Newroz Yeni Bir Güne Uyanmanın Şafağında Özgürlük Ateşini Tutuşturdu ! Kürtler Bir Kez Daha ‘Biz Buradayız’ Dediler !

Newroz Yeni Bir Güne Uyanmanın Şafağında Özgürlük Ateşini Tutuşturdu ! Kürtler Bir Kez Daha ‘Biz Buradayız’ Dediler !

Newroz

 

TC, hükümetler değişse de Kürt meselesinde her sıkıştığında  başa dönerek  bir başarı hikayesi yaratmak istiyor. Hikayenin neresine bakarsanız bakın yalan temeline oturtulmuş gerekçelerle Kürtlerin özgürleşmesinin önü alınmak istenmektedir. Bölgede barış içerisinde yaşamak isteyen halklar için de TC’nin bu tutumu büyük bir engel oluşturmaktadır.

TC içeride ve dışarıdaki adımlarını Kürt meselesine göre atmaktadır. ABD, Rusya ve AB’nin yanısıra, bölge ülkelerine yaklaşımı da bu temeldedir. Kürtlerin özgürlüğe kavuşmaları TC’yi neden bu kadar ürkütmektedir? Yüzyıldır temellerini dayandırdıkları bir yalanın çökmesinden ziyade egemen güçler varlıklarını sürdürmekte de büyük bir darbe alacaklardır. Milliyetçiliği körükleyerek yaratmak istedikleri beka sorunu etrafında  belirli bir taban oluşturmaları da büyük oranda boşa düşecek ve zayıflayacaktır. AKP’nin 19 yıllık hükümet pratiği, son yıllarda MHP ile ortaklaşa kurduğu ve giderek de yaydan boşalmışcasına baskının dozajını arttıran faşist baskının esas hedefinin Kürtler olması, TC’nin inkar politikasının devam ettirilmek istendiğine dair en açık bir kanıtdır. AKP-MHP faşist bloğunda ifadesini bulan, Kürtleri, özgürlük mücadelelerinde ses çıkaramaz duruma düşürmek  şimdiye kadar çok denendi ve her seferinde de boşa çıktı. Kürtler her seferinde yakılan yıkılan özgür olma umutlarının küllerinden doğmayı başardılar. Bu kez daha farklı bir boyutda direnen Kürtler, Newroz’da da görüldüğü gibi isyan ateşinin küllenmesine fırsat bile vermemektedirler.

İşbirlikçilik de kurtarmayacaktır

Geçmişte olduğu gibi bugün de bazı Kürt işbirlikçilerini kullanarak ve onların sırtına basarak Kürt özgürlük mücadelesini boğmaya çalışan TC, son günlerde saldırılarını daha da arttırdı. Yeni bir Kürt partisi kurma girişimleri halk nezdinde herhangi bir karşılık bulmadı. Şimdiye kadar Kürt Özgürlük Hareketine karşı bazı çevreler vasıtasıyla oluşturulmak istenen işbirlikçi oluşumlar ölü doğdular. AKP’yi Kürt meselesinde aklamaya çalışan bazı işbirlikçiler, Kürtlerin isyan etmemesini ve rejimin yedeğine takılmalarını salık vermektedirler. Tüm bu girişimler boşa çıktıkça faşist rejim saldırılarını katmerleştirerek artırmaktadır. HDP’ye karşı açılan kapatma davası, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun  milletvekilliğinin düşürülmesi ve yüzlerce HDP  yönetici ve çalışanının gözaltına alınması ve tutuklanması içerde baskının daha da artacağının işaretleridir. Baskının dozu şiddetlendikçe Kürtler geri çekilmemekte ve insan olma haklarından vazgeçmemektedirler. Baskıya çizilmiş  bir limit şimdilik görülmemekte ve nerede ne zaman duracakları bir sınır da henüz çizilmiş değil. Hitler Almanyası gibi sıkıştıkça ve  altlarındaki zeminin çatırdağını duyuran  çanlar çaldıkça daha da saldırganlaşacaklardır. ‘Yedi düvelle’ yürüttükleri savaş cephelerinde kaybetmeye başladılar. Suriye’de cihadist çetelerle kurdukları oyunlar yürümemektedir.   Doğu Akdeniz’den Libya’ya, Mısır ve İsrail ile ilişkilerden bir çok cephede rüzgar bile olamadıkları görüldükçe içerde yeni saldırılar tertiplemektedirler. HDP özelinde Kürt Özgürlük Hareketi, sosyalistler, barışseverler ve demokratlara yönelik saldırılar kaybeden rejimin kendini kurtarma çabalarından başka bir şey değildir. Tüm bu saldırılar her alanda kaybeden egemen güçlerin bilinen saldırı metotlarının devamıdır. Ömürlerini bu saldırılar ile belki uzatabilirler. Kaybedeceklerini onlar da görmektedirler. Bunun için özgürlük adına ne varsa ona saldırmaktadırlar. İstanbul sözleşmesinden çıkmaları, kadınların bu faşist rejime karşı direnişte seslerini kısmak için  baskının boyutunu arttıracaklarına  dair bir başka işarettir. Kadınların özgürlük mücadelesi bu faşist rejim için büyük bir tehdit oluşturmaktadır ve bunu çok iyi gördükleri için de kadınların kazanımlarına saldırmaktadırlar.

AKP-MHP faşist ortaklığı içerideki muhalefeti kendi dümenlerine çekmek için dış güçler teranesine sık sık sarılmaktadırlar. Kendilerinin uydurduğu, bu dış güçler hayaleti her gün ortalıkta dolaştırılmaktadır. Sıradan ve kandırılmış kitlelerin diline de pelesenk yapılmış bu kavram içerde baskıyı artırmanın bir gerekçesi yapılmaktadır. Aslında bahsettikleri bu dış güçler olmadan kendi iktidarlarını sürdürmeleri mümkün de görünmemektedir. ABD’nin yeni başkanı Joe Biden’den hala bir telefon beklenmekte, Rusya ve AB ile ilişkilerini tavizler vererek devam ettirmektedirler. Zamanında Trump’ın kulak çekmeyi andıran uyarıları karşısında nasıl geri adım attıkları unutulmuş değildir. Bakur, Rojava ve Başur’da Kürtlere karşı saldırılarına destek bulmak için bu dış güçlere taviz üzerine taviz vermektedirler. Doğu Akdeniz’de geri adım atarken de, Libya’da paralı milislerini geri çekerken de, Suriye’de paralı çetelerini sahaya sürerken de hep bu dış güçlerden bir destek beklentisi içerisine girmektedirler. Bu dış güçler masalı da ellerinde patlamıştır ve artık buna inanaların sayısı azalmaktadır. ‘Sahada olup masada yer almak’ olarak izah edilen dış politikanın da bu dış güçlerden destek bulmaya dönük verilecek tavizler ele geçirme girişiminden başka bir şey olmadığı da ortaya çıkmıştır. Tüm bu fırsatları Kürt Özgürlük Mücadelesine ve demokrasi güçlerine karşı dış destek bulmak için kullandığı ABD’den, AB ve Rusya’ya kadar içerisine girdikleri uluslararası ilişkilerde görülmektedir.

Bölgede dengelerin yeniden kurulmak istenmesi uluslararası güçlerin ve emperyalistlerin istemi ile olmadı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bölge halklarının boynuna geçirilmiş olan zincirin halkaları kopmaya başladıkça, yeni dengelerden ve bölgeye yeni dizaynlardan söz edilerek hakların demokrasi istemleri engellenmeye çalışıldı. Yeni Osmanlı hayali ile de Türk egemenleri ‘ya tutarsa’ diyerek bölge üzerinde at oynatmaya başladılar. Başlangıçta bir çok adımın kolayca atılacağı ve eski Osmanlı hayalinin biraz da olsa canlanabileceğini sanarak DAİŞ ve diğer cihadist çetelerle işbirliği içinde Suriye’den  Libya’ya kadar bir çok alanda boy göstermeye başladılar. Rojava’da Kürtlerin kazanımları ortaya çıkınca bu kez çetelerini Kürtlere karşı savaşa yönlendirdiler. Ve barış masasından halklar lehinde kazanımların çıktığını gördükçe de Kürt Özgürlüğüne karşı her kesimle işbirliği yapmaya başladılar. ‘Mavi Vatan’ diye yeni bir slogan uydurdular. Doğu Akdeniz’de gerginlik yaratarak içeride milliyetçi damarı hayatta tutmaya çalışıyorlar. Tüm bu dış manevralar birer birer saman alevi gibi sönmeye başladı ve Osmanlı hayalinin bir hayalden öte bir şey olmadığı görüldü. Eskilerin deyimiyle: ‘Takke düştü kel göründü’.

Dışarıda önüne koyduğu hedeflere ulaşamayan ve  beklediği sonuçları  bulamayan AKP-MHP faşist rejimi, içerideki sıkışıklığını ve giderek etkisini daha yakıcı bir şekilde hissettiren ekonomik krizin yaratacağı etkilerin sonunu yaklaştırmasını engellemek için HDP’de ifadesini bulan demokrasi, barış ve Kürt özgürlük güçlerine şimdiye kadar görülmemiş bir şekilde saldırmaya başladı. İçeri kapandıkça saldırılarda gemi azıya aldılar. Tüm bu saldırılar ömürlerini belki biraz daha uzatır. Eninde sonunda yenilgiyi tadacaklarıdr. Fakat bu tür saldırıları ile iktidarın yıkılan harabeleri altında yeni bir temel bulmak istemektedirler.

Baskılar yıldırmıyor, direniş güçleniyor

Kürt Özgürlük Hareketine ve demokrasi güçlerine karşı yürüttükleri bu her yönlü ve emperyalistlerden de destek bulan saldırıların karşısında direnen iradeyi kıramadıkları için daha da saldırganlaşmaktadırlar. Toplumun her kesiminden direniş alevine yeni kıvılcımlar yakarak  katılanlar olmaktadır. Aslında içerideki direniş, bugün tam görülmese de her ne pahasına olursa olsun boyun eğmeme, faşist rejimin sonunu getirecektir. Zaten rejimi çıldırtan da budur. Öyle küçümsenmeyecek bir baskı kurulmasına ve işkence rejimi inşa edilmesine rağmen direnenler boyun eğmemekte kararlı. Tutuklamalar, yasaklamalar ve ellerinde tuttukları havuz medyası ile kurdukları yalan düzenini yürütememektedirler. İşte dışarıda her şeylerini peşkeş çekercesine verdikleri  tavizler, içeride ayakta kalmalarına dış destek bulmaktan başka bir anlam ifade etmiyor. ABD ve AB ile ilişkilerini Türkiye’nin coğrafi konumunu ve batı için vazgeçilmez önemini sık sık dile getirerek, ortaya çıkan pürüzlerden arındırarak, her ne pahasına olursa olsun destek bularak devam ettirmeye  çalışmaktadırlar. Pazarlık konusu yaptığı bir çok adımı, masaya başka tavizler koparmak için atmakta ve bunları sonradan yeni adımların gerekçesi yapmaktadırlar. Dış güçler terimi de bunun için uydurulmuş ve iç kamuoyunu aldatmaya dönük bir boş sözden öte bir şey de değildir. Oysa o dış güçler olmadan ekonomik krizin derinleştiği ve kitlelerin gözlerini açtığı bu koşullarda ayakta kalmaları kolay değildir.

Uluslararası güçler, kendilerinin bölge üzerindeki çıkarları ile çelişmedikçe AKP-MHP faşist rejimine karşı ciddi adımlar atmayacakları son günlerde yaşananlar ile bir kez daha ortaya çıkmıştır. Avrupa Parlementosu aldığı bir kararda TC’yi Efrin başta olmak üzere Rojava’nın bazı bölgelerinde  ve Suriye’de  işgalci olarak nitelendirmiş, fakat bu karar hükümetler nezdinde bir yaptırıma dönüşmemiştir. Türkiye’yi insan hakları ve İstanbul sözleşmesine uymaları konusunda uyarmak ile yetinmişlerdir. Almanya’nın ve diğer bazı AB devletlerinin AKP-MHP rejimine destekleri yeni de değildir. Göçmenlerin Avrupa sınırlarına dayanmalarını önleyen bir duvar gibi gördükleri TC’ye, bu  bahanenin ardına sığınarak destek vermektedirler.  Kendi kamuoylarını da yanıltarak, müttefik, dost ve mülteci akınını önleyen bir güç gibi gösterek bu politikalarına  destek vermelerini  ve bu faşist rejime arka çıkmalarına karşı sessiz kalmalarını istemektedirler. Batılı güçlerin demokrasi ve insan hakları önceliklerinin kendi çıkarları ile uyuştukça bir önem arzettiğini biz Halepçe katliamından da bilmekteyiz. Saddam’ın olmayan kimyasal silahları bahane edilerek Irak’a giren ABD ve müttefikleri, Halepçe’de çok açık olarak kullanılan kimyasal silaha karşı sessiz kalmışlardır. Halepçe katliamı  bile tek başına Saddam’a karşı uluslararası bir tepkinin oluşması için yeterliydi. Fakat ABD müdahale için kendi çıkarlarının tehlikeye düşmesini bekledi. AKP-MHP faşist ortaklığı karşısında da benzer bir politika devam ettirilmektedir. Arada bir çatlak sesler çıksa da AKP-MHP faşist ortaklığı çıkmaza girdiğinde boyun eğmekte gecikmemektedir.

Yeni ABD yönetimi TC’yi dizginlemek ve bölge politikalarının içerisine çekmek için işleri ağırdan alır görünmektedir. Osmanlı hayalinin gerçekte bir karşılığının olmadığını Türk egemenleri de görmüş olacaklar ki bu ağırdan almaya onlar da bekleyerek cevap veriyorlar. AKP-MHP ortaklığı şu an ömürlerini uzatmaya kilitlenmiş durumdadır. Bunun için yapmayacakları saldırganlık ve oyun da yoktur. En azından içerde yaptıklarına karışmamaları karşılığında dışarıda uslu durmayı ve onların dümen suyuna katılmayı vaadediyorlar.

İçeride de işlerinin öyle sanıldığı kadar  kolay olmadığını son Newroz ateşi ile görmüş olmaları gerekir. Newroz’a katılımın kitlesel boyutunun tüm baskılara rağmen yüksekliği ‘bir başarı hikayesi’ yaratmanın mikrofanlara bağırarak gelmeyeceğini anlamış olmaları gerekir. Kadınların direnişine her zaman değer verdik ve çok da değerlidir. Kadın direnişinin 19 yıllık iktidarın temellerini çatırtadan bir deprem etkisi yarattığı ve sonuçlarının rejimi şaşkınlığa sürüklediğini görmekteyiz. Newroz kitlesel direniş ile kadın mücadelesinin ortaklaşmasının ve yeni bir günün müjdecisi oldu. Tüm saldırılara rağmen Kürtlerin özgürlük mücadelesinden vazgeçmeyeceklerinin de bir kanıtı oldu. Rejim de bunları görmekte ve yanlış yolda ilerlemeye devam ederek ‘ya tutarsa’ mantığına sarılmaktadır. Bu da onu sonuna doğru biraz daha yaklaştırmaktadır. İşte dışarda yaratılan ve sonrada taviz vermeye dönüşen sorunlar, nefes almasını bir müddet daha  sağlayacaktır. Bu şekilde devam etmesi, karşısına yeni sorunlarda çıkaracaktır. Demokrasi güçleri direnişe devam ettikçe faşist rejimin yönetme gücü önemli bir şekilde kırılacaktır. Soygun, yalan ve baskı ile kurdukları sistem tüm çabalarına rağmen  istedikleri gibi bir sonuç vermemektedir. Topluma giydirmek istedikleri elbise  sürekli bir yerlerden yırtılmaktadır. Kürt Özgürlük Hareketi, güçlü  bir direniş odağı olarak bu tektip elbisenin orasından burasından yırtılması ve tutulup atılmasında  önemli bir yer tutmaktadır. Rejimin Kürt düşmanlığı ve Kürtlerin kazanımlarına saldırıları da bu nedenledir. Fakat tüm yeni savaş tekniklerini kullanmalarına ve işbirlikçileri vasıtasıyla yeni oyunlar tezgahlamalarına karşın sonuç alamamaktadırlar. O çok istedikleri, kitleleri kandırmaya ve milliyetçiliği körüklemeye hizmet edecek  bir başarı hikayesini de buradan  çıkaramamaktadırlar.

Em Keçe u xorte ev gundine

Kürtçe çok bilinen bir sözdür, ara başlık olarak yazdığım. Tüm saldırılara karşı toprağından köyünden ayrılmamayı ifade eder. Bugün Kürtler, Türkler, Ermeniler, Süryaniler, Çerkesler, Lazlar, Rumlar ve diğer tüm halkların demokrasiden yana yüreği atanların ‘biz burdayız ve gitmiyoruz’ çığlıkları daha da çok yükselmektedir. Kadınlar başta olmak üzere tüm toplum bileşenleri bu çığlığa seslerini katmaktadırlar. Newroz bu birliği güçlendiren umutlarla yaşandı. Bir zamanlar ‘Kürdistan burada yok Irak’a gidin’ diyenlere inat: Buradayız ve varız. Yani ‘Em keçe u xorte ev gundine’.


Konuyla ilişkili diğer makaleler