar. Bu olgu, güncel görevlerin yerine getirilmesi ve yığınları kucaklayacak bir politik çizginin oluşturulması ile çelişki içermez. Aksine, reformizme ve her tür oportünist eğilimden korunarak sınıfa ve ezilen, sömürülen halklara gitmenin, onları sınıf bilinci ile donatmanın ön koşulu budur. Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve diğer yoldaşların izlediği ideolojik ve politik hattı incelediğimizde karşılaşacağımız temel unsur bu gerçekliktir. TKP’nin kuruluş süreci ve Birinci Kongresi ile Onbeşler’in katline uzanan süreç Marksizm-Leninizm temelinde net bir komünist politikanın ifadesidir. Bu bağlamda, Türkiye Komünist Partisi’nin varlığı ve mücadelesinin geliştirilmesi, partinin örgüt ilkeleri ve kadro politikasının niteliği belirleyici önem taşımaktadır. Geçmişten çıkardığımız deneyimler temelinde, günümüzün önümüze koyduğu görevleri yerine getirmek ve yarının mücadelelerine hazırlanmak, süreklilik içinde yenilenmemiz ile mümkündür. Burada süreklilik, geçmişten günümüze uzanan, başarıları ve yenilgileri ile taşıdığımız tarihsel deneylerdir, yenilenmemiz ise bu deneyler ışığında, Marksist-Leninist bilim temelinde önümüzdeki görevlere yönelik çizeceğimiz yoldur. Bu bağlamda elimizde bilimimiz ve partimiz gibi iki önemli silah vardır. Mustafa Suphi ve yoldaşlarından bugüne yaşayan partimiz, Onbeşler’in uğruna can verdikleri amaçları yerine getirme görevini bizlere yüklüyor. Bu zorlu ve bir o kadar da onurlu göreve ne denli layık olabileceğimiz bu emanete sahip çıkan bugünün kadrolarına bağlıdır.


Konuyla ilişkili diğer makaleler