Türkiye ve Dünyaya Bakış - 150
Ekonomik kriz mi dediniz?
Ülke ekonomik krizin etkileri altında kavruluyor. İşçi, emekçi, işsiz, emekli ve öğrencilerin evlerine ateş düştü. Mutfak masrafları son bir yılda % 150’lere varan zamlar ile karşı karşıya. Saray’dan gelen açıklamalar hala % 20 enflasyon içerikli.
Binali Yıldırım geçtiğimiz hafta aklımızla dalga geçer gibi “ABD’de enflasyon % 1’den %’7’ye yani 7 kat arttı, Türkiye’de % 10’dan %20’ye yükseldi. Yani ABD’de 7 kat artarken Türkiye’de sadece 2 kat arttı” dedi. Böyle numaralar ile insanları daha ne kadar kandıracaklar?
Daha bilimsel konuşmaya çalışanlar ise düşük faiz, yatırım, üretim ve ihracat silsilesini savunuyor. “Biraz dişimizi sıkalım, 2-3 ay içinde bu sorunları aşacağız” diyorlar. Sanki sorunun özü faizin düşük veya yüksek olmasıymış gibi bir tablo çizilip, kamuoyunun dikkati “düşük faiz mi, yüksek faiz mi” tartışmasına kilitlenmeye çalışılıyor.
Geçenlerde biri çıkmış “Çin’de asgari ücret 350 dolar, bizde TL’nin son değer kaybı ile 250 dolar oldu. Şimdi ucuz işgücü nedeniyle Çin’de üretim yapan tüm yabancı markalar Türkiye’de üretime yönelecek” diyor ve dünyaca ünlü markaların adlarını sayıyor. Kusura bakmayın ama bu adama manyak demek dışında bir seçenek yok. Ülkede işçi ve emekçiler açlık sınırının altına düşecek, birileri de bunun Türkiye ekonomisine yatırım getireceğinin teorisini yapacak.
Sorun Türkiye kapitalizminin yapısal sorunu. Faizle oynayarak düzelecek bir konu değil. Ülkede ne tarım kaldı ne üretim. Tamamen dışa bağımlı ve dövize endeksli bir ekonomik politikanın geleceği noktanın bu olması çok doğal. Samanı, buğdayı, mercimek, nohut, kuru fasulye, et, çay gibi temel maddeleri dahi ithal eden bir ülkenin ekonomik bir politikaya sahip olduğunu söylemek bile yersiz.
Türkiye kendine yetebilecek ve dışa bağımlılığı asgari düzeye indirebilecek olanaklara sahip bir ülke. Uygulama tersi olunca sonuç da böyle oluyor.
Sanayiiyi geliştirmekle övünüyorlar. Ancak montaj veya yurt dışından gelen hammaddeye dayalı sanayiinin de bu koşullarda ekonomiyi destekleyici bir rol üstlenmesi mümkün değil. Son tahlilde hammadde ve yarı mamuller ve hatta elektronik-teknolojik mamuller döviz ile dışarıdan satın alınıyor.
Bir tek alanda döviz ne kadar tepe yaparsa yapsın hesap yapmıyor ve devletin tüm bütçe olanaklarını kullanıyorlar. O da silah sanayii. “ Yüzde yüz milli ve yerli” üretim diye bir konu yok. Ürettikleri SİHA’ların, zırhlı araçların, roketlerin ve benzer savaş araçlarının elektronik sistemlerini, motorlarını, radarlarını, kamera ve merceklerini yurt dışından ithal ediyorlar. Motor alacak ülke bulamadıkları için Altay tanklarını üretemiyorlar. Ama bu alanda hiç bir kısıtlamaları yok.
Çünkü bu savaş araçlarını ihraç etmekten çok (-ki belli bir oranda ediyorlar) ülkedeki ve komşu ülkelere yönelik kirli savaşta kullanıyorlar. Güney Kürdistan, Irak ve Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik günlük savaş harcamaları bu ülkenin ekonomisinin eksiklerinden daha fazladır. Yakıt, mühimmat, bakım ve kayıpları ile hesap edersek günde milyonlarca, ayda milyarlarca doların savaş bütçesinde yakıldığını görürüz. Paralı asker, yabancı çeteler, köy korucuları, Jandarma, Polis, Bekçi, JÖH ve PÖH istihdamına harcadıkları kaynaklar da işin cabası.
Ülkenin ekonomik politikaları ancak politik yönelimin değişmesi ile mümkündür. NATO’dan çıkılarak, tüm bağımlılık yaratan dış anlaşmalar yırtılarak, ulusal tarım ve sanayi politikalarının geliştirilerek ekonomiyi toparlamak mümkündür. Ancak gündemde olan toparlama değildir. Çünkü işbirlikçi tekelci sermayenin ve onun temsilcileri politikacıların yönettiği bir ülkede bu mümkün değildir. Politik yapı kökünden değişmeden, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet ortadan kaldırılmadan, dolayısıyla işbirlikçi tekelci burjuva sermayesi yok edilmeden köklü ekonomik çözümler de üretilemez.
Asıl sorun ekonomik kriz değil onu yaratan nedenler ve yaratanlardır. Ekonomik kriz sadece onun doğal bir sonucudur. Onun için sivrisineklerle mücadele etmek yerine bataklığı kurutmak germektedir. Bunu da hiçbir burjuva iktidarından beklememeliyiz. Biri gider biri gelir. Erdoğan gitse yerine Babacan veya bir başkası gelse ne değişecek? Aynı filim tekrar izlenecek. Bu nedenle, “ekonomik kriz mi dediniz?” diyoruz ve nedenleri ile çözümlerini ortaya koyuyoruz. Bu topraklarda bu sorunları çözecek güçler vardır ve çözeceklerdir. Saray rejiminin ilelebet oy potansiyeli olarak gördüğü tabanı ve seçmenler son tahlilde, işçi, emekçi ve köylülerdir. Türlü yalan ve demagojiler ile milli ve dini duyguları istismar edilerek bugüne kadar sürüklenmişlerdir. Fakat bunun da bir sonu vardır. Çünkü Karl Marks’ın dediği gibi “Celladını, kurtarıcısı olarak gören bir toplum, kasabın bıçağını yalayan aptal danaya benzer.”
28 Kasım 2021