9 Mayıs Zaferin Ruhu 77. Yılında Hala Barışın Ve Özgürlüğün Timsali! Bu Büyük Özgürlük Günü Dünya Halklarına Kutlu Olsun!

9 Mayıs Zaferin Ruhu 77. Yılında Hala Barışın Ve Özgürlüğün Timsali! Bu Büyük Özgürlük Günü Dünya Halklarına Kutlu Olsun!

Mareşal Jukov ve Y. Stalin

Sovyetler Birliği halklarının 9 Mayıs Zafer Bayramı, Moskova’da görkemli törenlerle kutlandı. Rus ordusunda Kızıl Ordunun ruhu yaşıyor. Kızıl ve orak çekiçli komünist semboller Kızıl Meydan’da dalgalandı. Bu, dostlara güven ve umut olurken anti-komünistlere korku saldı.

Bu, Sovyet halklarının kazandığını, Nazi Almanya’sının 9 Mayıs 1945'te teslim olmasını Dünya halklarına duyuran bir bayramdır. İlk olarak, 8 Mayıs akşamı Alman Teslim Belgesi'nin imzalanmasının ardından Sovyetler Birliği'nin 15 cumhuriyetinde aynı anda duyurulmuştur. 9 Mayıs 1945 gece yarısından sonra, saat 00.01 Moskova Saatiyle. 77 yıl önce kazanılan bu Zafer, Nazi Almanyası'nın 1945'te Sovyetler Birliği'ne teslim olmasının şanlı günüdür.  Dört yıllık savaşta yaklaşık 25 milyon vatandaşını kaybeden SSCB için Büyük Anayurt savunmasının özgürlük ilanıdır. Naziler teslim oldu, savaş son buldu! Hitler intihar etti. Nazi savaş makinesi subay, SS şefleri yargılandı. En üst görevde olanlar idam ve ömür boyu hapse mahkûm oldu. Bu sonuç tüm dünya diktatörlerine ibretlik bir ders olsun!

Faşist Hitler orduları Moskova önlerinde boy gösterdiğinde, Stalin ile Mareşal Jukov arasında şöyle bir konuşma geçer. Stalin, “Yoldaş Mareşal bana komünistçe bir cevap ver. Moskova’yı boşaltalım mı?” Mareşal Jukov, “Moskova’yı savunacak gücümüz var, boşaltmaya gerek yok Yoldaş. Moskova düşmeyecek...”

Bu sınırlı yazıda amaç, II. Dünya Savaşını anlatmak değil. Sadece bugünü anımsatmak ve önemine vurgu yapmak. 9 Mayıs 1945 gününün sadece Ruslara ait bir zafer olduğunu söylemek, bu şanlı günü çarpıtmak ve gölge düşürmeye çalışan anti-komünist, faşist güçlerin gerici çabalarıdır. Bu, dünya halklarının zaferi ve Sovyetler Birliği’nde yaşayan kardeş halkların zaferidir. SSCB bir ulus devlet değildi. O, halkların ortak erkiydi. Bu tarihi günü anımsarken son otuz küsur yılda olan siyasal, sosyal ve çevresel gelişmelere göz atmadan tarihi olaylar anlaşılmaz. Amacımız yakın tarihte olanlardan bazı anımsatmalar yapmak ve ders almak.

Kısaca; Karşı-devrim nasıl gerçekleşti, SSCB nasıl çöktü?

Sosyalist ülkelerin çöküşü oradaki devlet bürokrasinin kapitalist devlet benzeri giderek güçlenmesi, halk denetiminin olmamasıydı. Halk adına egemen olan bir avuç bürokrattı. Hayatın her alanında örgütlü olan Sovyetler söz ve karar sahibi değildi. Halk mülkiyeti ve kooperatif mülkiyeti zamanla fiili olarak bürokratların denetimine girdi. SSCB halklarının kazanımları hakkında devlet bürokrasisi karar ve söz sahibi oldu.

Dağılmayı iki ana başlıkta özetlemek mümkün.

Birinci en önemli neden; sömürü alışkanlığın yarattığı anlayıştan meydana gelen sömürü kültürü yetmiş yılda tasfiye edilemedi. Giderek devlet ve toplumsal hayatın her alanında yayılıp, kök saldı. Sömürü kültürü “sosyalist” devlet sürecinde varlığını sürdürdü. Sömürü kültür anlayışı, diğer bütün “sosyalist” devletlerde de egemen oldu. Bu devletler kapitalist devletlerden çok farklı değildi. Devlet kurumları yaygınlaştı, toplumsal hayatın her alanında derinlemesine güçlendi. Halkın mülkiyetinden beslenen bürokrasi çalışmadan zihinsel enerji ve bedensel bir emek harcamadan asalak, katı-hantal, üretmeyen ve yaratmayan bürokratik bir sınıf oluştu. Bu sınıf var olan sistemi kendi sınıfsal erki yararına kullandı. Sosyalizm adına hegemonya sürdüren sömürü sistemi kültürü üzerinde sosyalizmin gelişip, yerleşmesi mümkün değildi. Olmadı da.

İkinci önemli neden; kapitalist-emperyalist devletlerin sosyalist ülkelere yönelik temel politikası, başta SSCB   ve diğer sosyalist ülkeleri zorlayıp, gelirlerinin büyük bölümünü “savunma sanayine ve iç güvenliğe” ayırmasına zorladı. Bu, sosyalist ülkelerin gelişmelerine ve halkın temel gereksinimlerinin karşılanması için yeterli yatırımlarım yapılması önündeki en büyük engel oldu. Bu iki temel sorun sosyalist ekonomiyi iflasa götürdü. Diğer bazı tali sorunlar sadece birer ayrıntıydı.

Üçüncü önemli neden; yeni sosyalist insan yetiştirmede ideolojik yetersizlik. Emperyalist-kapitalist devletleri taklit etme, sosyalist kültür, kolektif kültürde yetersizlik. Bu üç temel eksiklik sosyalist ülkelerin dağılmasını getirdi. Devlet bünyesinde örgütlenen sömürü anlayışı, zayıf olan sosyalist yapıyı çürütüp dağıttı.

1990’larda dünyada politik gericiliğin gelişmesi, dünyanın değişmesi (daha doğrusu başkalaşması) Neo-Liberalizmle 1980 başında başladı. Neo-Liberalizmin dünyaya egemen olması önündeki en önemli engel, başta Sovyetler Birliği ve Doğu-Avrupa’daki Halk Demokrasileriydi. Yukardaki üç temel nedene karşın, sosyalizmin doğası gereği yetmiş yılda Sovyetler Birliği’nde yeni bir anlayış, alışkanlık ve ortak mülkiyet kültürü yavaşta olsa yayılıyordu. Ne yazık ki Sovyet halkları ortak mülkiyetin kendiliğinden gelişip yayılacağı yanılgısına düştüler. Bulundukları sorumlu alanlarda pasif kalarak, karar mekanizmalarını bürokratlara bıraktılar. Bürokratlar bu pasifliği fırsat bilerek, var olan ortak mülkiyet anlayışını kendi sınıfsal çıkarları uğruna kullandılar. 1980’lere gelindiğinde artık tren raydan çıkmasa da raylar yıpranmış, çürümüştü. Artık o sosyalizm yükünü taşıyamaz duruma hızla yaklaşıyordu. Zamanla makinenin çürüyen parçaları dağılma sürecine girdi. Bu süreç beş altı yılda tamamlandı. Artık yıpranan makinenin ileri gitme gücü kalmadı.  Gorbaçov Kliği bu süreci hızlandırıp, on yılda sonuca yaklaştırdı. Sosyalizmin dağılma süreci on yılda tamamlandı. Önce “Glasnost” (açıklık) başladı. Başlangıçta hepimiz bu Glasnost’un yararlı olacağı yanılgısına düştük. “Sosyalizmin kendi kendini yenilenme yeteneği var.” Sanısına kapıldık. Bunun tamamen bir sübjektif niyetin ötesinde anlamı yoktu. Taban Glasnost’dan uzak durdu. Sovyetler’de tartışma, sorunlar nasıl aşılır ortamı yaratılmadı. Yani açıklığın tabandan değil de, en üstten karar mekanizmasındaki parti ve devleti yönetenler eliyle olması en büyük hata ve eksiklikti. Sovyet Örgütleri atıl kalıp, aktif olarak üretim ve sosyal örgütlenme alanlarında aktif işlevleri üstlenemediler. Veya bürokratlar onlara fırsat vermedi. Aksayan yanları iyileştirmek, kimin düzelteceğinde Sovyetler sadece seyirci kaldı. Yine aynı klikler ara vermeden “Perestroyka” (yeniden yapılanma) sürecini başlattı. Böylece artık yapılacak olumlu bir müdahale şansı yoktu. Sovyetler, çöküşün nasıl olacağını seyretmekle yetindiler. Bütün bunları yazarken başta SSCB olmak üzere sosyalist ülkelerde ve Halk Demokrasisi ülkelerinde işçi sınıfının ve köylülüğün elde ettiği muazzam kazanımlar, sosyalist devletin yarattığı sosyal haklar üzerinde durmuyorum, çünkü bunlar hepimiz tarafından bilinen gerçeklerdir. Ben bu yazımda özeleştirel anlamda sosyalist ülkeleri yöneten komünistlerin hataları üzerinde özellikle durmak istedim.

Sosyalizmi tasfiye süreci, hazırlanan plan dahilinde yürürlüğe konuldu.  Bu on yıllık dağılma sürecinde, sırasıyla bu engellerin ortadan kalkması gerekirdi. 9 Kasım 1989 Berlin Duvarı yıkıldı. Demokratik Alman Cumhuriyeti-DDR, emperyalist Federal Almanya tarafından “birleşme” adı altında ilhak edildi. Yaklaşık bir buçuk ay sonra, Romanya’da 29 Aralık 1989 darbesi oldu, Çavuşesku ve eşinin açık TV kameraları önünde kurşuna dizilmeleri tam bir vahşet ve cinayetti. Diğer ülkelerin devlet yapıları değişti. Polonya, Çekoslovakya, Macaristan, Bulgaristan…

Artık 1991’de sıra SSCB’ye gelmişti. Çok kolay etkileyecekleri sarhoş bir adamı tankın üstüne çıkarıp, onu Rusya devlet başkanı ilan etmekle, Neo-liberalizm Rusya temsilcileri oligarklar amaçlarına vardığını ilan etti. Bir gün önce “sosyalist” olanlar sabahleyin kendilerini özel mülkiyetin temsilcileri olduklarını ilan ettiler.

Dünyanın yeni Neo-liberal temsilcileri TV kanallarında dünyanın büyük gazetelerinde çarpık savlarını savundular.  “Soğuk savaş sona erdi. Dünya da barış, adalet, özgürlük ve demokrasi çağı başladı.” Bu palavraların kısa zamanda ne olduğu görüldü. Dünyayı götürecekleri yöne doğru hız verdiler. Bu baş döndürücü hızdan birçok “sosyalistin” başı dönüp, sersem oldular. Olan bitenin ne olduğunun farkına bile varamadılar. Gidilen yön sömürü sistemi, yer 21. yy bataklık çukuruydu. Bakın bunun içinde neler birikti. Avrupa da ırkçılık, işsizlik, çevre kirlenmesi, AB sadece küresel güçlere hizmet eden, onların çıkarını her değerin üstünde tutan süper güçlerin çıkarına bir dünya yaratmak istiyorlar.

1991’de Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa Halk Demokrasileri devletleri dağılınca, Neo-Liberal ideologlar, her düşüncedeki anti-komünist, sözde “aydın” insanlar aynı görüşte birleşiyordu. Ortak savları şuydu. En liberalleri şunu diyordu. “Komünizm insan doğasına aykırı, sadece iyi niyetli aydın insanın hayali olan bir ideolojiydi. Yıkılması da kaçınılmaz oldu.” Bir başka grubun savı da şöyle idi. “Bundan sonra, Soğuk-Savaş bitti. Dünyaya demokrasi, barış ve özgürlük gelecek. Savaşların dönemi bitti…” türünde savlar dünyanın bütün gelişmiş kapitalist ülkelerinde ve Türkiye’de sözde “aydınların” birleştiği ortak görüşüydü. Bu savlar yıllarca devam etti. TV ve “büyük” basının tartışmaları bu minvalde oluyordu. Bu görüşlere karşı ben birçok yazımda şunu savundum. Bu yıkımdan sonra o burjuva “demokrasisi” sayılan Avrupa işçi sınıfının ilerici bazı kazanımlarının da sonu olacak. Dünyada barış değil daha çok savaş, yoksulluk, çevre katliamları, işsizlik ve ırkçılık artacak. Bu görüşlerimi o zaman kimse ciddiye almadı. Fakat ben düşüncemden vazgeçmedim.

Oturdum 1650 sayfalık üç ciltlik bir roman “ILOW”u yazdım. Savaşların nasıl son bulacağını, insanların nasıl özgür ve mutlu olacağını kurguladım. Bu rastgele bir kurgu değildi. Yetmiş yıllık SSCB’nin yıkılışının nedenleri ve insanlığın sekiz bin yıllık sömürü (köleliğin) başlamasıyla verilen özgürlük, adalet ve eşitlik mücadelesi sürekli bir süreçtir. Bu sosyal hayatın mücadelesi, insanlığın ütopyası yönünden ilerlemesi sömürü son bulana kadar sınıf savaşları devam edecek. Bu toplumsal ilerleme yürüyüşü on dört bin yıldır sürüyor ve şimdiki vardığımız yerdeyiz. İnsanlık yaşayacaksa, toplumlar devam edecekse bu yürüyüş de devam edecek. Ben toplumsal hayata inanıyorum. Bunu yaratan insandır.  Bugün var olan değerler, teknoloji, bilim, kültür sanat... toplumsal hayatın birikimlerinden başka bir şey değildir. Buna inanıyorum, temel olan insanlığın kazanımlarıdır. Kişisel olarak tecrübelerim, bilgim bunlardan aldığım güç ve enerji...

SSCB ve diğer Doğu-Avrupa Halk Demokrasisi devletlerin dağılmasından sonra daha bir yıl geçmeden Neo-liberallerin ve diğer gerici anti-komünist görüşlerin savlarının çürümeye başladığını gördük. Hatta SSCB’nin dağılma sürecinde Sovyet halklarını birbirlerine kırdırmak için Ermenistan ve Azerbaycan arasında “Karabağ Sorununu” yarattılar. Orta-Asya’da, Orta-Doğu’da, Kafkasya’da, Balkanlar’da, Afrika’da… iç-savaşlar ve bölgesel savaşlar başladı. SSCB topraklarında kardeş olan ve barış içinde bir arada yaşayan halklar birbirini boğazlamaya başladı. Söz konusu ülkelerde Mafya türü erkler devletlere egemen oldular. Balkanlar’da önceki Yugoslavya dağıtılıp yedi yeni kriminal devlet oluştu. Bu devletler tam anlamıyla dışa bağlı ABD, Almanya, Fransa ve bir kısmında da Türkiye söz ve karar sahibiydi. Bunları takiben Kafkasya’da Çeçen Terör örgütleri Rus askerlerini boğazladılar. Bunların da arkasında yine dış güçler vardı. Kimileri petrol paralarını bunlara aktarıyor, bazı devletler de onları eğitip donatıyordu. Bunları gizli servisler yapsa da, olaylar dünya halklarının gözleri önünde oluyordu.

1970-90 yılları arasında binlerce Arap ve Afrika halklarının gençleri Sosyalist ülkelerde eğitilip meslek sahibi oluyordu. Özellikle Filistin gençlerinden binlercesi SSCB, Bulgaristan ve DDR’de eğitim görüyordu. O süreçte sosyalizm bu gençlerin kurtuluş ve özgürlük umudu oluyordu. Sadece Filistin de değil, Yemen, Körfez Emirliklerinde, Cezayir’den, Afganistan, Suriye ve Irak’tan gençler gelip Sosyalist ülkelerde eğitim görüyordu. Sadece Müslüman ülkeler de değil, onlarca Afrika ülkelerinden Etyopya, Kongo, Angola, Mozambik, Güney Afrika… benzer bir gençlik dalgası da Peru, Venezuela, Nikaragua, El Salvador, Şili, Bolivya, Uruguay, Küba,… Dünyanın her kıtasından ve onlarca farklı halklardan gelen gençler bir arada eğitim görüp kendi aralarında ülkelerini tanıtıp, halklar arasında dostluğun gelişmesinde önemli bağlar oluşturuyordu. Böylece kültürler iç içe geçip, yeni çok zengin enternasyonal kültürler oluşuyordu. Eğitim gören bu gençlerin sosyalizme büyük saygı ve sempatileri vardı. 1990’dan sonra SSCB’nin dağılması sadece Sovyet halklarında umutsuzluk yaratmakla kalmadı. Umutsuzluk bütün dünyaya yayıldı. Daha bir yıl öncesinde sosyalizm umuduna sarılan yüz binler aniden kendilerini sahipsiz ve boşlukta buldular. Boşlukta kalan gençlere Müslümanların petro dolarları ve küresel güçlerin gizli servisleri el atmakta gecikmedi. Müslüman ülke gençlerinden cihatçı terör örgütleri yarattılar. IŞID, El-Nursa, Bocco Haram, El-Shabab ve benzeri kafa kesen, kadınlara tecavüz eden teröristler yarattılar. Bunlar Orta-Doğu, Afrika ve Kuzey Afrika’yı kana boyadılar. Küresel güçlerin gizli servisleri eliyle bunlar eğitildi. Her türlü silah ve lojistik destek sağlıyorlardı. Aynı küresel güçler kendi halklarını aldatmak içinde sanki teröre karşıymışlar gibi iki yüzlü bir politika izlemekten bir beis görmediler. Bir tarafta AB ülkelerinden, Orta-Asya’dan ve Türkiye’den terörist devşirip onları Irak, Suriye ve Libya’ya gönderirken, aynı güçler “Koalisyon-güçleri” adı altında teröre savaş (!) ilan ediyorlardı. Bu kirli kanlı politik oyuna inananlar da çoktu. En affedilmez olanı da kendine “sosyalist” diyen, gizli servislerin oyuncağı olan nasyonal-sosyalistler ve bizde 1980 öncesinde sosyalist olan bazı ahmaklar.

Bugün benzer kirli ve kanlı bir politika Rus-Ukrayna arasındaki “savaşta” izleniyor. ABD, NATO, Avusturya, Japonya, dünya üzerindeki Yeni Nazileri, suça bulaşmış işsiz gençleri Ukrayna’ya taşıyorlar. Sadece savaşçıları taşımakla kalmıyor, bunlara her türlü en son teknolojik silah desteğini yaptıkları da bilinen bir gerçektir. Şu durumda başta G7 güçleri ve diğer birçok G-20 ülkeleri dolaylı olarak (vekalet-savaşının) içindeler. Bugün yaşanan 1990’dan sonra Orta-Asya, Kafkasya, Orta-Doğu, Balkanlar, Kuzey Afrika ve Afrika’da başlayan Üçüncü bir Dünya savaşının daha ileri bir devamıdır. Bu savaşı durduracak olanlar da, yine savaştan zarar gören halklardır. Bu halklar kendi ülkelerindeki, adaletsizliği, eşitsizliği, bölücü-resmi politikalara karşı, küresel güçlerden bir “yardım” bekleme veya talep etmek yerine, kendi ülke halkları arasında dostluğu, dayanışmayı ve gerçek kardeşliği geliştirme politikalarına yönelmeliler. Daha fazla beklemeden bu adımın atılmasının var olan koşulları değerlendirilmelidir. “Kurtulmak yok tek başına, ya hep beraber, ya da hiç birimiz.” Yaşananlardan ders çıkararak, kendimizi yenileyerek ama umudumuzu kaybetmeden yeniden ayağa kalkıp mücadeleye devam ettik ve etmeye devam edeceğiz. Güneşli bir Dünya yaratmak dünya işçilerinin ve ezilen, sömürülen halklarının kendi elindedir.


Konuyla ilişkili diğer makaleler