Karadeniz’de Neler Yaşanıyor ?
Bu coğrafyanın tarihinde öyle acılar var ki neredeyse her güne bir anma düşüyor. Sivas katliamını anmadan yazıya başlamak doğru olmazdı sanırım. Türkiye’nin en karanlık ve yaslı günlerinden biriydi. Bir Cuma günü namazdan sonra binlerce kişi yürüdü Madımak’a doğru. Dillerinde tek slogan vardı. Masum insanları yakmak için onları şeytanlaştırmak gerekiyordu.
Tek bir ses Sivas’ta yankılandı. “Yakın, yakın ! Dinsizlere ölüm !” diye. Oradaydım.
Ve sonrasında alevler yükseldi, sonra acı feryatlar. İnsanlık yanıyordu orada. Hem de devletin gözlerinin önünde. Bu acıyı bugün hala yüreğimizin derinliklerinde hissediyoruz. Unutmak mümkün mü hem ölenleri hem de öldürenleri.
Sivas katliamının 28. Yıl dönümünde Sivas’ta kaybettiğimiz canları bir kez daha saygıyla anarak başlamak istedim.
Yaz sezonu başlayalı bizim buralarda daha iki ay olmadı bile. Son 15 yıldır AKP hükümetinin eliyle yaşam alanlarına saldıran şirketler hiç vaz geçmediler. Daha vadiler şenlenmeden, İkizdere’den başladılar AKP’nin o ünlü kalkınma modeli hikayeleri ile doğaya saldırmaya. Liman yapılacaktı ve Rizeli yurttaşlar bu liman sayesinde işsizlikten kurtulacaktı. Kalkınma modeli buydu memleketin. Doğayı talan et, şirketlere peşkeş çek, siyasiler ve yandaşlar arasında parayı bölüş. Anladıkları kalkınma aslında kendi kalkınmaları ve kendi sermaye birikimlerini yapmaktı. Bugün bir çete liderinin, yani Sedat Peker’in yaptığı uzaktan yayınlarla milyon dolarların rüşvet olarak verilip milyar dolarların nasıl kazanıldığını , kendilerinden olmayanların mal varlıklarına nasıl konduklarını ve bu pis işleri için devleti nasıl kullandıklarını herkes gördü.
Biz bunları bilmiyor muyduk?
Elbette biliyorduk. Yıllarca bunları anlattık, inandıramadık. Ama içerden biri çıktı , çıkarlar çatıştı. Kullanılıp bir yere atıldığını fark etti ve anlattı. O anlattı, vatandaş dinledi. AKP’nin kirli yüzünün nerelere dayandığını insanlar gördü. Uyuşturucudan, kaçak petrol ticaretine, silah kaçakçılığından birilerinin mal varlıklarına konmaya kadar. Bütün kirli yüzleri ortaya saçıldı.
Doğaya, yaşam alanlarına saldırı da işte bu sermaye birikiminin bir parçası oldu. Yurt dediğimiz bu coğrafyada paraya endekslemedikleri hiçbir şey bırakmadı AKP hükümeti. Ve bunları yaparken en iyi bildiği şeyi yaparak, insanları bölerek, ayrıştırarak, ötekileştirerek yaptı.
O kadar iyi biliyordu ki bölmeden yapamayacağını, siyasi hayatına başlarken bile siz ve biz olarak başladı AKP. İnananlar ve inanmayanlar, laikler ve dindarlar idi ilk ayrıştırma sloganları. Aynı şeyleri vadilerimizde de yaptılar. Kalkınmaya karşı olan “vatan hainler”i ve kalkınma ile bölgeye ekonomik refah geleceğine inandırılan veya çeşitli ödüllerle kandırılan, beslenen “vatanseverler” ortaya çıktı AKP’nin bu dili sayesinde.
Bugün Cengiz Holding’in eliyle yaratılan bu doğa katliamında devleti temsil edenlerin uğraşları sonucu İşkence Dere Vadisinde, İkizdere’de direnenlerin sayısı neredeyse parmak sayısına düştü. Onlarda orada çay bahçeleri olan ve geçimini çaydan karşılayan birkaç aile işte.
Çay demişken; bölgenin en büyük sorunlarından biri olmaya başlayan en büyük ekonomik kaynağı bölgenin. Son 4 yıldır özelikle bölgenin en hassas konusu durumuna geldi. 210 bin üreticinin geçim kaynağı olan çayda problemler büyümeye başladı.
AKP hükümetinin ulusal tarım politikalarının sonucu olarak tarımda şirketleşmenin yarattığı problemler , tarım işinin de uluslararası şirketlerin tekeline verilmesi ve pek çok alanda devletin fabrikası olmaz, devlet tarım yapmaz propagandası ile yapılan özelleştirmeler sonucu çiftçilik Anadolu’da artık nasıl iflas ettiyse sıra çay üreticisine kadar geldi .
Adım adım, ilmik ilmik örülen bu süreç çayda lokomotif olan ve çay üreticisinin güvencesi, sigortası olan ÇAYKUR’un varlık fonuna devri ile süreç sona yaklaşmıştı. Ama bölgede o kadar koyu bir AKP’cilik var ki, üretici bir türlü bu konuyu kabullenemiyor. Kendisinin de çay üreticisi olduğunu söyleyen Reis’e öyle bir güvenleri var ki onun çaya sahip çıkacağından hala umutlu bir üretici kitlesi var. Bu kitle son 4 yıldır ÇAYKUR’un nasıl zarar ettirildiğini bir türlü anlamak istemiyor.
ÇAYKUR genel müdürünün bile “ben de çayımı özel firmalara sattım. ÇAYKUR’u beklemedim “ demesi artık bu işin sonuna gelindiğinin bir ifadesidir. Üretici ne kadar kabul etmez gibi görünse de olayı fark etti, sadece sessizce olacakları bekler bir hali var.
Rize ve Artvin de bir çok yerde hükümetin çay politikalarını protesto eylemleri gerçekleştiyse de bunlar lokal kalmış, birleştirilememiş eylemlerdir. Anlamlıdırlar, ses getirdiler. AKP hükümeti bölgede ki her eylemi önemsiyor ve çay üreticisinin tepkisinin daha da büyüyeceğinden korkusundan yapılan bütün eylemlere yüzlerce polis ve jandarma göndererek eylemlerde sert tavırlar göstermelerini istiyor.
İkizdere’de halkın üzerine taş yuvarlayan, direnen kadınları biber gazı ile dağıtan aynı AKP hükümeti çayı için direnen kadınlara da jopla, biber gazıyla saldırıyor. Bölgenin ekmek isyanının büyüyeceğini ve tüm ülkeye yayılacağı korkusunu yaşıyor. Bu korku onları saldırgan yapıyor .Tıpkı Hopa’daki gibi.
Tam 10 yıl önce dönemin başbakanı, şimdiki cumhurbaşkanı R.Tayyip Erdoğan’ın Hopa’yı ziyaretinde, yaşam savunucularının yaşam alanlarını talan edenlere karşı verdiği mücadelede seslerini duyurmak ve iktidar partisi AKP’yi protesto etmek için Hopa meydanında eylemler düzenlemişlerdi. Yapılan eyleme polisin müdahalesi sert olmuştu. Sıkılan gaz bombalarından etkilenerek kalp krizi sonucu emekli öğretmen Metin Lokumcu hayatını kaybetmişti.
Açılan davanın mahkemesi tam 10 yıl sonra görülmek üzere olayın gerçekleştirildiği yerden kamu güvenliği gerekçe gösterilerek Trabzon’a taşınmıştı. 28 Haziran 2021 Pazartesi günü davanın ikinci duruşması Trabzon’da görüldü. İlk duruşma da 2 ay önce aynı mahkemede görülmüştü. İkinci mahkemede yetkisizlik kararı verilerek dava ağır ceza mahkemesine sevk edildi.
Dava neden Trabzon’a alındı?
Yetkililerin açıklaması kam güvenliği üzerine idi. Ama bu Lokumcu ailesini, dostlarını, yoldaşlarını tatmin eden bir açıklama değildi. Devlet mahkemeyi ailenin olduğu yerden uzaklaştırarak davaya olan ilginin azalmasını, mahkemeye katılacak yoldaşlarının önünü kesmek katılımı düşük tutmak istiyordu. Trabzon bunun için en iyi yerdi. Trabzon’un milliyetçi ve devletçi yanını da kullanabileceğinin hesabını yaparak katılacak insanlar üzerinde olaylar çıkabilir algısı yaratmak istiyordu. Aynı şeyi Gazi Katliamı davasını Trabzon’a taşıyıp burada mahkemenin sessiz sedasız geçmesini becermişlerdi. O Fethullahçıların işiydi ama taktik aynıydı.
Ama beklenen olmadı Trabzon ve bölgeden insanlar, çeşitli barolardan katılan baro başkanları, siyasi parti milletvekilleri ve temsilcileri Metin Lokumcu’nun davasına büyük bir katılımla sahip çıktılar.
Bölgeden bir panorama yapmış olduk . Fındık sorunu da bir başka sorun elbet. O sorunu da bir başka yazıda konu edelim.