Karadeniz Bölgesinde Tarımın Sorunları Derinleşiyor

Karadeniz Bölgesinde Tarımın Sorunları Derinleşiyor

Fındık

Doğu Karadeniz bölgesi de ülkenin her yerinde yaşanan, çiftçinin ürününü elinden alan, onu çaresiz bırakan ve ektiği toprağı ve üretim alanlarını terk etmeye mecbur bırakan büyük emperyalist gıda şirketlerinin iş birlikçisi olan MHP-AKP-Saray rejiminin tarım politikalarının sonucu  sorunlar yaşamaya devam ediyor.

Son 20 yılda iktidarı elinde tutan rejim, ilmik ilmik ördüğü yıkım politikalarına ayrıştırarak, ötekileştirerek devam ediyor. Bir bütün olarak saldırmak yerine bölge bölge tarımda üreticiyi yalnız bırakarak yok etmeye devam ediyor. Bütün bunları yaparken birini bir diğerine kırdırarak büyük bir özenle yapıyor.

Kapitalizmin çiftçilere yarattığı soruna bir de iklim krizi eklendi. Son dönemlerde sıkça duyduğumuz iklim krizi sorunu dünyada tüm tarımsal faaliyetleri zora soktuğu gibi Doğu Karadeniz bölgesindeki tarım faaliyetlerinde de sorunlar yaratmaya başladı. Vahşi kapitalizmin doğayı acımasızca talanının yarattığı bu çok önemli sorun bölgemizde de etkilerini göstermeye başladı.

Uluslararası gıda şirketlerinin politikaları ve ülkeyi yönetenlerin bu politikayı sahiplenip çiftçiyi yok sayan uygulamaları iklim krizi ile birleşince bölge halkının hunharca sömürülmesi kaçınılmaz oldu.

Küresel iklim krizinden Türkiye tarımının genel olarak olumsuz etkileneceği ve hali hazırda etkilendiği biliniyor. Çünkü Türkiye de dünyanın birçok ülkesinde uygulanan neo-liberal politikaları uyguluyor. Tarımını iç dinamikleri ile geliştirmiyor, yönlendirmiyor. ABD kaynaklı yapısal uyum programı ile Avrupa Birliği'nin Ortak Tarım Projesi (OTP) Türkiye tarımına yön veriyor, o rotada ilerliyor. AB ve ABD de tarımın şirketleşmesini, çiftçiliğin ortadan kalkmasını ve tarımda üretim modeli olarak küresel iklim krizini besleyen endüstriyel tarım modelinin uygulanmasından yana.

Egemenler bir yandan iklim krizinden bahsederken diğer yandan tarımın şirketleşmesinin önünü açacak, çiftçiliği ortadan kaldıracak projelerinden vazgeçmiyorlar.

La Via Campesina’nın (Çiftçinin Yolu) genel koordinatörünün çözüm önerisi şöyle: La Via Campesina, iklim değişimine çözüm olarak “küçük ölçekli çiftçiler dünyayı soğutuyor” diyerek topraksız çiftçileri, küçük aile çiftçilerini ve yerellikleri gösterdi.

La Via Campesina, kurulduğu 1993 yılından bu yana, neo-liberal politikalara karşı bir politik hat izleyen küresel bir örgüt olarak, kırsal yaşama ilişkin genel bir görüş geliştiren ve farklılıklardan oluşan birlik fikrinin billurlaştığı uluslararası bir harekettir.

AKP-Saray rejiminin neo-liberal politikalarının sonucu olarak sorun yaşayan Türkiyeli çiftçiler neredeyse, bu politikaların getirdiği yoksulluk nedeniyle üretim alanları olanı topraklarını terk etmek durumundalar. Üretim maliyetlerinin her geçen gün artması, mevcut iktidarın tarımı destekleme politikalarından uzak durması, bir gecede çıkardığı yasalarla şirketlerin önünü açması, köyünde yaşayıp çiftçilik yapan köylünün üretim maliyetlerini ve geçimini sağlayacak geliri karşılayamamasından dolayı çiftçilikten vaz geçmesine sebep olmaktadır. Kısaca çiftçiler bu politikalar ile açlığa mahkum edilerek büyük şehirlere göçe zorlanmaktadırlar veya kendi toprağında bu emperyalist şirketlerin sömürdüğü tarım işçileri konumuna düşmektedirler.

Ülkede bunlar yaşanırken bölgemizde, yani Doğu Karadeniz bölgesini kapsayan illerde tarımı yapılan çay, fındık ve tütünde de aynı sorunları yaşamaya başladık. Çay üreticisinin yıllar sonra olayı fark ederek dediği gibi “sıra artık bize de geldi” farkındalığının yaşandığı günlerdeyiz.

Tütün

Bölgede önce tütünle başladılar. Karadeniz’de tütünün üretildiği üç yer vardı. Samsun civarı, Trabzon- Akçaabat ve Rize-Pazar. Buralarda tütün önemli bir geçim kaynağı idi.  25 Haziran 2008 tarihli gazete manşetlerine “sıcak yazda Hükümeti rahatlatan ödeme”, “tek seferde en yüksek yabancı sermaye ülkemize geliyor” çığlıklarıyla yansıyan ikinci özelleştirme dalgasıyla birlikte bir devir kapanmış ve TEKEL’in alkollü içki dışındaki en önemli sınai faaliyeti olan tütün işleme sektörü de sona erdirilmiştir.

Bu haber bir müjde gibi verilmişti. AKP’nin en güçlü dönemleriydi ve halktan tevazu görüyordu. Bu tevazu gözleri kör etmişti. TEKEL’in özelleştirme kararı tütün üreticisinin hiç dikkatini çekmemişti. Onlar AKP iktidarının rüzgarına kapılmış başlarına ne geleceğinin hiç farkında değillerdi. Kapitalist sistemin pembe yalanlarıyla müreffeh bir ülke hayaliyle yaşıyorlar, özelleştirilen kurumların daha verimli hale geleceğini, AKP’nin ülkeyi muasır medeniyetler seviyesine taşıyacağına olan inançlarından zerre kuşku duymuyorlardı.

TEKEL’in özelleştirme kararı TEKEL işçilerinin işlerini kaybetmesine neden oldu. Özeleştirme kapsamında 4/C statüsüne dönüştürülen TEKEL işçilerinin durumu ve fabrikaların kapatılması hükümetin süreç içinde verdiği sözleri tutmaması direnişe sebep oldu. 4/C statüsüne karşı çıkan işçiler Ankara’nın ayazında bir kış günü tazyikli su ile havuza döküldü.

İşçileri bu kadar öfkelendiren AKP iktidarının kendilerini kandırmış olmasıydı. Zira 29 Mart 2009 seçimlerinden önce TEKEL işçilerine, “Mağdur edilmeyeceksiniz” sözü verilmişti. Seçimler bittikten sonra sözler unutuldu. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB), özel sektöre devri yapılmayan yaprak tütün fabrikalarının da kapanacağını, 10 bin dolayında işçinin 4/C statüsünde başka kamu kurumlarına gönderileceğini açıkladı. Bu statü, düşük ücret, aylarca boş durma, yıllık izin ve kıdem tazminatı hakkının olmaması anlamına geliyordu. İşçilerin üye olduğu Türk-İş’e bağlı Tek Gıda-İş Sendikası, 16 Kasım 2009’da Başkanlar Kurulunu topladı ve 15 Aralık’ta Ankara’da eylem yapılması kararı aldı.

İşçilerin direnişine maalesef tütün üreticileri sahip çıkmadı. AKP’nin terörist ilan ettiği işçilere karşı sessiz kalarak AKP iktidarının yanında yer almış oldular. Bu sessizlik daha sonra tütün ekiminin yasaklanmasıyla tütün üreticisin ödediği bedel oldu.

Fındık

Tütünle başlayan tarımda yıkım bölgede fındıkla devam ediyordu. Tarımda milli ürünlerin başında fındık geliyor. Türkiye dünya fındık üretiminin yaklaşık yüzde 70’ini, ihracatının da yüzde 75’ini gerçekleştiriyor. Çiftçi Kayıt Sistemi’ne göre Türkiye’de 38 ilde 690 bin hektarlık bir alanda fındık üretimi yapılıyor. Yıllık 400-500 bin tonluk üretimin 100-110 bin tonu içeride tüketilirken kalanı ihraç ediliyor. Özellikle Ordu, Giresun, Samsun, Trabzon, Düzce, Sakarya, Zonguldak, Artvin, Bartın, Kocaeli, Sinop, Gümüşhane, Kastamonu ve Rize illerinin ekonomisinde fındık çok önemli bir yer tutuyor. 400 bin dolayında aile (yaklaşık 2 milyon kişi) geçimini fındıktan sağlıyor.

Önce fındık üreticisinin üretici birliği olan FİSKOBİRLİK çeşitli siyasi oyunlarla AKP tarafından devre dışı bırakıldı. Bu durum fındıkçının sahipsiz kalması anlamına geliyordu. Üretici tamamen tüccarın eline teslim edilmişti. TMO’nun da fındık alımlarını sonlandırması ile fındık üretici tamamen yabancıların belirleyici hale geldiği piyasa koşullarında mağdur olmaya başladı. Mevcut durumda 8-10 yabancı firma Türk fındığının en büyük alıcısı konumunda. İçeride alivre alım yapanlar da onların ortak olduğu şirketler ya da onların kontrolündeki tacirlerden oluşuyor.

Artık piyasayı yabancı şirketler belirliyordu. Fındığın ülkedeki devi olan Oltan fındığın da uluslararası bir tekel olan Ferrero’ya satılması fındığın ölüm fermanının imzalanması anlamına geliyordu. FİSKOBİRLİK’i dağıtıp ve Toprak Mahsulleri Ofisi’ni (TMO) güçsüzleştirerek, devre dışı bırakan AKP, fındık piyasasını tamamen yabancı kartellerin insafına terk etmiş oldu.

Bu duruma karşı Ordu’da düzenlenen mitinge binlerce kişi katıldı. Herkes bu politikaların oluşmasında tek sorumlu olan AKP iktidarının fındık üreticisi karşısında bir bedel ödeyeceğini düşünürken ilk seçimlerde üretici AKP ye %60’ın üzerinde destek vermişti. Yani katilini yine sevmişti.

Sonraki yıllarda üretici başına gelenin aslında AKP’nin milli duruşundan kaynaklanmadığını, kendisini uluslararası fındık şirketlerine peşkeş çektiğini anlamıştı ama iş işten geçmişti. Artık hükümetin açıkladığı fındık fiyatının bir anlamı kalmamıştı. Rekolte yalanının arkasına sığınan tüccar fındığı ucuza kapatıyor üreticinin ürünü para etmiyordu artık.

2020-2021 fındık sezonu ile ilgili olarak hasat öncesindeki rekolte tahminleri kamuoyuna 600-620 bin ton olarak yansıdı. Üreticiler ve üretici birliklerinin tahmini bu miktarın çok altında olduğu halde fındık alanındaki tüccarlar, ihracatçılar ve kamu otoriteleri tarafından dillendirilen rekolte tahmini 600-620 bin ton olunca, kamu otoriteleri ve piyasa aktörleri bu tahmin üzerinden bir fındık fiyatının oluşmasını sağladılar.

Fındık haşatının üzerinden aylar geçtikten sonra kamuoyu ile paylaşılan açıklamalar ise hasat öncesi tahminlerin doğru çıkmadığı, 2020-2021 sezonu rekoltesinin tahminlerin çok altında bir seviyede yani 450-500 bin ton civarında gerçekleştiği yönünde oldu.

Üretici, oluşturulan bu yalanların altında iyice eziliyor artık fındık onun için bir geçim kapısı olmaktan çıkıyordu. Ve çıktı da.

Bugün yaşanan mağduriyetin asıl sorumlusu kapitalist sistem ve bu sistemin ürünü olan sermaye işbirlikçisi patron partileri ve onların gelmiş geçmiş hükümetleridir. AKP bunların yıkımı taçlandıran son partisidir.

Çay

Aynı dönemde bölgenin belki de en önemli ürünü olan çay için de çeşitli oyunlar oynanmaya başlamıştı. Sıra artık çay üreticisine gelmişti. İlk operasyon çay işletmelerinde örgütlü sendika olan Tek Gıda-İş’e yapıldı. ÇAYKUR’un özelleştirmesi için önce işçiyi bölmek gerekiyordu. İlk adım yandaş sendika olan Öz Gıda-İş’in alana çıkartılması ile başladı. İşçiler toplu sözleşme döneminde olan Tek Gıda-İş’ten siyasilerin çeşitli tehditleri ve manevralarıyla istifa ettirilip yandaş sendikaya üye olmaları için zorlanıyordu. Bu operasyon çok hızlı yürütülüyordu. Toplu iş sözleşmesinden bir sonuç çıkmadan yetki Tek Gıda-İş’ten alınmak isteniyordu. Çünkü en önemli ayak burasıydı. Buranın dağıtılması gerekiyordu.

Tek Gıda-İş Sendikası ÇAYKUR çalışanlarının çoğunluğunu örgütlediği halde Çalışma Bakanlığı bu hükümete biat etmeyen sendikaya değil hükümetin emrindeki Öz Gıda-İş Sendikası’na, çoğunluğu olmadığı halde sözleşme yapma yetkisi veriyor. Dört yıl süren yargı süreci sonunda mahkeme Tek Gıda-İş’in yetkili olduğunu kabul ediyor ve 2013 yılında görüşmeler başlıyor.

Görüşmelerden bir sonuç çıkmadan Çalışma Bakanlığı hukuksuz bir şekilde ÇAYKUR’da yasal grev sürerken yandaş bir sendikaya toplu sözleşme yapma belgesini yasanın özüne ve sözüne aykırı olarak vererek yandaş Öz Gıda-İş ile ÇAYKUR’un yasal olmayan bir sözleşme imzalamasını sağlamıştır.

İlk adım böylelikle atılmış oldu. Artık sıra ÇAYKUR’un itibarsızlaştırılmasına gelmişti. Bu süreçte Varlık Fonu’na devredilen kurum asil olmayan genel müdürün elinde zarara uğratılıyor sonun başlangıcı için yol alınıyordu.

Kota, kontenjan uygulamalarıyla üretici bıktırılmaya çalışıyor, bu uygulamanın etkisiyle üretici özel firmaların inisiyatifine terk ediliyor. Hükümetin açıkladığı fiyat uygulamasına uymayan özel firmalar sömürü şartlarında yaş çay alımlarını gerçekleştiriyor. Bu duruma AKP bölge milletvekilleri ilgisiz kalıyor zaman zaman üreticinin gazını alacak çay kanunundan bahsediyorlardı.

Gümrük vergisi %145 den %7’lere düşürülerek ithalatın önü açılıyordu. Artık 210 bin çay üreticisi için tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Üretici bu duruma bir türlü inanmak istemiyordu. Çünkü R.Tayyip Erdoğan Rize’li idi ve ihaneti kendilerine yapmayacaklarını düşünüyorlardı.

Üstüne çayın Susurluk’u denilen TIR kazası yaşandı. Kaçak çay gayet rahat bir şekilde ülkenin yollarından geçerek Rize’ye kadar ulaşıyordu. Bu durum yıllarca dillendirilen ama ispat edilemeyen kaçak çayın belgesi oldu. Ama hükümet yetkililerinden tek bir söz çıkmadı.

Yaşananlar karşısında bölgeden cılız protestolar yükselse de bu durum çayın itibarını geri kazandıracak güçte sesler değiller. Bu durum maalesef çay üreticisinin de çok yakın zamanda işsiz ve aç kalacağının habercisidir.

Böl, parçala, yönet ve yok et taktiği ile 20 yıla sığdırdığı yıkım politikaları ile  tarımı bitiren AKP-Saray rejimine çeşitli alanlarda üretim yapan diğer çiftçilerin sahip çıkmaması yöneticilerin işini kolaylaştırmıştır. Tütüne şeker üreticileri, onlara fındık ve çay üreticileri duyarsız kalınca AKP’nin eli güçlü hale gelmiştir.

Bugün yaşanan ekonomik krizin derinleşmesi ürünü para etmeyen bölge halkını da mırıldanmaya zorlamıştır. Umarım bu mırıltılar bir isyanın çığlığına dönüşür.

Çözüm mü ne? Elbette toplumcu, kamucu bir düzen. Tek kurtuluş sosyalizmde.


Konuyla ilişkili diğer makaleler