“ Yok Aslında Birbirimizden Farkımız, Ama Biz Osmanlı Bankasıyız ”

“ Yok Aslında Birbirimizden Farkımız, Ama Biz Osmanlı Bankasıyız ”

Bir zamanlar bir reklam yayınlanırdı, ne kadar anlamlı ve doğruymuş…

Türkiye kamuoyu bin bilinmeyenli bir bulmaca çözer gibi 15 Temmuz darbe girişimi ve o gün başlayan AKP-Saray darbesini anlamaya çalışıyor. Bizlerin de farklı olduğu söylenemez. Belki tek farkımız bugüne kadar yaşayıp gördüklerimiz ve öğrenmeye çalıştıklarımız sayesinde konuya sınıfsal açıdan yaklaşarak doğruya yakın sonuçlara ulaşmamızdır.

Kimin ne zaman haberinin olduğu, kimin kiminle birlikte hareket ettiği, bu darbenin bir senaryo mu yoksa istihbaratı alınıp karşı darbe gerçekleştirmek için ortam oluşturma amacıyla engellenmediği gibi sorular hala tartışılan konular arasında. Biz sadece bir-iki olguya değinerek bu tartışmanın çok uzatılmaması gerektiğine vurgu yapmak istiyoruz. Çünkü bu konular üzerinden doğru sonuçlara ulaşmak mümkün olmadığı gibi, bu tür magazinsel konulara yoğunlaşmak bizleri konunun özünden uzaklaştırıyor.

Hiç bir askeri özelliği olmayan normal bir vatandaş dahi kendisine şu soruyu sormalıdır. Tüm yazılı ve görsel yayın organları 15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın canını hedef alan bir suikastten kıl payı kurtulduğunu işliyor. Bir an için bu savı doğru kabul edelim. Cumhurbaşkanı’nın Baş Yaveri emir subayı, darbecilere Cumhurbaşkanı’nın kaldığı misafirhaneyi istihbarat olarak verdiği söyleniyor. Pekiyi, madem Cumhurbaşkanı’nın tüm yaverleri darbeci ve kendisinin en yakınında duran görevliler. Bu unsurlar bu kadar zaman böyle bir “göreve” çözüm bulamamışlar da iş kara ve hava kuvvetlerinin Cumhurbaşkanı’nı ailesiyle beraber ikamet ettiği tatil malikanesinin bombalanmasına mı kalmış ? Polisiye ve aksiyon filimlerine biraz aşina olan bir ortaokul çocuğuna sorsanız, doğru yanıtı alırsınız. Onun için bunu geçelim…

Bayram değil, seyran değil, eniştem beni neden öptü” mü derler ? Darbe girişiminin Cumhurbaşkanına eniştesi vasıtasıyla saat 18:00’den sonra iletilmesi bize çok gerçekçi gelmiyor.

Neden gelmediğini anlamak için Hürriyet gazetesinden Murat Yetkin’in 13 Eylül 2016 salı günü kaleme aldığı araştırma haber niteliğindeki yazısını okumak yeter. “Darbe yolundaki gizli yazışma: BYLOCK” başlıklı yazıda Yetkin, akıllı telefonlarda kullanılan bir uygulama olan BYLOCK uygulaması konusunda MİT’in 17-25 Aralık 2013 Yolsuzluk Operasyonu’ndan hemen sonra iz sürmeye başladığını ve 2014 ilkbahar aylarında (muhtemelen Nisan - Mayıs), BYLOCK’un Litvanya’daki sunucusuna girerek verileri MİT merkezine aktardığını ve Aralık 2015 ile Ocak 2016’da defalarca sisteme girerek sunucunun hafızasında ne varsa alıp değerlendirdiklerini uzun uzun anlatıyor. Bu arada BYLOCK’u 215 bin 92 hesabın (kişi) kullandığını ve bunların 165 bin 178’inin kimliklerinin MİT tarafından belirlendiğini yazıyor. Bu demektir ki MİT ve dolayısıyla Başbakan ve Cumhurbaşkanı bu darbe hazırlığının başından itibaren takipçileri idiler.

Kim bilir belki de Ahmet Davutoğlu’nun bir yıldırım operasyonu ile Başbakanlık görevinden alınması bu istihbari bilgilere dayanıyordu.

Böylece işin magazin kısmına fazla girmeden Davutoğlu konusuna gelmişken, oradan devam edelim. Federal Almanya, ABD ve Rusya Federasyonundaki basın yayın çevreleri, ülkelerinin istihbarat örgütlerinden edindikleri bilgilere göre, eğer darbe girişimi gerçekleşseydi, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı, Ahmet Davutoğlu’nun da Başbakan olarak görevlendirileceklerini yazıp çiziyorlar. Bülent Arınç, Hüseyin Çelik, Nimet Baş, Ali Babacan, Nihat Ergün, Yaşar Yakış, Suat Kılıç, Sadullah Ergin, hatta Abdüllatif Şener gibi isimlerin kabinede bakan olarak yer alacakları ve AKP’nin yönetim kademelerinde görev alacaklarını yazıyorlar.

Bu bilgilerden nasıl bir sonuç çıkar ? ABD, AB ve NATO’nun bu darbe girişimi ile amacı Recep Tayyip Erdoğan’sız bir AKP ve Türkiye yaratmaktı. AKP’yi 17-25 Aralık Yolsuzluk Operasyonu temelinde R.T. Erdoğan ve yakın kadrosundan arındırarak, AKP’nin varlığının ve toplumsal etkisinin sürmesini sağlamaktı. ABD ve AB ile pürüzleri ortadan kaldırarak, hiç bir çelişki yaşamayacağı bir yönetim arzuluyorlardı. “Erdoğan, bizim adamımızdır, onu biz oralara getirdik, kötü bir adam değildi ama bazen biraz ileri gidiyordu, idare etmesi biraz daha zor bir adamdır.” Bu projenin içinde TSK ve üst düzeyde generaller ile bugün R.T.Erdoğan’ın yanında görünen üst düzey kimi politikacı, bakan ve bürokratlar da vardı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu bilgileri Murat Yetkin’in yazısında aktardığı gibi çok önceden edindi, tedbirlerini aldı ve türlü siyasi taktikler ile kendi kontrolünde gerçekleşen asıl darbenin kurgusunu geliştirdi. Bu riskli bir karardı ama başka çaresi de yoktu. Bu politikası ile ABD ve AB’yi kendisi ile iş birliğine devam etmeye zorlamaktı. Kendi açısından bunu başardı. Ancak bu ne kadar kesin bir başarıdır ve ne kadar sürer, o ayrı bir tartışma konusudur.

R.T.Erdoğan bu riski göze alırken bir çok taktikler de uyguladı dedik. Bunların bir tanesi de şuydu: ABD, Montrö, Lozan ve SSCB - Türkiye arasında imzalanan anlaşmalar çerçevesinde Karadeniz’de deniz kuvvetlerini bulunduramıyor, İstanbul Boğazını geçemiyor. ABD ise son 10 yılda Romanya, Bulgaristan ve Ukrayna’da deniz üsleri kurdu, ancak gemilerini oralara sokamadı. ABD, Türkiye ile Rusya Federasyonu’nun uçak düşürme olayından dolayı aralarının gergin olmasını değerlendirerek Mayıs ve Haziran aylarında ABD savaş gemilerini Karadeniz’e geçirme girişiminde bulundu ve Erdoğan’ın da Rusya ile olan çatışmasından dolayı bu girişimlerinin gerçekleşebileceğini düşündü. Fakat Erdoğan sürpriz bir şekilde bu isteme olumsuz yanıt verdi.

Erdoğan böyle taktiklerle ( ki bu sadece bir örnektir ) Rusya ile Türkiye’nin arasının düzelmesi için dolaylı siyasi yatırımlar yaptı. Kaldı ki, Türkiye ile Rusya’nın aralarındaki gerginlikleri buz dolabına kaldırmaları, kamuoyuna açıklandığından haftalar önce bağıtlanmıştı. Erdoğan’ın 15 Temmuz sonrası ilk resmi ziyaretini Rusya’ya yapması ve Putin ile görüşmesi derin anlamlar içeriyordu. Neki, bu olgular Türkiye’nin ABD ve NATO ile ipleri koparıp Rusya Federasyonu ile o değerde ilişki geliştirmesi ve Şanghay Anlaşması ülkelerine yaklaşması anlamına gelmiyor. Bu da bir taktik. Bu hamleleri ile Erdoğan, ABD, AB ve NATO’ya “benimle uğraşmayın” mesajını veriyor.

Tüm bu aktardıklarımız şu anlama geliyor. Gerek darbe girişiminde bulunanlar, gerekse de AKP-Saray rejimi, ve hatta bugün devletin bütünsel bir bileşeni olan TSK’sından tutun da CHP ve MHP’sine kadar kurum ve kuruluşları ABD emperyalizmi, AB ve NATO ile ters durumlarda değiller. Türkiye bizzat ABD emperyalizminin ülkedeki temsilcileri olan Menderes, Demirel, Ecevit gibi politikacıların defalarca ABD ile krizler yaşadıklarına şahittir. Menderes sonunda Sovyetler Birliği’ne yanaşmaya yeltendiği için idam edilmiş ve onu idam edip yargılayan sözde demokrat darbeciler değişik derecelerde ABD ve NATO’nun en önemli müttefikleri olmuşlardır. O Menderes ki, Türkiye’yi daha önceki tüm üstü örtülü bağımlılığına karşın ABD’ye resmen köle yapmış bir başbakandır.

Erdoğan, Fethullah, Ergenekoncu Kemalistler, ABD ve NATO öyle isterse yarın tekrar bir araya gelirler. Veya Bugün Fethullah ile kanlı çatışması olan Erdoğan, yarın, bugün uzlaştığı Ergenekoncu Kemalistler ile çatışır ve Fethullah ile olmasa dahi AKP ve Saray içinde kendisinin çok iyi bilip de açıklayamadığı Fethullahçılar ile uzlaşır.

TÜSİAD ve benzeri patron örgütlerinin 15 Temmuz’dan beri R.T. Erdoğan konusunda her hangi bir itirazlarının ve eleştirilerinin olduğunu duydunuz, okudunuz mu ? Biz duymadık ve okumadık. Sonuçta bu iktidar emperyalizme bağımlı sermayenin iktidarıdır. Çıkar çatışması yaşarlar, kimi zaman bu çatışma kanlı boyutlar da alabilir ama bu Türkiye’de, birinden birinin ülkesine, insanına, toprağına bağlılığından değil, yeraltı değerlerini kullanmak, işgücünü sömürmek ve sermayesini artırıp karına kar katmak içindir. Bu Erdoğan için ne kadar geçerli ise, Fethullah için de, işbirlikçi oligarşinin tüm bileşenleri için de geçerlidir.

15 Temmuz’u değerlendirirken eğer sınıfsal bakış açısını yitirirsek yanlış yaparız. Bugün CHP’nin peşine takılıp Taksim’e, yarın Yenikapı’ya gideriz… Bu da felakete yolculuktur. “Yok aslında birbirimizden farkımız, ama biz Osmanlı Bankasıyız” reklamını hatırlayanlar ne söylemek istediğimizi anlayacaklardır.


Konuyla ilişkili diğer makaleler