Politika Gazetesi ve HDP Kapatma Davası
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı (CBS), Halkların Demokratik Partisi (HDP) hakkında, Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davası açarak, partinin üyeleri hakkında da 5 yıl siyasi yasak kararı talep etti. HDP’nin kapatılması davası, siyasi bir varyasyonun sonucu olarak gündeme düştü. İktidardakiler iktidarda kalabilmek, muhalefettekiler de iktidar olabilmek için HDP ile ne yapacaklarına bir türlü karar veremiyorlar. Siyasetin sopası, her nereden olursa olsun, HDP’nin kafasında patlatılmaya çalışılıyor. Kapatma davası da bunun bir tezahürü.
Kapatma davasına gerekçe
Politika Gazetesi, Halkların Demokratik Kongresi (HDK)’nın bir bileşeni. Halkların Demokratik Partisi (HDP) de, HDK’nın oluşturduğu bir seçim partisi. Politika Gazetesi ve gazetenin imtiyaz sahibi Mustafa Suphi Vakfı (MSV) başkanı Süleyman Kemal Atakan HDP İstanbul Kadıköy İlçe Örgütünde 2014/2. dönemden bu yana aktif üyesi ve 22 Haziran 2014 ile 11 Şubat 2018 arasında, yani 2. Olağan Kongresi’nde, Parti Meclisi yedek üyesi. Atakan’ın hakkında açılan ve sonucunda hükmün açıklanması geri bırakılması (HAGB) kararı verilen bir dava bundan dolayı HDP kapatma davasına gerekçe yapıldı.
Gerekçe yapılan dava
İstanbul Anadolu CBS Basın Suçları Soruşturma Bürosu tarafından tutulan tutanak ile Politika gazetesinin 15 Kasım 2016 tarihli nüshasınan 2 ve 3. sayfalarında yer alan "Çözüm kendi ellerimizdedir" başlıklı yazısından dolayı Atakan, 15. sayfasında yer alan "Faşizmi ve Diktatörlüğü Devrimci Cepheyle Yıkalım" başlıklı yazısından Ahmet Çavlı, 1. sayfasında yer alan "Rüyayı Kabusa Dönüştürmek" başlıklı imzasız yazıdan dolayı Politika Gazetesi yazı işleri müdürü Armağan Barışgül hakkında ayrı ayrı, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu (TEMK)nun madde 7/2. fıkrada yazılı, “silahlı terör örgütü propagandası yapmak” iddiasıyla soruşturma başlatıyor ve soruşturma yetkisi il CBS’lıklarına ait olduğundan, “yetkisizlik kararı” verip dosyayı İstanbul CBS’na gönderiyor. Soruşturmayı yürütme görevini alan İstanbul CBS, iddianame hazırlayarak, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi (ACM)’nde dava açıyor. ACM ise, "suçun sübutuna etki edeceği mutlak sayılan mevcut bir delil toplanmadan iddianame düzenlendiği" gerekçesiyle, suçun delili olarak gösterilen gazete aslı temin olunmadan davanın açılmış olduğundan dolayı, CBS’nın iddianamesine iade ediyor. İddianamenin iadesine CBS itiraz etmiş ise de, bu itiraz kabul görmüyor. İstanbul CBS ikinci kez aynı mahiyette hazırlayıp mahkemeye sunduğu iddianame ile kovuşturma başlıyor ve güya, Politika gazetesi yazarları, yazdıkları bu yazılar ile güya “Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını” yaptıklarından bahisle, beraat yerine cezalandırma yoluna gidiliyor.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" başlıklı 26/1. maddesinde, "Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...." , Türkiye’nin de tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 9. maddesinde yer alan düşünce, vicdan ve din özgürlüğü kapsamında, "Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir; bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, kamuya açık veya kapalı ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir." , AİHS'nin 10. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü kapsamında, “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” , Basın Kanunu m.3’de, “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” ve son olarak da cezalandırmanın dayanağı yapılan Terörle Mücadele Kanunu’nun da, “Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.” , denilmesine rağmen, yargılama sonucunda, yazarlar hakkında doğrudan beraat hükmü kurulması gerekirken, klasik uygulamanın bir sonucu olarak, yazarlar Armağan Barışgül ve Ahmet Çavlı hakkında iddia konusu suçun oluşmadığına dair bir üyenin muhalefetine rağmen, hakkında dava açılan yazarlar güya, “silahlı terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde terör örgütü propagandası” yaptıkları gerekçesiyle 1 yıl 3’er ay ceza ile cezalandırılıyor. Fakat Atakan ile Barışgül hakkında verilen ceza yönünden Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m. 231 uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB), Çavlı hakkında ise Türk Ceza Kanunu (TCK) m. 51 uyarınca hapis cezasının ertelenmesi karar veriliyor (İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/132 Esas ve 16.10.2018 tarihli 2018/145 karar sayılı kararı).
Parti kapatma ve siyasi yasak
Anayasa Mahkemesi önüne gelen davanın ilk iddianamesinin iadesine karar verildi. Yargıtay CBS iddianamesini tekrar ederek Anayasa Mahkemesine sundu (Anayasa Mahkemesi, 2021/2 esas, HDP / Siyasi Parti Kapatma davası). HDP kapatma davasında, “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin odağı haline geldiği iddiası ile; Anayasa'nın 68. maddesinin 4. fıkrasına, 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 78, 80, 81, 82 ve 90. maddelerine aykırı eylemlerde bulunduğu gerekçesiyle, davalı Halkların Demokratik Partisi (HDP)'nin, Anayasa'nın 69. maddesinin 6. fıkrası ile 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 101/1-b ve 103. maddeleri gereğince temelli kapatılması ve bunun bir sonucu olarak da kapatmaya neden olanların hakkında siyasi yasak uygulanması kararı verilmesi talebi”nde bulunuldu. HDP’nin kapatılması davasında, partinin kapatılmasına beyan, faaliyet ve eylemleriyle neden oldukları ileri sürülen, aralarında Politika Gazetesi imtiyaz sahibi MSV Başkanı, HDP üyesi Süleyman Kemal Atakan’ın da olduğu 520 kişi eylemleriyle HDP’nin kapatılmasına gerekçe yapılarak, yine Süleyman Kemal Atakan’ın da aralarında olduğu 451 kişi hakkında da, 5 yıl siyasi yasak talep olundu.
İddianame ne diyor?
Yargıtay CBS’nın davaya dayanak yaptığı tüm dosyalar tek tek incelendiğinde, kapatılması istenilen parti ile şu ya da bu şekilde bağlantı kurduğu kişilerin hakkında yapılan soruşturma, kovuşturma dosyaları sıralanmış, bu dosyalardan soruşturma sonucu ya da kovuşturma dosyalarının nasıl bir sonuca bağlandığına dair yeterli bilgi verilmediği gibi, derdest soruşturma ve kovuşturma dosyaları ile "durma" kararı verilmekle, ön şartı henüz yerine getirilme aşamasında bulunan ya da Atakan örneğinde olduğu gibi hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararları verilmekle şimdilik denetim süresinde bulunan dosyalar yönünden, hangi gerekçe ile kapatma davasına dayanak yapıldığı açıklanmamıştır. Çünkü hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmü bulunmayan herkesin "masumiyet karinesi" anayasal bir insan hakkı olduğu gibi (Anayasa m.38/4, AİHS m.6/2), "ön şart"ın yerine getirilmemesi ya da yerine getirilmeyeceğinin anlaşılması halinde veya hakkında HAGB kararı (CMK m. 231) verilen kişiler de henüz kesinleşmiş bir karar ile mahkum edilmiş olmadığından ve denetim süresi sonunda o dava hakkında "düşme" kararı (CMK.m.223/1, 8) verilebileceğinden, bu durumda da "masumiyet karinesi" devreye girecek ve hakkında kesin bir hüküm ile mahkumiyet kurulmamış kişi de, şüpheden lehine yararlanacaktır.
Bu temel hukuki durum karşısında savcılığın dayandığı soruşturma ve kovuşturma dosyaları henüz derdest, durma kararı verilmiş ya da HAGB kararları verilmiş olmaları yönünden kendi içinde çelişkiye düşmüş olup, çelişki de gerekçesizlik sonucu doğuracağından, gerekçesiz bir iddianame, bir karar dahi sonucu itibariyle doğru olsa bile, hukuka kesin aykırı sayılacaktır (CMK.m.289/1-g). Oysa aleyhe olan deliller kadar lehe olan delilleri de (CMK.m.160/2) toplamak ve iddianamesiyle birlikte mahkemeye sunmak durumunda olan savcılık, lehe yorum ve yaklaşımda bulunmayarak, tek taraflı, salt soyut şüpheye dayalı, henüz kesinleşmemiş, kısmen durma kararı verilmiş soruşturma ya da kovuşturma dosyaları ile HAGB kararları verilmiş ve henüz denetim aşamasında bulunan dosyaları gerekçe yaparak, yanlı davrandığını açıkça ortaya koymuştur.
İddianamede kabul olunduğu üzere, "Bu bağlamda; parti üyeleri ile ilgili ulaşılan bütün soruşturma ve kovuşturmaya ilişkin bilgilerin, davalı Partinin terör eylemlerinin odağı olma noktasında delil niteliğinde önem taşıdığı da gözetilerek, mahkemenin huzuruna getirilmesi Başsavcılığımızın yasal yükümlülüğüdür." denilerek, dayanılan soruşturma ve kovuşturmaya ilişkin bilgilerin herhangi bir kesinlik taşımadığı ve fakat davaya bu haliyle dayanak yapıldığı anlaşılmaktadır. Yani bir manada, "Biz de biliyoruz bu dosyaların kapatmaya dayanak teşkil etmediğini ama siyasi konjonktür gereği böyle bir dava açılması gerektiği için, dayanak olarak bu dosyaları - istihbari kaynaklardan yararlanıp- bulup sunduk!" demeye getirilmiştir. İddianameye göre de, 520 kişi hakkında açılan kısmen kesinleşen, kısmen henüz derdest, kısmen durma aşamasında ön şartın yerine getirilmesi beklenilen, kısmen KYOK ya da beraat kararları, kısmen de HAGB kararı verilmiş bulunan soruşturma ve kovuşturma dosyaları sıralanmak suretiyle kapatma davasına gerekçe yapılmıştır.
Anayasa Mahkemesinin ön görüşü
İddianamenin dayanağı olarak sunulan delillerin hukuka aykırılık yönünden, sonra da davaya dayanak yapılıp yapılamayacağı ya da etkisi yönünden ayıklanması ve davaya dayanak yapılabilecek olanların somutlanması gerekir. Bu ayıklama ve somutlama ve deliller ile davanın ilişkilendirilmesi için Yargıtay CBS’nın iddianamesini iade eden Anayasa Mahkemesi, aynı iddianamenin tekrarı ile karşı karşıya kaldığı için, ayıklama ve somutlama işlemini bizzat yapmak durumunda kalmıştır. Çünkü davaya dayanak yapılması mümkün olmayan, derdest soruşturma ya da kovuşturma dosyaları ile henüz durma kararı sonucu beklenilen ya da HAGB kararı verilip de denetim süresi içinde bulunan dosyaların, böyle bir davaya dayanak yapılamayacağı Anayasa Mahkemesinin de takdirinde olmalıdır. En nihayetinde hem davalı partinin tüzel kişiliğinin ve hem de bu parti mensupları ile haklarında yasak talep olunan ilgililerin Anayasal ve kabul edilmekle iç hukuk kuralı haline gelen uluslararası sözleşmelerden gelen haklarının korunarak, bir sonuca varılması gerekir. Dosyasına dayanılan bir çok kişinin de birbiri ile karıştırıldığı, kimlik tespitlerinin dahi somutlanmadığı görülmektedir.
Davaya dayanak yapılan açıklama ya da bu açıklamalarla bağlantılı soruşturma veya kovuşturmanın da bizzat Hükümet eliyle, amacı “terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesi” için yürütülen "Çözüm süreci" şartlarında yapılan açıklamalara dayandığı gerçeği ortadadır. “Çözüm süreci”, Türkiye'de uzun yıllardan beri devam eden Türkiye-PKK çatışmasını çözmeye yönelik Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti tarafından başlatılan sürecin adıdır [https://tr.wikipedia.org/wiki/Çözüm_Süreci]. Bu sürecin usul ve esaslarını düzenleyen 5561 syl. Terörün Sona Erdirilmesi Ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun (Kabul Tarihi: 10.07.2014, RGT: 16.07.2014, RG NO: 6551) kapsamında yürütülmüştür. Bu süreçte görev üstlenip yerine getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki, idari veya cezai sorumluluğu doğmayacağına dair kanunun amir hükmü gözardı edilmemelidir (5561 syl. Kanun m.4/2). Görülüyor ki, Devletin hükümetinin bir projesi kapsamında yapılan iş ve açıklamalar da davanın dayanağı yapılmıştır.
HAGB kararı nedir?
Eskiden “tecil” / “erteleme” sisteminde uygulanan model, şimdi HAGB kararlarında uygulanmaktadır. CMK m. 231/5-son cümle gayet açıktır: "Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder." CMK m. 231/10. fıkrada “Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.” Denetim süresinin iyi halli olarak doldurulması durumunda, kararı veren mahkeme, sanığa ait güncel adli sicil kaydını getirterek bu arada kesinleşmiş yeni bir kasıtlı suç işlemediği görülmesi halinde, sanık hakkında açılan davanın “düşürülmesine” dair karar verecektir. Bu halde “düşme kararı”, CMK’nun 223/1-7. maddesinde belirtilen ve “hüküm” niteliğinde olacaktır.
Politika Gazetesi imtiyaz sahibi ve MSV Başkanı Atakan’ın üzerine atılı “Silahlı terör örgütünün propagandasını yapmak suçu”ndan 3713 sayılı TMK'nun 7/2-1.cümlesi, 7/2-2.cümlesi, 5237 sayılı TCK.nın 62.maddesi 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği ve bu kararın 18 Aralık 2018 tarihinde kesinleştiği, kesinleşme tarihinden itibaren 5 yıl denetim süresi geçtikten sonra ise böyle bir olay hukuken meydana gelmemiş sayılacaktır. Hem Atakan hakkında hem kapatılması istenilen HDP ile bağlantısı hakkında hem de anılan HAGB kararı hakkında verilen bilgiler ışığında, esasında belirli bir süreden sonra hukuken yok hükmünde olacak olan bir kararın, HDP’nin kapatma davasına gerekçe yapılarak HDP’nin güya suç odağı haline geldiği iddiası, kendi gerekçesiyle birlikte çökmüştür. HDP kapatma davası hukuki değil, siyasi bir tercihin ürünüdür.
HDP kendisini anlatma imkanı bulamıyor
PKK/KCK şablonu, HDP’ye uyarlanmaya çalışılarak, HDP gibi bir barış partisi kapatılmaya çalışılıyor. Açılan davadaki iddia, HDP’nin ne amacı ne de yapısıyla ilgili bir iddiadır. 15 Ekim 2012'de kurulan HDP’nin üzerine yapıştırılmaya çalışılan bu kriminal iddialar ile ilgisinin bulunmadığı ama kendisini yeterince anlatamadığı ortaya çıkıyor. Siyasi iktidar tarafından yaratılan ve kamuoyunun da teşne olduğu algı yıkılamadığı için, bunu çok iyi kullanan siyasi iktidar, dilediği gibi “masa” devirip, “parti kapatma” ile amacına ulaşma oyunlarına giriyor.
HDP tüzüğünün 1. maddesine göre; "Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin, emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir." HDP’nin amaçları (m.2), örgütlenme ilkeleri ve iç işleyişi (m.3), tüzüğünde açıkça ortaya konulduğu gibi, parti tüzüğünde disiplin suç ve yaptırımlarının düzenlendiği (m.58/1-d ve e) ve buna göre açıkça şiddet karşıtı bir parti olduğu ortadadır. Parti üyelerinin birbirlerine yönelik olarak dahi fiziksel ya da psikolojik şiddet uygulamasına disiplin yaptırımı uygulayan bir parti, nasıl olur da, şiddet yol ve yöntemlerini destekleyebilir? Bu partinin tüzüğüne göre, partinin merkez ve yerel örgütleri belirlenmiş, bunların nasıl ve ne şekilde kurulup, faaliyet yürütecekleri de gösterilmiştir [Daha geniş bilgi için bakınız: https://hdp.org.tr/tr].
HDP’nin kendisini anlatamamasının arkasında, kendisinin de içsel hataları olduğu bir başka yazının konusu ama, mevcut koşullarda HDP’nin haksız olarak sesisin kısılmaya çalışıldığı, ifade hürriyetinin hukuka aykırı olarak ortadan kaldırılmak istenildiği ortada.
HDP ne istiyor?
HDP’nin istediği açıkça ortadadır: Kimsenin ırkından, dininden, dilinden, cinsiyetinden, cinsel tercihinden, yani insanın doğuşundan dolayı kendisine yüklenen ya da yüklenmek durumunda kaldığı sınıfsal kimliğinden dolayı ayrımcılığa uğramasın, kusurlu görülmesin, kınanmasın, haksızlığa ve şiddete uğramasın, kötü muamele görmesin ve öldürülmesin, demokratik halk iktidarında özgür ve eşit yaşayabilsin denilmektedir. Bu talepler evrensel hukuk ilkeleri ile uluslararası alanda Devletlerin de kabul ettiği, temel insan hak ve hürriyetleridir. Türkiye de bunu bir “hukuk Devleti” iddiası ile kabul etmiştir.
Biz gerçek bir “hukuk devleti”nden yanayız. Bundan dolayı katılmamakla birlikte, “hukuk,
iktidarın fahişesi” (Mihail Aleksandroviç Bakunin) ise, katı bir iktidar kendisini denetleyen bir yargı mekanizması istemediğinden, güçler ayrılığı ilkesi iktidar tarafından sürekli ihlal edilecek, muhalefet hukuk yoluyla yola getirilmeye çalışılacaktır. Hukuka egemen olan siyasi iktidar yönünden “hukuk siyasetin köpeği” (Doğu Perinçek) ise, - ki Perinçek bu iktidarın gizli ortağıdır, köpek sahibinin kapısında havlayacaktır. Ancak temel insan haklarını içselleştirmiş, bağımsız ve tarafsız bir hukuk sistemi karşısında, HDP kapatma davası gibi davaların yeri olmayacaktır. İşte bu nedenle, HDP’nin kapatılması davası hukuki değil, siyasi bir davadır.