Mesele hem Kürtler hem de Türkiye’nin demokrasisi
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Amerikan Newsweek dergisinde yayınlanan yazısının Türkçe çevirisi:
Diyarbakır’ın bu ılıman Şubat kış gününde bulunduğum yerden saatlerdir süren silah ve top atışı seslerini duyuyor ve bugün kim bilir kaç kişinin yaşamını yitirdiğini düşünüyorum. Güya Avrupa Birliği üyeliğine aday bir ülkeyiz ama şehirlerimizin içinde atış yapan tanklara ve haftalarca süren kesintisiz sokağa çıkma yasaklarına bakarak bunu söylemek imkansız.
Arada sırada Kürtlerin durumuyla ilgilenen uluslararası heyetler ülkeyi ziyaret ediyor. Ancak genel olarak Avrupalıların konuşmak istediği tek husus sığınmacı krizi, Amerikalılarınki de IŞİD’e karşı savaş. Her ikisinin de ciddi sorunlar olduğu ve dünyanın düzenine varoluşsal tehditler oluşturduklarını anlamakla birlikte, biz Türkiye’deki Kürtler için bu her iki meseleyle de çetrefilli biçimde alakalı sıkıntılı durumumuzun dünya tarafından göz ardı edilmesini anlamak zor.
Aslında, yazın ortasından bu yana ve Türkiye Hükümeti ile PKK arasındaki barış görüşmelerinin kesintiye uğramasının ardından, Türkiye’nin Kürt bölgelerinde gerçek bir savaş yaşanıyor. Bununla birlikte, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın giderek despotlaşan idaresi karşısında demokratik reform mücadelemiz ciddi şekilde sekteye uğradı...
Hapiste tecritte tutulan Kürt lider Abdullah Öcalan’ın inisiyatifiyle başlatılan çözüm ve barış süreci hepimize kısmi bir nefes alma ortamı sağlamıştı. Daha yapacak çok şey olsa da kalıcı bir Türk-Kürt barışı sağlama yolunda ilerliyorduk.
Partim Halkların Demokratik Partisi (HDP) 2012 yılında, bu barışın bir ürünü olarak kuruldu. Her ne kadar HDP 2012’de Kürt hareketinden doğmuş olsa da sadece Kürtlerin partisi olarak kurgulanmadı ve ancak Türkiye’nin arızalı demokrasisini Türkler ve Kürtlerin birlikte, kol kola girerek kurtarabileceklerine inandı. Halkların IŞİD ve despotlar arasında seçim yapmaya zorlandığı Ortadoğu’yu inceledik ve bunun ilacının ne olduğunu biliyorduk. Giderek boğucu hale gelen bir rejimde tek başına bir çıkış olmadığı açıktı. Tek kurtuluş, seküler güvenceleri olan çoğulcu demokratik bir model, daha güçlü yerel ve otonom yönetimler ile kolektif ve bireysel hakların genişletilmesindeydi.
Bu vizyonla ve farklılıkları, cinsiyet eşitliğini ve sınıf mücadelesini sadece vurgulamayan, aynı zamanda yansıtan ilerici bir programla yüzde 13’lük benzersiz bir galibiyet aldık. Sadece bir kadın kotamız yoktu aslında: Gerçekte bir kadın-bir erkekten oluşan aday listelerimiz vardı. Listemizde Ermeniler, Êzidîler, Araplar, Süryaniler, işçiler, akademisyenler, gençler, öğretmenler ve insan hakları aktivistleri vardı. Reklam filmlerimizde kadın-erkek, Türk-Kürt kol kola dans ederek barış şarkıları söyledik. 6 milyon vatandaşımız gelip bu vizyona oy verdi.
Bildiğimiz, Türkiye’nin geleceği olduğumuzdu. Ancak tam bilmediğimiz şey ise geçmişin birilerince ne kadar çok özlendiğiydi.
Haziran seçimlerindeki zaferimiz milliyetçi / mezhepçi partiyi 13 yıldır sürdürdüğü tek parti yönetiminden mahrum etmeye yetti. O andan itibaren her ne pahasına olursa olsun yenilmesi gereken bir düşman haline geldik. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir koalisyon hükümeti kurulmasını engelleme becerisini gösterdi, seçimlerin hemen ardından bizi “terörist” ilan etti, barış sürecini tamamen sonlandırdı ve halkı 90lardaki iç savaşın korku dolu günlerine geri götürdü. IŞİD terörizminin mağduru olmamıza rağmen (Ankara ve Suruç intihar saldırılarında toplam 133 insanımızı kaybettik) terörist muamelesi gördük. Türkiye IŞİD karşıtı koalisyona katılma görüntüsü altında gerçekte PKK hedeflerini vurmaya başladı. Asıl hedef tabii ki Kasım’daki tekrar seçimler öncesi milliyetçi oyları konsolide etmekti. İşe yaradı.
Tabii ki Erdoğan’ın paniğe kapılmak için gerekçeleri vardı. Haziran’da yeni bir parti olarak meclise 80 milletvekiliyle girdik ve Erdoğan’ın otoriterizmine ve Cumhurbaşkanlığı yetkilerini Anayasaya aykırı biçimde kullanmasına karşı gelmeye kararlıydık.
Sadece bu da değil; etnik çeşitlilik ve feminizme olan bağlılığımız ideolojik olarak AKP’nin mezhepçi, erkek-egemen tarzıyla taban tabana zıttı. Cezaevindeki Kürt lider Abdullah Öcalan ile barış görüşmeleri boyunca Türk yetkililer kendisine “Kadın meselesinin Kürt barış süreciyle ne alakası var?” diye sormuşlardı. Nereden başlamalı? AKP ile zihniyet dünyalarımız apayrı. Mücadelemizin sadece Kürtler için değil ama herkes için eşitlik talep ettiğini hiç anlayamadılar.
Ağır bedelleri olan bir savaş Kürt şehirlerini kasıp kavuruyor ve tam da “birliğimiz” kavramını yok ediyor. Yaklaşık 400 sivil, Türk güvenlik güçlerinin yüzlerce üyesi ve bilinmeyen sayıda Kürt militan yaşamını yitirdi. Erdoğan ülkeyi yıkıma sürükleme pahasına birkaç ay içinde partisinin oyunu yüzde 40’tan 50’ye çıkarmayı başardı.
Cumhurbaşkanı müzakere masasına dönmekte isteksiz olduğu gibi şimdi de gözünü Suriye Kürtlerine dikti. Sınır boyunca yaşayan kardeşlerimiz, karanlık bir kıyamet tarikatına karşı kahramanca bir mücadele sürdürüyor ve uluslararası topluluğun destekleriyle önemli kazanımlar elde ettiler.
Türkiye’nin, güney sınırlarında terrorist ve Cihatçıları uzak tutacak bir Kürt tampon bölgesi isteyeceğini düşünürdünüz ancak bunun tam tersi geçerli. PYD’nin Suriye’deki kazanımları Ankara’da önceki IŞİD yayılmasının yaratmadığı bir panic duygusuna neden oldu. Türkiye PYD ile bütün sınır geçişlerini kapatırken Suriye Kürtleri tarafından Türkiye’ye tek bir kurşun atılmamasına karşın Erdoğan grubu terörist ilan etti.
Birkaç haftadır Ankara bir yandan Suriye’deki Kürt mevzilerini vururken bir yandan da topçu atışları Türkiye’deki kasabalarımızı yok ediyor. Sürekli hale gelmiş sokağa çıkma yasaklarının ve Türkiye içindeki şiddetin her şey kontrolden çıkmadan durmasını istiyoruz. İki tarafa da defalarca savaşı durdurmaları çağrısı yaptık. Kürtler için demokratik siyasi muhalefet alanları daralıyor ve bu tam da Hükümetin görmek istediği şey.
Ben dahil milletvekillerimizi yargılama çabalarına, seçilmiş görevlilerimizin tutuklanmaları ve görevden alınmalarına ve Türk basınının partimize yönelik Kasımdan bu yana süren ambargosuna rağmen Türkiye’deki çoğu demokrat barış mücadelemizde bizimle durmayı sürdürüyor.
Ancak dünya da bunu fark edemiyor...