Okumak İnsanı Aydınlatır Mı?
Hiç kimse akıl vereni sevmez. Hele çocuklar bundan nefret ederler. Bir büyük, çocuklara: “Şunu şöyle yapacaksın, bunu böyle yapacaksın, ona dokunmayacaksın, bunu dağıtmayacaksın!” dediğinde, dikkat edin, her zaman tersini yapmışlardır. Büyüklere gelince, onlarda da durum daha değişiktir. Çünkü büyüklerin gururu vardır, kibirli yanı vardır. Uysalı olduğu gibi, dik kafalısı, çokbilmişliği vardır. Öyle düşünüp tartmadan kimseye: “Efendi, senin bir şeyler öğrenmen için, bu olayları kavraman için, önce kitap okumalısın!” falan diyemeyiz; ya kırılır, ya da horozlanır size karşı. Bu da, o insanı kaybetmenize sebep olduğu gibi, sizi de, çokbilmiş, ukala pozisyonuna iter.
Ama mutlaka bunun bir yolu olmalıdır. Çünkü aydınlanmak okumaktan geçer. Olayları kavramak, gelişmeleri sağlıklı bir şekilde analiz etmek, toplum içindeki davranışlarımızı denetleyebilmek için öğrenmek neredeyse farz oluyor. Açıkçası kimse günlük gazetelerde okudukları, televizyonlardan dinledikleri ve kahvelerde kâğıt, okey, domino oynarken duyduklarıyla bilgi edinemez ve bir şey öğrenemez! Öğrenmek ancak kitap aracılığı ile olur, kitap okuyarak olur.
Mutlaka sohbet sırasında arkadaşlarımızdan duymuşuzdur. Şöyle söyler bazıları: “Biliyor musun dostum, bana kitap okuma alışkanlığını lisedeyken, Pakize Hanım öğretti. Edebiyatı o sevdirdi. O dönemden beri kitap kurdu oldum.” Bir diğeri de: “Yahu arkadaşım, ben şu bizim matematikçi yüzünden okulu terk ettim.” vs. Ailelerimizden de şöyle örnekler vardır: “Abicim, bizim salonda bir koca duvar kitaplık vardı. Ben daha ortaokula gitmeden, babamın kütüphanesinden tüm dünya tarihini öğrendim. Ama sağ olsun annem de her fırsatta beni teşvik ederdi.”
Şimdi siz hangi kategoriye giriyorsunuz, böyle anneniz, babanız var mıydı bilemem, ama kitap okumanın, kavramanın, öğrenmenin, akıllı, zeki, ya da aptal olmakla bir ilgisi yoktur. Az veya çok, okuyan her insan kalıcı bilgiye ulaşır. Çünkü okumak, insanın ufkunu genişletir, çevreye, olaylara bakışını değiştirir, sorunları ele alışını, çözümlemesini, ülke ve dünya olaylarına bakışını farklı bir noktaya taşır. En önemlisi de okudukça insan olursunuz. Nasıl mı? Örneğin daha toleranslı, anlayışlı, çabuk sinirlenmeyen, konuları anlamadan karar vermemek gibi bir üst yeti edinmiş olursunuz. Okuyan insan, -hele büyük kentlerde- gün içindeki koşuşmalarındaki stresi bile yarı yarıya indirir. Çünkü onu sıkıştıran koşulların kaynaklarını, politik, ekonomik nedenlerini iyi bilmektedir.
Olaylara elden geldiğince geniş bakabilendir kitap okuyan.
Peki, kitap okuma alışkanlığı nasıl elde edilir?
Bir kere, -öğrenciyseniz eğer- kitap okumayı ders çalışmakla bir tutmamalısınız. Ders zorunlu bir çalışmadır. Edebiyat dersleri bile öyledir, eğer sevmiyorsanız tabi… Önemli olan, her şeyin dışında okumak için, öğrenmek için kitaplara el atmak. Bu evreye geldiğinizde, birinci koşul, disiplin olmalı. Ve öncelikle de en sevdiğiniz ve ilginizi en çok çeken bir konu üzerine yazılmış kitapları almak. Hiç sıkılmadan en kolay onları okursunuz çünkü. Bunlar mizah olur, polisiye olur, aşk romanı, şiir olur, öykü ya da roman olur… -Stefan Zweig’ın uzun öykülerinden başlayabilirsiniz örneğin.- Bir başka şey de, okurken kendinizi keşfetmeniz. Bir de şöyle düşünmelisiniz: siz, sık sık kitaplarla haşırneşir olurken, bir bakmışsınız yazma isteğiniz doğmuştur. Neden olmasın. Dünyada bunun çok örnekleri vardır.
Mesela, E. L. James‘in ilk kez 2011 yılında yayınlanmış bir eseri erotik aşk romanı olma özelliğini taşır. Bu eserle 46 yaşında yazarlığa başlamış olan E. L. James’in kitabı Özellikle sinema uyarlaması ile popüler olmuş bir romandır ilk yazdığı. İkinci örnek: Daniel Defoe‘nun ilk kez 1719 yılında yayınlanmış eseri tarihi roman olma özelliğini taşır. (Robinson Crusoe) Bu eser, 59 yaşında roman yazarlığına başlamış olan D. Defoe’nun en popüler eserlerinden birisidir. İnsanın yoktan var olabilme mücadelesini konu alır.
Başkaları da var tabi: Angela’nın Külleri
Frank McCourt‘un ilk kez 1996 yılında yayınlanmış bu eseri otobiyografi kitabı ve anı kitabı olma özelliğini taşır. Bu eser, 65 yaşında yazarlığa başlamış olan Frank McCourt’un en popüler eseridir. Oldukça gerçekçi olan bu kitap yoksulluk ve çocukluğun bir arada anlatıldığı bir eserdir.
Okurken yazılanlar trajik gibi gelse bile onun mizahi bir anlatımla aktarılmış olması hüzün duygusunu içinde gizlemene neden olabilir. Okurken bunu göz önünde bulundurursan kitabı daha kolay okumayı başarabilirsin.
Bir diğeri de:
Laura Ingalls Wilder‘ın ilk kez 1932 yılında yayınlanmıştır. Eseri, tarihi roman olma özelliğini taşır. (Küçük Ev) Bu eser, 44 yaşında yazarlığa başlamış olan Laura Ingalls Wilder’ın en popüler eseridir. Eser Ingalls ailesinin yaşantısını konu almakta ve yazarın hayatından kesitler içermektedir.
Hayatın tüm zorluklarına rağmen ailesiyle birlikte hayata tutunmaya çalışan bir küçük kızın hayatını okumak bugüne ve yarına dair dersler çıkarıp şükretmek ve daha iyisi için çabalamak adına sana ilham kaynağı olabilecektir.
Charles Bukowski‘nin ilk kez 1971 yılında yayınlanmış bu eseri mizahi roman olma özelliğini taşır. (Postane) Bu eser, 40 yaşında yazarlığa başlamış olan Charles Buwkoski’nin en popüler eseridir. Eserin anlatımı biraz mizahi olduğundan okuması oldukça keyiflidir. Eğlenceli sayılabilecek bu eser, yazarın bir postanede çalıştığı 10 yılını anlatıldığı bir roman olmuştur. Bu nedenle kitabı bir anotobiyografi olarak nitelendirilir.
Baymond Chandler de ilk romanı olan Büyük Uyku ‘yu 51 yaşında yazmıştır.
Bizden de size yakın geçmişten bir örnek verebilirim: Çoğumuzun okuduğu “Anne Bak Kim Geldi” romanını Ayşe Erbulak da 55 yaşında yayınladı… Tabi insan salt yazar olmak için, ya da kitap çıkarmak için de kitap okumaz. Örneğin toplumsal, politik bir sorunda bir noktanın altını çizmek, onu eleştirmek istiyorsunuz. Bu süreçte yabancısı olmadığınız okuma alışkanlığınızın getirisini kullanarak, çok da güzel bir gazeteye, ya da takip ettiğiniz bir dergiye politik, kültürel bir köşe yazısı, (deneme) yazabilirsiniz. 1980 öncesinde bu konuda kalem oynatan çok değerli yazarlarımız vardı. Şu an aklıma gelen onlardan biri de Tektaş Ağaoğlu’dur. Bu yazarımız hiçbir zaman da kitap yayınlamamıştır. Fakat o tarihlerde Ağaoğlu’nun her yazısı olay olurdu.
Tektaş Ağaoğlu, edebiyat hayatına çok erken yaşta, ‘Ölümden Hayata’ adlı öykü kitabı ile başlamıştı. Ne var ki 1956 yılında, henüz 22 yaşındayken yazdığı bu kitabını 2017 yılına kadar bir daha yayımlatmadığı gibi yeni öyküler de yazmadı. Buna karşılık derlemeleri ve çevirileriyle edebiyatımıza yaptığı katkılar unutulmazdır. Başta Şolohov’un ‘Durgun Akardı Don’u olmak üzere, Dickens’ten, Dostoyevski’den, Remarque’ten pek çok önemli eseri Türkçeye kazandıran Tektaş Ağaoğlu, resim ve heykel sanatçısı olarak da uluslararası bir üne sahipti. Çok sonraları, taslak halindeki bir romanı LİMAN, 2018’de Kırmızı Kedi Yayınları tarafından okuyucuyla buluştu.
Konumuz dışında olsa da, yukarıdaki örnekleri salt bilgi olsun diye sizlere aktardım. Yeniden ‘okuma’ ile ilişkin konumuza dönersek, burada hiç kendinizi zorlamadan kendinize günlük bir plan yapmanızdır. Nasıl mı? Gayet basit: Önce okuyacağınız kitabı seçeceksiniz, sonra da, zamanınıza göre, “bir günde ben kaç sayfa okuyabilirim” diyeceksiniz. Bu 15, sayfa da, 25 sayfa da olabilir. Şayet günde 15 sayfa okursanız, 10 günde 150, bir ayda 450 sayfalık bir kitabı bitirmiş olursunuz. Diyelim ki, 25 sayfa okumaya karar verdiniz, o zaman da ayda 750 sayfa okumuş olacaksınız. Bu durumda ayda 3-4 kitap okumuş olacaksınız ve bu güzel bir başarıdır sizin için. Bu durumu sürdürdüğünüzde, yıl sonunda siz başka bir insan olduğunuzun farkına varacaksınız. Bundan da hiç kuşkunuz olmasın. Çünkü bilgi her daim insanı ruhen de olgunlaştırır, yüceltir.
-O yüzden ‘Kitap Aydınlıktır’ diyoruz zaten
-Her şey sizin elinizde!..