İşçi Sınıfının Yolu ve Gençlik
“Barış, Demokratik Haklar, Özgürlük, Laiklik, Eşit Haklar, Halkların Kardeşliği, Birlik, Dayanışma, Toplumsal İlerleme ve Sosyalizm için...” belgisi altında eski ve yeni, genç ve yaşlı, militan ve sempatizan, işçi ve öğrenci, hep birlikte Çorlu’da buluştuk. İşçi sınıfımızın büyük eğitimcisi, ajitatörü-propagandisti Süleyman Üstün’ün hemşerileri, öğrencileri, arkadaşları, yoldaşları olarak Türkiye işçi sınıfının karizmatik büyük önderi Kemal Türkler’in “Çalışma Masası”’nın etrafında yan yana durduk, yüreklerimizi buluşturduk, beyinlerimizi birleştirdik. Heyecanla ve kararlılıkla yürüyoruz, Mustafa Suphiler’in izinde.
Doğanın bereketi, halkların beşiği ve proletaryanın yatağı Trakya’nın şirin ilçesi Çorlu’da çakılan kıvılcım adım adım, dalga dalga yayılarak ülkeyi sarıyor. Bu ateş, bir anda tutuşup parlayan saman ateşi değildir. Bu ateş, 1920’de Bakü’de tutuşan, Karadeniz’in azgın sularında kızıllaşan, bugün harlanan ve yarına akan sınıf mücadelesinin ateşidir. “Bu ateşi, kimse söndüremez!”
Ne kadar onur ve gurur duysak azdır. Bu onur ve gurur boşuna değildir. Bu, görev ve sorumluluklarımızın artığını, daha da artacağını ifade eder. Uğrunda çalışılmayan, yorulmayan ve özlem duyulmayan bir değer, gerçekten bir “değer” olabilir mi? Siz, güzel konuşan ve güzel şeyler söyleyen ama hiç bir şey yapmayan ve yapmaya ilgi duymayan bir insanın mücadeleci olduğunu söyleyebilir misiniz? Her sözün pratikte bir karşılığının olması gerekir. Teori ve pratik, diyalektik olarak iç içedir ve et ile tırnak gibi birbirinden koparılamaz.
“Bir Aşk Masalı: Ferhat ile Şirin” filmini izlemişsinizdir. Ferhat, Şirin için dağları delmeseydi, kavuşur muydu “aşk’ına, erer miydi muradına?” Büyük bir aşkla tutuşmasaydı Şirin için koca dağı deler miydi? Güney Afrika’da ANC lideri Nelson Mandela apartheide (ırk ayrımcılığı) karşı yiğitçe mücadele verdi. 27 yıl zindanda yattı. Geri adım atmadı, sonunda ANC’nin önderliğinde direnen siyah halk, “Irk Ayrımcılığı”nı ortadan kaldırarak eşit yurtaşlık hakkına kavuştu. İlyada, Troya savaşını anlatan bir destandır, yazarı ise Homeros’tur. MÖ 7. yüzyılda yazıldığı söylenmektedir.
Yukarıdaki paragrafta değişik zaman ve mekanlarda gerçekleşmiş, özü ve biçimi bir birinden farklı üç olguya değindik. Tarihsel süreçte oluşan bu olguyu ilerici insanlığın kabulu gibi biz de aynen kabulleniyoruz. Doğrusu da budur, ahlaki olan da. Gerçek bu iken, birilerinin egemen güçlerle anlaşarak, fırsatçılık yaparak, kalpazanca davranarak, resmiyeti meşruiyetin yerine koyarak Resmi TKP’lerini Mustafa Suphiler’in TKP’sinin yerine koymaya, güneşi balçık ile sıvamaya çalışmalarına ne dersiniz? Sizce bu oyun tutar mı? Hep birlikte göreceğiz.
Barışı, özgürlüğü ve sosyalizmi istemek, onları sevmeyi ve uğrunda mücadele vermeyi gerektirir. Ülkemizde ve Ortadoğu Bölgesi’nde barışa ve özgürlüğe ne kadar ihtiyaç duyulduğu apaçık ortadadır. İnsanlar, açlık ve yoksullukla boğuşurken ondan daha da önemlisi can derdine düşmüş durumdadır. Ülkede ve bölgede hatta dünyada kalıcı ve onurlu bir barışın sağlanması yaşamak ve özgür olabilmek için zorunludur. Halklar, barış istiyor. Halklar, birbirlerine kırdırılmak istemiyor. Katliamların, vahşetin ve savaşın bir an önce durdurulmasını ve bitmesini istiyor. Egemen güçler, silah tekelleri ve onların maşaları fanatik kesimler ise sürekli halkları birbirlerine karşı kışkırtıyorlar. Yoksul ve emekçi halk yığınlarının ekonomik-demokratik taleplerde bulunmaması, bilinçlenmemesi ve örgütlenmemesi için planlı programlı biçimde politika yapmaktadır. Televizyon kanallarını, gazeteleri, diğer basın-yayın araçlarını ve sosyal medyayı kendi çıkarları için amansız ve acımasızca kullanmaktadırlar. İslam dinini, diyanet işlerini, camileri ve okulları “seferberlik” için kullanmaktadır. AKP-Saray’a, faşizme karşı olan bütün basın-yayın ve medya organları çoktan yasaklandı. Gözaltılar, tutuklanmalar ve baskılar, hiç azalmıyor. İktidar, güç kullanarak ayakta kalmaya çalışıyor.
Tarihten ve yaşadıklarımızdan biliyoruz ki bu “devran” böyle gitmez. Ülkeyi kaosa götüren nedenler ortaya çıkarılacak ve sorumluları tarih önünde halka hesap verecektir. Bugün sırtını devlete dayayarak, halkın dini duygularını istismar ederek cami hoparlörlerinden avaz avaz bağırarak, ölüm fetvaları vermek Allah’ın hangi kitabında yazıyor, “Allah’ın verdiği canı, Allah’tan başkası alamaz!” denilmiyor mu, kutsal kitapların sayfalarında? Ölüm fetvaları okuyanlar, o emirleri verenler IŞİD’leşmiş veya IŞİD’in kendisi olmuyor mu? Yüzlerce insanımızı katleden terör örgütü IŞİD, Reina Katliamı’nı açıkça sahiplenerek ülke içindeki gerçek boyutunu ortaya koymaktadır. Komünistlerin “Şeriata, Başkanlığa ve Faşizme Hayır!” kampanyası somut ve güncel bir çalışma olarak barış, demokrasi ve sosyalizm mücadelesine katkı sunacaktır.
Barış, demokrasi, özgürlük ve sosyalizm mücadelesinin başarısı, gençliğin kazanılmasına, örgütlenmesine, bilinç düzeyinin yükselmesine ve pratik içinde deneyim kazanmasına ve militanlaşmasına bağlıdır. Ülkedeki ilerici, devrimci ve yurtsever gençliğin nicelik ve nitelik olarak örgütlülük düzeyi, işçi sınıfının devrimci hareketinin durumunu da gösterir. Bunun için işçi sınıfının öncü politik örgütü, gençliğe özel bir önem verir, onu kazanmak için canla başla çalışır.
Türkiye’de yığınsal gençlik hareketleri 1965 yılında kurulan FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu) kurulmasıyla başladı. FKF daha sonra DEV-GENÇ’e dönüştü. Gençliğin bu hareketliliğinden 1968 Kuşağı olarak adlandırılan dönemde farklı düşüncelere sahip THKP/C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi), THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu), TKP/ML (Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist) başta olmak üzere çeşitli siyasi örgütler kuruldu. İdeolojik farklılık, farklı örgütlenmeyi ve farklı bir politik mücadele vermeyi doğurdu. Bu farklılıklar her ne kadar bir “zenginlik” olduysa da özünde güçlerin parçalanmasına, güçlü merkezi bir örgütlenmenin tavan yapmasını olumsuz etkiledi. İşçi sınıfının tarihi rolünü önemsemeyen, üretimden gelen gücü yadsıyan, devrim ve sosyalizm mücadelesinde ancak ve ancak işçi sınıfının öncü güç olabileceğini kabul etmeyen hareketler dünyanın her yerinde ve her zaman başarısızlığa mahküm olmuştur. Gençlik sahip olduğu girişkenliği, değiştirme isteği ve gücünü, işçi sınıfının devrimci savaş yoluna kanalize ederse rolünü doğru oynamış olur. Hepimiz etrafta devrimci düşünce ve ideallare sahip, büyük laf eden, keskin konuşan, coşan, kimseyi beğenmeyen ve başına buyruk davranan genç devrimci tiplerle karşılaşmışızdır. Fakat aradan 4-5 yıl gibi kısa bir dönem geçtikten sonra o eski devrimci hallerinden eser kalmadığını görmüşüzdür. Bu özellik, işçi sınıfının devrimci savaş yolunda yürümeyen, “bağımsız” hareket eden gençliğe özgüdür.
“Gençliğin yolu, işçi sınıfının yoludur!” belgisini bize ilk öğreten Harun Karadeniz, sınıf çizgisini savunan bir gençlik önderi olarak grevlere destek oldu, baba ocağı Karadeniz’e giderek tütün mitinglerine katılarak emekçi köylülüğün mücadelesine omuz verdi. Pratikteki eylemliliğin yanı sıra Harun, düşünsel anlamda da aktif oldu. Her ilerici, yurtsever, devrimci ve komünist genç kişi O’nun “Eğitim, Üretim İçindir”, “Kapitalsiz Kapitalistler” adlı eserlerini mutlaka okumalı ve özümsemelidir.
Geçmişten ayrı geleneklerden gelerek bugün farklı düşünce ve yapılarda duran gençliği kucaklayarak birleştirmek ve işçi sınıfının devrimci mücadelesine kazanmanın görevi ve sorumluluğu işçi sınıfının öncü politik örgütüne düşmektedir. Bu görev yerine getirildği oranda işçi sınıfının devrimci hareketi, “Kadri Erol Yoldaş Komünist Hamlesi”’ni gerçekleştirmiş olacaktır. Bugün komünistler, yurtseverler, devrimci tutsaklar ve enternasyonalistler dikkatlerini bu noktada yoğunlaştırmış bulunmaktadır.
Her yeni yıl, işçi sınıfı için “eski” yılı değerlendirme, hata ve eksikliklerden ders çıkarma ve “yeni” yılı planlama ve mücadeleye daha ileri bir boyutta hazırlanmak demektir. Ve her yeni yılın ilk haftasına denk düşen 5 Ocak günü, “Yolumuz, işçi sınıfının yoludur!” belgisiyle yola çıkan antiemperyalist, antifaşist, antişovenist ve antikapitalist ilerici-yurtsever gençliğin demokratik, yığınsal örgütü İlerici Gençler Derneği’nin kuruluşunu anımsatır. İlerici-yurtsever Türkiye gençliği, daha yığınsal ve daha savaşkan bir ruhla 2017 yılını karşılıyor. Genç Komünistler, hamle yapmanın taşlarını bir bir döşüyorlar. Günlük çalışmalarında kitap okumaya, yazmaya, aktüaliteyi takip etmeye, örgütsel çalışmalarını geliştirmeye önem vermektedirler. Gençliğin içinde “gençliğin yolu, işçi sınıfının savaş yoludur!” belgisini pratiğe geçirmek komünist olmanın kıstasıdır.
Gençlik, geleceğimiz ve gözbebeğimizdir. Şimdi tam zamanıdır, “Kavel Grevi”ni yeniden okumak ve filmini birlikte izlemek. Neden “Kavel” mi? Türkiye işçi sınıfının direniş geleneğinde çok büyük bir rolü olduğu için beyinlere kazımak ve bugünün devrimci mücadele pratiğinde ders çıkarmak için.