Ahmet Sefa, Ya Da Yazar Olmak...
Biliyorum, beni en çok zorlayan bir yazı bu. Sözcüklerin seçiminde, tümcelerin kurulmasında ve acabalarla dolu bir sıkıntıyla, onu -gerektiği gibi- yüreğiyle, insan yanıyla ifade edebilecek miyim kaygusuyla başladığım bir yazı şu ele aldığım. Damıtılmış bir dostluktan bahsedeceğim çünkü, kardeşlikten, yoldaşlıktan bahsedeceğim. Öyle ezbere, mideden sözlerle ucuz ilişkiler üzerine kurulmuş birinden değil; hele yapay, vıcık vıcık düzen kokan, kaygan zeminde kendini kaybeden, egemen bir düzenin gölgesinde kalanlardan değil, naif, emek kokan, toprak kokan bir dil işçisinden bahsedeceğim size. Seçtiği her konuyla, altını çizdiği her örgü, bir yaşamın gerçeği bir de öykünün -yazının- gerçeğiyle alabildiğine yoğrulmuş bir yapıttan, onun yazarından, yani Ahmet Sefa’dan bahsedeceğim size.
Onun, önce kendisini tanıdım, sonra annesiz büyüyen, -güzel flüt çalan- oğlunu ve yirmi küsur yılın ardından yeniden buluşup ateşlerde sınanarak bir araya gelmiş kader ortağı, eşinden; yoldaşını, küçük oğlu Günce'den bahsedeceğim. Ben onlarla birlikte çok nadir bir “kaderi” tanıdım. O acılı, sıkıntılı, korkuların, işkencelerin, öldürümlerin içinden geçerek koca bir ülkeyi kara bir şal gibi kıyımlarıyla örten 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’ni derin sıyrıklarla atlatmış bir insanı tanıdım. Öyle sanal medyada isimlerinin önüne ardına “yazar”, “şair” sözcüklerini ekleyenlerden değil, öyle, güçlünün karşısında sırnaşarak diz çöken, zalimlere biat eden sanatçı, “aydın”, “yazar”, “sinemacı” ve “gazetecilerden” değil. Kuşkusuz, sarı kehribar tesbihlerini ellerine almış -paçayı kurtardıktan sonra- cami avlularında kendilerine yeni işbirlikçi arayanlardan hiç değil. Adam gibi adamdan bahsedeceğim size.
Ahmet Sefa, kendi halinde bir babadır, bir eştir, 45 yıldır halkının kurtuluşu için, o ülkeden o ülkeye çocuklarıyla birlikte kaçan, göçen, o derin gözlemleriyle salt tarihe not düşmek için kalem oynatan sıradan, gösterişsiz, ama sevilen sayılan, sürekli gülümseyen, ama derinliği olan yaşanmışlıklarıyla insanın içini titreten bir bilgedir, bir öykü yazarıdır o.
Geçtiğimiz hafta onun otuz yıl önce yazdığı KARGAŞA isimli kitabının 2. baskısını okudum. Geçirdiğimiz o otuz yılın kâbuslu her saniyesini, anını, her gününü, acısını, korkusunu, karanlık sokaklarda gizlenen devrimcilerin yürek atışlarını, gizli sevdalarını yeniden hissettim, yaşadım. Eskimiş bir takım döneklerin döndükçe -geçmişteki o namuslu hareketleri, eylemleri, devrimcileri sömürerek karaladıkları- dizi dizi kitaplarla sırtlarını ne idüğü belirsiz ödüllere, yayınevlerine dayayarak popüler olma, meşhur olma sevdalarının yanında, tarihimizi bir çeliğe, granite oyar gibi yazarak not düşen bir yazarı yeniden keşfettim, tanıdım. Yaklaşık kırk senedir kalem oynatan, yazan bu yazarı -bilmem ama- çok azınız okumuştur. Kuşkusuz bu konuda kimseyi suçlamıyorum. Eğer ben, salt -ekonomik nedenler yüzünden- kırk yıl önce Almanya’ya gitmeseydim, o değerli insan Fakir Baykurt’u tanımasaydım, onun onurlu, alçakgönüllü girişimleriyle genç yazarlardan oluşturduğu grup içinde yer almasaydım, belki de Ahmet Sefa’yı tanıyamayacaktım. Ama şimdi böyle bir dostum, yoldaşım, arkadaşım olduğu için gururluyum, hem de çok.
Yaklaşık beş yıl sonra yeniden bu yıl ki (2017) İzmir Kitap Fuarı'nda gördüm Ahmet Sefa’yı. İki kitabını birden imzaladı benim için; biri KARGAŞA, diğeri de DEVRİMİN ÇOCUKLARIYDILAR ismini taşıyordu. Hayır, sizlere öykülerden paragraf paragraf alıntılar yaparak, konularından bahsetmeyeceğim. Çünkü bu güzel insanı öyle bir iki öyküsüyle anlatamam, tanıtamam mümkün değil. Yaşamın her evresini damıtarak yazan bu insanı ancak okuyarak tanıyıp sırrına erebilir, sizler de benim gibi yazılanların tadına varabilirsiniz. A. Sefa bir yazardır. Kendiyle övünmeyen, sırasında yine kendiyle dalgasını geçen, en kâbuslu günlerine bile sevimlilik katarak anlatan küçük, 1.68 boyunda bir DEV’dir. Bir babadır, eştir, yoldaştır o.
------------------------------------------
*-Kargaşa / Ahmet Sefa / Ozan Yayıncılık / Kasım 2016 / İstanbul / 192 sayfa.