POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 14.10-20.10.2019
9 Ekim 2019’da resmi Suriye topraklarına karşı başlatılan askeri harekatı savaş ve işgal olarak nitelemek yasak. Düşünce ve fikir özgürlüğünün son kırıntıları da böylece ayaklar altına alınmış oldu. Gazetemiz de bu yasadışı uygulamalardan payını aldı.
Gazetemizin Yayın Kurulu Üyesi ve Bandırma temsilcisi İzzet Kuvanlıklı arkadaşımız, sadece 9 Ekim’de başlatılan bu savaş ve işgal hakkında gazetemizin Facebook sayfasında yayınlanan haberleri, hem de yorumsuz olarak beğenip paylaştığı için önce göz altına alındı sonra da tutuklandı. Tutuklama gerekçesi ise "PKK/KCK terör örgütünün propagandasını yapmak" olarak açıklandı. Buna bir de “kaçma ve delilleri karartma şüphesi” eklendi. 45 senedir barış, demokrasi ve sosyalizm için mücadele eden bir yurtseverin hakkında hangi delilleri karartma şüphesi olabilir. İzzet arkadaşımızın yaşamı ve mücadelesi nasıl karatılabilir.
Ayrıca, paylaştığı hiç bir yazıda adı geçmeyen bu örgütlerin adının anılmadan propagandasının nasıl yapılabildiğini biz de anlamış değiliz.
Savaşa ve işgale karşı çıkmak PKK/KCK terör örgütlerinin propagandasını yapmak anlamına geliyorsa, bu ülkenin hakim ve savcıları kendi bindikleri dalı keserek bu iki örgütü barış yanlısı ilan etmiş oluyorlar. Bu hukuk dışı ve yasa dışı uygulamayı protesto ediyor İzzet arkadaşımızın hemen serbest bırakılmasını talep ediyoruz.
***
9 Ekim’de başlayan “harekat” adına “Barış Pınarı” konduğu için barışçıl olmuyor. Ateşkes devreye girene kadar yüzlerce ev yıkıldı ve yüzlerce aile ocağına ateş düştü. Ayrıca başka bir bağımsız ülkenin topraklarını işgal etmek nasıl bir “barış” ile özdeşleştirilebiliniyor, onu da biz anlayamıyoruz. Sen resmen git, havadan ve karadan başka bir ülkenin topraklarını bombala, ondan sonra da bunun adına “barış harekatı” de. Uluslararası hukukta da ulusal hukukta da, politik literatürde de bunun adı “başka bir ülkenin topraklarını işgal etmek için savaşmak” olarak nitelendirilmektedir. Sadece birileri demagoji yapıyor diye bu gerçek değiştirilemez.
***
Yaklaşık sekiz gün süren “harekat” bizim geçen haftaki bültenimizde ön gördüğümüz nedenlerden dolayı Ateş-kes ile durduruldu. Türkiye TV ve gazeteleri her gün hala savaş çığırtkanlığı ve savaş efsaneleri yazıp çizmeye devam etsin, Türkiye bu Ateş-kes’e neden uydu, hangi “harekat” amaçları gerçekleşti de durdurdu onu anlayamadık. Bizce Rusya’nın önce SDG ile Suriye Devleti arasında koordine sağlayarak onların görüşmesini sağlaması. Ve bunun sonucunda Suriye Silahlı Kuvvetleri’nin bölgeye girerek sınırı korumak konusundaki kararı yaklaşımı ve de Menbiç ile Kobane’yi korumak için bu yerleşim bölgelerine girmesi Türkiye’nin planlarını alt üst etti. Türkiye ile Suriye Silahlı Kuvvetleri karşı karşıya gelip sıcak temas olasılığı yükseldi. Bu durumda Rusya ve ABD’nin diplomasileri ile konu geçici Ateş-kes sağlanması sonucuna götürdü.
***
Evet SDG ve İl, İlçe, Bölge Meclislerine bağlı savunma güçleri Türkiye’nin havadan ve karadan, büyük ve orantısız silah üstünlüğü ile yaptığı saldırılar karşısında küçümsenemeyecek bir direniş sergilediler. Ancak bu orantısızlık karşısında direnişin başarılı olması mümkün değildir. Bu gerçeği teslim etmek gerekir. Değilse SDG güçlerinin birçok yerleşim biriminden çekilmelerini de açıklayamayız. Geçici Ateş-kes’in koşullarından en önemlisi SDG güçlerinin 32 km derinliğindeki bölgeden çekilmelerini ön görüyor. Bu gerçekleşirse Türkiye amacına ulaşmış olacaktır ve ilerde önüne yeni hedefler koyacaktır.
***
Bizim ön görümüz ve anlayışımıza göre SDG güçlerinin Suriye Devleti’nin de önerdiği gibi Suriye Silahlı Kuvvetleri’nin 5.Kolordusu olarak bölgede güvenliği ve savunmayı sağlamasını kabul etmesi gerekir. Bu durumda Rusya ve ABD’nin de baskısıyla Türkiye işgal ettiği topraklardan çekilmek zorunda kalır. Sadece 9 Ekim’den itibaren değil, daha önce Afrin ve Azez’de kurduğu yapılardan da çekilmesi gerekir. Bu yerleşim birimlerine gaziantep ve Hatay’dan Kaymakamlar oraların Valisi olarak atanarak resmen bir işgal gerçekleştirilmiştir. İdare tamamen Türkiye Cumhuriyeti’nin elindedir. Hastahaneler, okullar, camiler Ankara’daki bakanlıklardan yönetilmektedir. İŞID2çılardan devşirme ÖSO ve şimdiki adıyla “Milli” Suriye Ordusu orada milis görevi görmektedir. Bu işgale veya “harekata” son verebilmek için Suriye Devleti’nin kendi resmi sınırlarına, il, ilçe, köy ve bölgelerine sahip çıkması gerekir. Düşünün ki Gürcistan geliyor ve “barış” getireceğim diye Artvin’i işgal ediyor. Bunu hangi TC vatandaşı veya yöneticisi kabul eder. Suriye’de de durum Suriye Devleti açısından bu düzeydedir.
Kim ki Türkiye bu savaşı ABD ve NATO’ya rağmen yürütüyor savını ortaya attı, bu görüşü savunanlar en geç NATO Genel Sekreteri savaşın başladığı ikinci gün Türkiye’yi resmen ziyaret ettiğinde, o zaman da gözleri açılmadıysa da ABD’nin Türkiye ile bağıtladığı geçici Ateş-kes anlaşması ile anlamış olmalıdır. Tahminler üzerine konuşmaya gerek yok. Bakın MSB Hulusi Akar bugün İstanbul’da World Forum’da ne demiş: "ABD ile yıkılmaz bir bağımız var. Bu harekât burada Erdoğan'ın vizyonuyla bölgeye barışı getireceğiz ve müttefikliğimizi Amerika ile devam ettireceğiz.” Nokta!
***
Mesele sadece Suriye meselesi değil, aynı zamanda bölgede Kürt halkının özgürlüğünü koruma ve eşit haklarda yaşama istemi meselesi ise, ki bizce “harekat” veya işgalin nedeni budur, ancak bu kanayan yaranın çözüm yolu bu değildir. Çözüm Türkiye Cumhuriyeti Devleti yetkililerinin başta Abdullah Öcalan olmak üzere taraflar ile müzakere masasına oturması ile gerçekleşebilir. Abdullah Öcalan, İmralı Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevinde yatıyor. Kendisi ile istenildiği zaman görüşülmesi mümkün. Kendisi de Kürt ulusal sorununun ancak diyalog ve müzakere yolu ile çözülebileceğini savunuyor. Bu savaşın kazananının olmayacağı belli. Bugün bir kaçyüz Kürt gencini “etkisiz hale getirerek” Kürt ulusal sorununun çözülemeyeceğini 40 senedir görüyor izliyoruz. Onun için tek seçeceğin adil ve barışçı bir çözüm yoluyla eşit haklar ve özgürlüklerin temin edilmesi gerektiğini savunuyoruz. Bu görüşü savunmak bir suç ise biz sizin nezdinizde suçlu olabiliriz. Ancak başka bir barışçıl çözümü mümkün görmüyoruz.
***
Şimdi meselenin ana nedenine gelelim. Yaklaşık 12 gündür Türkiye gündemine oturan, adına ister “harekat” ister işgal diyelim, yürütülen bu savaşın etkisiyle TV, radyo ve gazetelerde hiç zamlardan, artan vergilerden, hayat pahalılığından, işçi ve emekçilerin hak alma eylemlerinden söz ediliyor mu? Ülkenin yöneten politikacıları hiç “harekat” dışındaki ekonomik ve politik sorunlara değiniyor mu? Bırakın rejim partilerinin temsilcilerini, parlamentodaki hangi milletvekili ülkenin demokratik, toplumsal ve ekonomik sorunları temelinde açıklamalar yaptılar veya konuları gündeme getirdiler. Yok! Bulamazsınız. Zaten bu “harekatın” da amaçlarından biri bu değil miydi. CHP de en etkin temsilcileri vasıtasıyla bu koroya katılarak Rejim Korosu’nun eksiklerini tamamlamış oldu. Düşünün ki bu ülkede elektrik, doğal gaz ve yakıta son 6 ayda yüzde 50’ye varan zamlar yapıldı. Enflasyon aldı başını gidiyor. Ülkede yaşlı ve/veya genç insanlar aralarında veya telefonda kürtçe konuştukları için saldırıya uğruyor ve en iyi ihtimalle yaralanıyor, değilse ölüyor. Ülke savcıları da bu konular hakkındaki soruşturmaları durduruyorlar. Soma’nı işçiler tazminat haklarını almak için Ankara’ya yürüyorlar. Jandarma yollarını kesiyor. Diyarbakır’da HDP’li vekiller polisler tarafından taciz ediliyor. Her gün bir iş yerinde haksız işten çıkarmalar yaşanıyor ve işçilerin ücretleri ödenmiyor. Tarımda köylü taban fiyatlarının düşüklüğünden dolayı perişan ve aç. O da yetmiyor tüm devlet alımları asgariye indirildiği için tefeciler köylünün ürününü peşin ama yok pahasına satın alıyorlar. Bu tefecilik rejim tarafından engellenmiyor. Engellenmiyorsa destekleniyor demektir. Ülke nüfusunun yüzde 30’u kredi kartı, tüketici kredisi, emlak ve taşıt kredisi borçları altında, yüksek faizler eşliğinde inliyor. Bankalar, sigortalar kına yakıyor, ellerini ovuşturuyor, kazançlarını kat ve kat artırıyorlar. Asıl gündeme getirilmesi gereken sorunlar bunlardır. üstü örtülmeye çalışılan konular bunlardır. Sendikaları, meslek odalarını, demokratik kurum ve kuruluşları göreve davet ediyoruz.