İmamoğlu Vakası ve Devrimci Mücadele

İmamoğlu Vakası ve Devrimci Mücadele

2022 senesinin son haftalarında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na 7. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından Yüksek Seçim Kurulu’na “ahmak” suçlaması yaptığı gerekçesiyle 2 yıl 7 ay 25 gün hapis cezası kararı verildi. Bu icraatın hukuki süreci ve “ahmak” nitelemesinin kullanılmasının ne kadar suç teşkil ettiği konunun bir yanı. Anımsayacaksınız. İmamoğlu İBB Başkanlığı’na seçildikten bir süre sonra Strasburg’da Avrupa Konseyi’nin bir toplantısına katılıyor. HDP’li Belediye Başkanlarının görevlerinden alınıp yerlerine kayyum atanması ile ilgili görüş belirtiyor ve şöyle diyor: “Belediye Başkanlarının görevden alınarak yerlerine kayyum atanması ve bir kısmının tutuklanması özellikle hukuk devleti ilkesini ihlal etmektir”.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bu açıklamadan çok rahatsız olmuş olacak ki İmamoğlu’na yanıt niteliğinde şöyle bir açıklama yapıyor: “Avrupa Parlamentosu’na gidip Türkiye’yi şikayet eden ahmağa söylüyorum, bunun bedelini bu millet sana ödetecek. Bu iş bu kadar bedava değil.” İmamoğlu da Soylu’ya şöyle yanıt veriyor: “Tam da 31 Mart seçimlerini iptal edenler ahmaktır, önce oraya bir odaklansın.” İmamoğlu’nun bu yanıtta kimi kast ettiği belli olmakla birlikte YSK İmamoğlu hakkında şikayetçi oluyor ve dava açıyor. 2019 yılında yaşanan bir olayın kısa hikayesi böyle. Ondan sonra kimler kimlere neler söyledi, hakaretler etti, bu ayrı bir konu.

Aradan 3 yıl geçtikten sonra İmamoğlu hakkında bu mahkeme kararı geliyor. Karar üzerine farklı yorumlar yapıldı. Kimileri Erdoğan hata yaptı çünkü İmamoğlu bu mahkeme kararı sonucu mağdur insan görüntüsü vererek daha da güçlenecek dediler. Bu konuyu zamanında Erdoğan’ın aldığı cezaya benzetenler oldu. Danışıklı dövüş diyenler oldu.

Bizce bu konu çok net. Erdoğan ve partisi ciddi güç kaybediyor ve bu koşullarda karşısına Cumhurbaşkanlığı seçiminde başarı kazanacak bir adayın çıkmasını istemiyor. O nedenle İmamoğlu’na ceza vererek siyaset yasağı kapsamına alınacak. İmamoğlu aday olamayacak. Ayrıca, bu ceza gerekçe gösterilerek İBB Başkanlığı görevinden alınarak yerine kayyum atanacak. Böylece Erdoğan’ın 22 yıldır en büyük yenilgisi olan İstanbul Belediyesi seçimlerinin intikamı alınmış ve İstanbul Belediyesi hukuksuz yollarla dahi olsa geri alınmış olunacak. Bizce bu kararın tek ve ana nedeni bu. Konuyu komplo teorileri ile çok da sulandırmamak ve ana konuya odaklanmak gerekir.

İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini kazanarak “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır” gerçeğini ortaya koydu. Kuşkusuz ki İmamoğlu’nun seçim başarısı sadece kendisine has bir başarı değildi. Düzen muhalefetinin tümü kendisini destekledi. O da yeterli olmayacaktı. HDP desteklediği için seçilebildi. Burada daha önce de değindiğimiz bize göre önemli bir konuya tekrar dikkat çekmek istiyoruz. Bilindiği üzere İBB Başkanlığı seçimleri iptal edilince İmamoğlu ilk seçimlerdeki 13 bin oy fark yerine 800 bin oy fark ile yenilenen seçimleri kazandı. Biz sürekli şu soruyu sorduk: Neden sadece İBB Başkanlığı seçimleri tekrarlandı da İlçe Belediye seçimleri tekrarlanmadı. İmamoğlu, CHP, İyi Parti ve tüm diğer partiler neden bu konuda ısrarcı olup kampanya yürütmediler. Çünkü, İstanbul Belediye seçimleri ilçeler dahil yenilenseydi AKP ve MHP İstanbul Belediye Meclisi’ndeki çoğunluğu kaybedecek, aynı zamanda CHP muhtemelen 11 ile 13 İlçe Belediye Başkanı seçimi daha kazanmış olacaktı. Anımsanacağı üzere Erdoğan, seçimlerin yenilenmesi konusunda çok direndi. Oyları tekrar tekrar yeniden saydırıp AKP lehine sonuç çıkarmaya çalıştı. AKP Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz bu süreçte bilgi kirliliği ve propaganda açısından özel bir görev üstlendi. Tüm radyo, TV ve gazetelerde eşi görülmemiş yoğun bir dezenformasyon ve propaganda taktiği yürüttüler. Sonuçta oyların tekrar sayımı ile iplikleri pazara çıkınca seçimleri yenilemekten başka seçenekleri kalmadı. Ama tüm İstanbul seçimlerini yenilemek yerine sadece İBB Başkanlık seçimlerini yenileme yolunu seçtiler. Tam da bu noktada gizli bir pazarlığın yapıldığı konusunda bir intiba mevcut. Dolayısıyla muhalif de olsa düzen partilerine güvenmek mümkün değil.

Diğer bir konu İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in yaptığı şovlar. İyi Parti’nin İstanbul Belediyesinde hem seçilmiş meclis üyeleri ve aynı zamanda kilit kadrolar açısından önemli noktaları elde tuttuğu biliniyor. İBB’ye işçi alımlarında İyi Partili kadroların sözlerinin CHP’li yönetici kadrolardan daha etkin olduğu biliniyor. İçişleri Bakanı’nın “557 terörist kadro çalıştırılıyor” suçlamasından sonra 150 kadar çalışanın işten çıkarılmasında İyi Parti’nin etkin olduğu söyleniyor. Bu noktada önemli olan İmamoğlu ve CHP’nin edilgenliği. Akşener, son mahkeme kararı sonrası da İmamoğlu ile dayanışma adı altında siyasi bir şov düzenledi. İmamoğlu’nun da siyasi duruşu itibarı ile CHP’den seçilmiş olmasına rağmen daha fazla İyi Parti çizgisine yakın olduğu anlaşılıyor. İmamoğlu’nu yakından izleyenler için bu tespit şaşırtıcı olmaz. Bizim anladığımız, CHP’nin İmamoğlu’nu Cumhurbaşkanlığı adaylığı için düşünmemesine rağmen İyi Parti’nin, özellikle Akşener’in İmamoğlu’nu Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı Cumhurbaşkanlığı adaylığı için parlatıp ön plana çıkarma mücadelesi. Kılıçdaroğlu’nun 6’lı masadaki partilerin birbirlerinin iç işlerine karışmamaları gerektiği konusundaki uyarı kokan söylemi çok da nedensiz değildi.

TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın Ekrem İmamoğlu’na geçmiş olsun ve dayanışma ziyareti kimi keskin solcular tarafından eleştirildi. Bizce Erkan Baş yapması gerekeni yaptı. Parlamentoda temsil edilen bir siyasi partinin başkanı olarak İmamoğlu’nu ziyaret etmesi kadar doğal bir davranış olamaz. Politika yapmak bunu da gerektirir. Erkan Baş bu ziyareti ile Ekrem İmamoğlu’nun siyasi düşüncelerini desteklemiş olmuyor. Rejimin anti-demokratik uygulamaları karşısında dayanışmasını ifade etmiş oluyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimleri herşey değil ama önemli. AKP-MHP Saray Rejimine son vermek mümkün. Erdoğan ve Bahçeli de bunu engellemek için ellerinden geleni yapacaklar. Komünistlerin yaklaşımı da ilk aşamada AKP-MHP Saray rejiminin son bulmasını sağlamak olmalı. Faşist güçlere karşı, burjuva muhalefeti de dahil en geniş siyasal ve toplumsal güçlerin iş birliği belirleyici olacak. Faşizme karşı mücadelenin gereği de bu. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın, Demokrasi İttifakı’nın Cumhurbaşkanlığı seçimleri için ilk turda güçlü ve geniş kitleler ile farklı toplumsal kesimlerin destekleyebilecekleri bir aday çıkarmaları bizce önemli. Seçilemese dahi barış ve demokrasi güçlerinin desteği oy oranı olarak da ortaya çıkmak zorundadır. Bu sonuç daha AKP-MHP Saray rejimine son verildiği koşullarda oluşturulacak yeni iktidar ve hükümet yapılarında barış ve demokrasi güçlerinin ne derece söz sahibi olacaklarının destekleyici ölçütü olacaktır. Her şeyin seçim olmadığını vurguladık ama madem ki seçimlere de katılınacak, bu durumda seçimlerden alınabilecek azami sonuçları görmek ve bu sonuçların sahada yürütülen mücadeleler sonucunda elde edildiğini bilince çıkarmak önemlidir.

CHP içinde Ergenekoncu ve devlet doktrinini savunan statükocu güçler etkin ve güçlüdür. Ancak CHP içinde HDP ve barış demokrasi güçleri ile işbirliği yapmanın öneminin bilincinde olan güçler de mevcuttur. Bu güçler bu süreçte açığa çıkmaktadır. HDP’ye mesafeli duran Sosyalist Güç Birliği adı altında bir araya gelen sol çevrelerin de bu yaklaşımlarını gözden geçirip AKP-MHP Saray rejimine karşı belirleyici darbeye somut katkı sunmaları gereklidir. Yaşam bunu dayatmaktadır. Gerçekleştirilmezse bunun siyasal sonuçları faşizan rejimin devamına yol açacağından, gereğini yerine getirmeyenlere sorumluluk yükleyecektir.

Burjuva düzen muhalefetinin seçim başarısı Türkiye’de toplumsal sorunların çözümü konusunda komünistlerin de dahil oldukları barış ve demokrasi güçlerinin asıl alternatifi olamaz. Devrimci bir alternatif ve yeniden demokratik bir kuruluş ise ancak yürüyen politik süreçlerin parlamenter mücadele ile parlamento dışı mücadelenin daha da güçlenip yaygınlaşması ile mümkün olacaktır. Söz konusu seçimler bu sürecin sadece bir ara durağıdır ve son tahlilde devrimci anlamda belirleyici değildir. Bunun bilincindeyiz. O anlamda bizleri burjuva demokratik çözümler önerme spekülasyonları ile eleştirmek boş iştir. Burjuva anlamda dahi olsa gerçekleşecek görece değişimler, devrimci mücadelenin gelişmesi için yeni olanaklar yaratacaktır. Toplumun üzerindeki baskı, sansür, yasak ve terör baskısı kaldırılmak zorundadır. İnsanlar toplu yerlerde görüşlerini ifade ederken ve sosyal medya mecralarında dahi görüşlerini ifade etmekten korkar duruma gelmişlerdir. Barışçıl basın açıklamaları ve protestolar dahi aşırı ve orantısız polis şiddetine maruz kalmaktadır. En azından bu ortamın değişmesi mümkündür.

Devrimci demokratik mücadele güçlerinin ve bu güçlere gönül vermiş toplum kesimlerinin, seçmenlerin, destekleyicilerinin, her gün sahada bedel ödeyenlerin, direnen işçi ve emekçilerin, yaşamları devlet terörü koşulları altında süren Kürt halkının sürekli dayak yemek yerine, dayak atmak ve başarı elde etme ihtiyaçları vardır. Moral kazandıracak, kendine güveni artıracak başarı süreçleri yaşanmak zorundadır. Bu psikoloji az ile başlayabilir, ancak daha büyük mücadelelerin sonucunu belirleyecek güç birikimlerine olan yol da ancak böyle döşenir.


Konuyla ilişkili diğer makaleler