İşçi Sınıfı ve Barış

İşçi Sınıfı ve Barış

10 Ekim Cumartesi günü Ankara’da yapılması planlanan “BARIŞ ve DEMOKRASİ MİTİNGİ”ne karşı yapılan bombalı saldırıyla birlikte barışa olan ihtiyaç ve özlem çığ gibi büyüyor.

Neden barış? Çünkü barış olmadan yaşam olamaz. Yaşamın ve doğanın güvencesi barıştır. Onun için her şeyden önce barışı tehlikeye sokan, tehdit eden ve ortadan kaldıran savaşa son verilmelidir. Kimler barışı ister, onu korur ve savunur? Savaşlardan hiç bir çıkarı olmayan insanlar. Kimdir, bu insanlar? İşçi sınıfı, köylüler, ezilenler, gençler, kadınlar. Sorumuzu tersinden soracak olursak; savaşları kim, kimler, hangi sınıf çıkarır, savunur ve sürdürür? Savaşlardan çıkarı olanlar. Kimdir bu savaş tacirleri ve barış düşmanları? Tanıyalım onları; burjuvazi, burjuvazinin içinde savaştan nemalanan silah tekelleri, mafya, terörist çeteler, iktidarda bulunan ve halkın demokratik taleplerini bastıran diktatörler ve onun etrafında kenetlenmiş çeteleşmiş güçler. Bu çeteler, dün Suruç’taydılar, bugün Ankara’dalar, yarın da başka bir yerde olmaya çalışacaklardır.

Ülkemiz bir savaş kasırgasıyla karşı karşıya olduğu için barış mücadelesi gelişiyor, güçleniyor ve yeni bileşenlerini yaratıyor. Bu gelişmenin, güçlenmenin ve dinamizmin motor gücü “kim” olursa veya olduğu zaman kalıcı başarı ve kazanımlar elde edilebilir? 10 Ekim Katliamı sonrası ülke gerçeğine baktığımızda bu sorunun yanıtı ortadadır. Önce acı tabloya bakalım: Bedeni parçalanmış 100’ü aşkın insan ve yaralı, sakatlanan 500’e yakın insan, dahası travmaya uğrayan binlerce görgü tanığı ve insanlık yanlısı, barış sevdalısı milyonlar...Hiç kuşkusuz katliamda eşini, evladını, arkadaşını, dostunu ve yoldaşını kaybedenlerin acısı daha büyüktür.

Acıdır ama çıplak bir gerçektir; Sınıf mücadelesi acımasızdır. Burjuvazi egemenliğini sürdürmek için her yola başvurur, başvurmuştur. Şantaj, demagoji, katliam, bölyönet politikalarıyla işçi sınıfının ve ezilenlerin barış, demokrasi ve özgürlük taleplerini ve bu talepler için verilen mücadeleyi bastırmak, durdurmak ve yok etmek için elinden geleni yapar. Burada önemli olan “sınıf mücadelesi” gerçeğinin kavranmasıdır. Eğer en geniş emekçi halk kitleleri, barış mücadelesinde de işçi sınıfının öncü politik hareketinin yörüngesine kazanılmazsa başarı mümkün olamaz. İşçi sınıfının öncülüğünün başını çekmediği bir barış mücadelesi, bir kayan yıldız gibi parlar ve kendiliğinden sönümlenir.

Ülke tarihinin bu en büyük katliamı, ülkenin dışında, uzak bir yerde, başka bir ülkede değil; Türkiye’nin göbeğinde, merkezinde, başkentinde yapıldı. Katliama karşı Barış talepleriyle yer yerinden oynamalıdır. “Kepenkler, açık. Bankalar çalışıyor. İşçiler, işe gidiyor. Öğretmenler, okulda. Memurlar, masa başında...” Barış için hepimize iş düşüyor. Akan kanı durdurmak, bomba patlatanları bertaraf etmek, DAİŞ’i, itleri, çeteleri dağıtmak, ülke toprağını güvenilir ve yaşanabilir hale getirebilmek için her birimizin yapabileceği bir şeyler vardır. En büyük rolde işçi sınıfına düşüyor. İşçi sınıfı bugünkü reel zaaflarını atlatmış olsaydı katliama karşı en iyi yanıtı “GENEL GREV-GENEL DİRENİŞ” ile verirdi. Kim olursa olsun, hangi güç olursa olsun, hangi mücadele yöntemi olursa olsun, “üretimden gelen güç”ü kullanmak kadar etkili olamaz, olamıyor. Bu acı günde de işçi sınıfının üretimden gelen gücünün ne demek olduğunu, ne kadar etkili olduğunu, olabileceğini iliklerimize kadar hissediyoruz.

Şalterlerin inmesiyle üretim durur ve de hayat. Bir başka olur, üretim ilişkileri. Özel mülkiyetin özelliği sallanır. Artı-değer üretilmediği için, üretim araçlarının sahibi kapitalistlerin gözleri fal taşına döner, sarkan şiş göbekleri sancılanır, uykuları kaçar, kabus girer rüyalarına. Peki, burjuvaziyi, egemenleri, ezenleri, bir kene gibi kanımızı emenleri bu denli dehşete düşüren başka bir sınıf, grup, kesim veya kitle var mıdır, sosyal yaşamda? Burjuvazi, üretimi ellerinde bulunduran işçi sınıfının üretimden gelen gücünü kullanmaktan korktuğu kadar başka bir şeyden ve kimseden korkmaz. Ne laftan küfürden, ne yakıp yıkmaktan, ne de toptan tüfekten.

İşçi sınıfının sosyal mücadelede rehber olması, bu güzel sınıfsallığıdır. Bir sömürü düzeni olan kapitalist ülkelerde kalıcı bir barışın yaratılması mümkün değildir. Üretim işçi sınıfının ellerindeyse, öncü de işçi sınıfıdır! İşçi sınıfımız er veya geç tarihi rolünü oynayacaktır. Güneşli bir dünyayı amaçlayan işçi sınıfının devrimci hareketinin etrafında barış mücadelesinin örülmesi, savaşların durdurulması ve savaşları yaratan nesnel koşulların ortadan kaldırılması için en doğru ve en sağlam seçenektir.

Arkadaşımız, canımız, ciğerimiz Tayfun’un da uğruna can verdiği “Barış” bu güzel topraklara mutlaka gelecektir; İş ile, ekmek ile, özgürlük ile, güneş ile...


Konuyla ilişkili diğer makaleler