Türkiye ve Dünyaya Bakış - 1

Türkiye ve Dünyaya Bakış - 1

Türkiye ve Dünyaya Bakış

AFRİN - BOĞAZİÇİ - TİP GİRİŞİMİ…  POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ

AFRİN İŞGALİ

TSK’nın 17 Mart’ı 18 Mart’a bağlayan gece Afrin kent merkezine girmesi belki kimimiz için şaşırtıcı oldu. Neki, savaşın son günlerdeki gelişmelerini dikkatli irdeleyen her göz bunun bir sürpriz olmadığı konusunda hemfikir olacaktır. Afrin “zaferini” bir işgal olarak nitelemek yanlış olmaz. Kuşkusuz ki bir geri çekilme söz konusudur. Bu bir mevzii kaybı mıdır sorusuna da “evet” yanıtı verilebilir. Ancak ilk günde belli oldu ki bu “zafer” TSK’nın zaferi değildi. Öyle olsaydı “üç saatte Afrin’i alırız” hedefinin neden 58 güne uzadığı da açıklanmak zorundadır. SDG’nin Afrin’den çekilmemiş olsaydı 18 Mart farklı yaşanırdı, ancak burada SDG’nin vereceği kayıp, halkın vereceği kayıp ve şehrin yıkımı telafi edilemezdi. İran, Irak, Suriye, Rusya ve Özgürlük Hareketi arasında görüşmeler sürdürüldüğü satır aralarında zaten okunuyordu. Rusya ile ABD’nin de ayrıca temas halinde oldukları aşikardı. Rusya ve Türkiye’nin de tüm bu temaslar sonucunda değerlendirmeler yaptıkları ve Rusya’nın bir yandan Türkiye’ye, diğer yandan Özgürlük Hareketi’ne öneriler getirdiği sürece yansıyordu. Tüm bu karmaşık ilişkiler arasında ortaya bu sonuç çıktı. SDG Afrin’den geri çekildi, TSK Afrin’e girdi.

TC şimdi Afrin’de Kanton ve Komün Yönetimlerinin yerine “Kent Konseyleri” adı altında yerel sözde özerk yönetimler ikame etmeye çalışıyor. Vali ve Kaymakamlar atıyor, Askeri Ataşe ataması yapıyor. Devlet kurumlarının gönderlerine Türk bayrağı çekiyor. Bu bir işgaldir. Başka adı yoktur. Afrin’in Suriye’nin bir kenti olan Halep’in ilçesi olduğunu dikkate aldığınızda, bağımsız bir ülkenin topraklarında yönetimler kurmak başka ne anlama gelir?

TC bütün bu süreci kiminle yürüttü diye baktığınızda karşımıza ÖSO adı altında tamamen IŞİD’den devşirilmiş çeteler çıkmaktadır. Bölgeden gelen bilgiler bir yana, işgalden yansıyan görüntülerden bile çıplak bir gözle görülebilecek gerçek budur.

Murat Karayılan’ın 24 Mart’ta bir radyo kanalına verdiği demeçte Türk ve Rus yetkililerin Abdullah Öcalan ile görüştüklerini açıklaması olayın başka bir boyutuna dikkat çekiyor. Abdullah Öcalan onların Afrin konusundaki tekliflerini reddetmiştir deniyor. Ancak onun devamında nasıl bir olası mutabakat veya çözülemeyen çelişki yaşandığı basınla paylaşılmış değildir.

Bu açıklama ile aynı günde PKK’nin Şengal’den çekilme kararını açıklaması da aynı sürecin devamıdır. Fakat dikkatli bir göz, PKK güçlerinin çekileceğini, Şengal’de oluşturulan öz savunma gücü olan YPŞ’nin çekilmesinden bahsedilmediğini görecektir. YPŞ yerel unsurlardan oluşan silahlı bir direniş gücü olarak Şengal’in ve halkının güvenliğini sağlamaya devam edecektir.

Geri çekilme yenilgi anlamına gelmemektedir. Savaşın kuralları farklıdır. Özellikle Kürt ulusal sorununun artık uluslararası bir sorun düzeyine yükseldiğini söylüyorsak, bunu sadece söz ile ifade etmek yetmez, bu ifadenin ardında yatan anlamı da doğru değerlendirmek gerekmektedir. Uluslararası olgular dar ulusal veya yerel pencerelerden değerlendirildiğinde hata yapma oranı yüksektir. Ortadoğu bugün uluslararası alanda güçlerin yer alımına ve mücadelesine sahne oluyorsa, gelişmeleri de bu açıdan değerlendirmek ve her konuda erken tespitler yaparak yanlış veya eksik sonuçlar çıkarmamak gerekir.

Tayyip Erdoğan’ın “Afrin zaferi metal yorgunluğunun aşıldığı bir diriliştir” mealindeki konuşması, tam da Afrin süreci ile iç politik sorunların konsolide edilmesi amacının açıkça itirafıdır. ABD’deki Zarrab Davası devam ettiği ve Rıza Zarrab’ın hangi bakana ne kadar, Erdoğan’a ne kadar rüşvet verdiğini açıkladığı halde, bu haberler yok sayılmaktadır. Kısmi çelişkiler yaşadığı Doğan Yayın Grubunu devlet finansmanı, Ziraat Bankası kredisi olduğu söylenen kaynakla Demirören Grubuna aktarması geminin sintinesindeki son sızıntıları da yamama çabasıdır. Neki, çürüyen ve batma tehlikesi ile karşı karşıya olan bir gemiyi yamalarla fırtınalı denizlere süremezsiniz. Ne denli “güçlü” olduğunu göstermek isterlerse istesinler rejim çok kırılgan bir yapı arzetmektedir. Bu telaş, saldırganlık ve içerdeki baskının nedeni budur. OHAL koşullarında KHK’lar ile ülkeyi yönetme “zorunluluğu” onlar açısından nedensiz değildir. Barış, Demokrasi, Bağımsızlık, Özgürlük ve Sosyalizm’den yana güçlerin bu verili durumu ne denli sorumlulukla değerlendirdikleri ayrı bir soru işaretidir düşüncesindeyiz.

 

BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ PROVOKASYONU

Boğaziçi Üniversitesinde “Afrin Lokumu” dağıtmak adına provokasyon düzenleyen devlet denetimindeki faşistler doğal olarak devrimci, demokrat ve ilerici gençlerin tepkisiyle karşılaştılar. Gösterilen tepki de pankart açılması, slogan atılması ve marş söylenmesinden ibaretti.

Ülkenin Cumhurbaşkanı da kalkıyor ertesi gün “teröristleri, vatan hainlerini, komünistleri üniversitelerden atacağız, onları okutmayacağız” diyor. Amacını çok aşan bir açıklama olduğu bir yana, böyle bir yaklaşımın dini hassasiyetleri olan genç kadınların türban takarak üniversitelerde okuyamamalarının hakkını savunan gençlere gösterilmesi ayrı bir trajikomedi. Böyle bir yaklaşım kuşkusuz ki devrimci ve demokrat gençliğin insanların fikir ve kıyafet özgürlüğüne olan yaklaşımlarını değiştirmez. Ancak, bu tür uygulamaların sınıfsal yanının daha iyi anlaşılmasını sağlar. Semboller ve söylemler soyut olarak değil somut ve sınıfsal açıdan değerlendirildiğinde nasıl bir tutum almak gerekiyorsa devrimci, demokrat ve ilerici gençlerin bu tutumu almaya devam edeceklerine olan inancımızı belirtiyoruz.

Gözaltına alınan ve haklarında soruşturma açılan tüm öğrenciler derhal serbest bırakılmalı ve haklarındaki soruşturma durdurulmalıdır.

 

TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ - TİP GİRİŞİMİ

23 Mart 2018 tarihinde 146 imzalı bir açıklama ile Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşuna katılım çağrısı yapıldı. Biz her devrimci ve ilerici gelişmeyi desteklemek konusunda ilkesel bir yaklaşıma sahibiz. Ancak, bazı konular açık olmadan da böyle bir çağrı konusunda somut görüş belirtmemiz mümkün değildir.

TİP hangi program ve tüzük çerçevesinde kuruluyor? Çağrıcılar bunu biliyor olabilirler, ancak biz bilmediğimiz için bu konuda olumlu ya da olumsuz tavır belirleyemiyoruz. Genel bilgilendirme dışında bu konuda tartışmalara katılma olanağımız olmuş olsa idi, hem katkımızı yapar, katkı ve görüşlerimiz genel kabul gördüğü oranda, aynı zamanda sürecin içinde olabilirdik. En temel konumuz bu konudur.

“Tarihsel TKP” kavramı, TKP’yi tarihe havale etmiş bir yaklaşımın nitelemesidir. Bu kavramı TKP’yi likide etmeye çalışanların kullandığı bilindiği halde böyle bir kavram neden kullanılmıştır? Böyle bir nitelemenin yanında herhangi bir TKP’linin imza atması mümkün olabilir mi?

Çağrı metninde TKP Genel Başkanı olarak imzacı olan arkadaşımız HALKIN TKP’si Genel Başkanıdır. Eğer TKP’lilerin bu sürece katılımı arzu ediliyorsa öncelikle karşılıklı saygı çerçevesinde herkes tanımlamaları doğru kullanmalıdır görüşündeyiz. TKP, TCK’ya ve TC Anayasasına göre yasaklı bir partidir. Kurulması amaçlanan TİP’in de bir istemi TKP üzerindeki yasağın kaldırılması ve TC’nin ilk faili meçhul cinayeti olan Mustafa Suphi ile yoldaşlarının katlinin aydınlatılması olmalıdır.

Çağrıcıların bileşimi ve niteliği bize göre yetersizdir. Temsili daha nitelikli ve geniş, TİP, TKP, THKP-C, TİKKO, DDKO ve THKO’nun mücadelelerinde yer almış arkadaşların çağrıcı olmaları, en azından destek veya o da olmuyorsa dayanışmalarını açıklamaları önemli olurdu. Türkiye Devrimci Hareketi’nde 70’li yıllarda bölünmelerin platformu olan TİP’in yeniden kuruluşu, mümkün olduğu oranda bu bölünmeyi aşacak bir birlikteliği hedeflemelidir. Bu mümkündür ve TİP ismi ile anlamlı bir amaçtır. Türkiye Devrimci Hareketi açısından selamlanacak niteliksel bir adımdır

146 çağırıcı arasında işçi oranı nedir, Birinci TİP’in kuruluşunda olduğu gibi işçi temsilcileri ve sendikacıların bu girişimde yer alması daha doğru olmaz mıydı diye düşünmeden edemiyoruz. Aksi durumda bu girişimin var olan sosyalist partilerden ne tür niteliksel bir farkı olacağı düşünülmektedir?

İşçi sınıfının devrimci sınıf partisini kurmak için bir araya gelmek, bu nitelikte bir partinin  olmadığını savunmak anlamına gelir. Bu parti mevcuttur. 10 Eylül 1920’de kurulmuş olan Türkiye Komünist Partisi’dir. Ayrıca çağırıcıların büyük bir çoğunluğunun da bugüne kadar içinde bulundukları örgütlerini işçi sınıfının partisi olarak değerlendirdikleri yazılarından bilinmektedir. Bu nedenlerden dolayı, farklı ilerici, devrimci, sosyalist ve komünist güçlerle, BİRLEŞİK KİTLESEL BİR SOSYALİST PARTİ kurma amacı güdülmesinin ve bu şekilde nitelenmesinin daha isabetli olacağını düşünüyoruz.

Daha geniş bir çevreyi niteliksel ve niceliksel olarak kucaklayacak, program ve tüzüğü birlikte şekillendirilecek bir Türkiye İşçi Partisi girişiminin Türkiye ve Kürdistan’da sınıf mücadelesi açısından daha güçlü bir çıkış ve sonuç alıcı olacağını düşünmekteyiz.

Bu tür hassas ve önemli konuları aceleye getirmemek gerektiği ve eğer daha geniş çevrelerin katılımı hedefleniyorsa da varolan kendi örgütlenmelerimizin içinde davrandığımız gibi davranılmaması gerektiği görüşündeyiz. Değilse, zaten çağrıya katılanların bir örgüt mensubiyeti var. Maksat daha geniş bir yapı oluşturmak ve “Gel Kardeşim” çağrısında sıralanan konuları gerçekleştirmekse, farklı düşünmeyi ve davranmayı becerebilmeliyiz.

Sıraladığımız noktalar düşüncelerimizin tümünü kapsamıyor, sadece yayınlanan çağrı ve basın bültenindeki gerekçelendirmeyi kapsıyor. Sürecin bütününe yönelik görüş ve katkılarımızı daha kapsamlı bilgi aldığımız zaman yapabileceğimizi ve hiç bir ön yargı veya ön şarta bağlanmadan sadece yayınlanan metinler temelinde okuyucu, izleyici ve çevremizi bilgilendirmek amaçlı kaleme aldığımızı da ayrıca belirtmek isteriz.


Konuyla ilişkili diğer makaleler