İşçiler Önce Sendikalarda Söz Ve Karar Sahibi Olmalıdır !
Sendikalar, üyelerinin hak ve çıkarlarını korumak, onların her türlü sosyal ve sınıfsal çıkarlarını sağlamak ve sürdürmek icin kurulur. Kuruluş ve ilkeleri gereği sermayeden siyasetten devletten bağımsız olarak faaliyetlerini örgütlenmelerini sürdürmek zorundadır.
Çünkü işci sınıfı bu üçlü yapıyla bağı, ilişkileri olan bir sendikal yapının kendilerinin hak ve çıkarlarını koruyamayacağını bilir. Böyle bir sendikal yapı, hareket, işçilerin çıkarlarını değil sermaye (işveren) siyaset yada devletin çıkarlarını korur, sınıfı ona biat ettirir. Devlet (kapitalizmin devleti) kendi çıkarlarını korumak icin önce sermayeyi besler daha sonra yandaş sendikal kuruluşları besler ve daha sonra kendilerine muhalif olabilecek muhalif grupları besler. Bu yüzden sınıf ve emek hareketi başarıya ulaşmak istiyorsa kendilerine doğru bir yol, bir umut gösterecek bir sendikal yapıyı bağımsız bir sendikal hareketi seçmek zorundadır.
Bağımsız Sınıf Sendikacılığı
Sendikalar kuruluş amaçları gereği üyelerin her türlü hak ve çıkarlarını korumak sınıfın sosyal ve ekonomik çıkarlarını devletten, sermayeden ve farklı siyasi yapılardan bağımsız olarak hareket etmesi ve mücadelesini işçilerin istekleri doğrultuda yürütmesi gerekmektedir. Çünkü işci sınıfı da toplumun diğer kesimleri gibi farklı siyasal tercihlerden oluşur. Bağımsız sınıf sendikacılığı sendika yöneticilerinin kişisel eğilimlerinden bağımsız olarak tamamen temsil ettiği işçilerin ortak çıkarlarını yani ekonomik çıkarları doğrultusunda hareket eder. İşçiler iyi bilir ki, bir eli sermaye sınıfında, bir eli siyasal iktidarda olan sendika yönetimleri sadece uzlaşmacı ve teslimiyetçi olur. O nedenle (mücadelesiyle sınıfın canını dişine taktığı ve de yıllarını verdiği) bir sisteme karşı kendilerinin oluşturduğu bir sendikal yönetimde sınıf hiç bir zaman kaybetmez. İşçilerin birliği her şeyden önemlidir.
Tabanın Söz Ve Karar Sahibi Olması
Türkiye deki şu anki sendikal hareketler tamamen ya sermaye ya siyasete ya da devlete bulaşmış durumda. Üç büyük konfederasyondan, Türk-iş tamamen sermayeye hizmet etmekte özel ve kamu sektöründe işçi sınıfınının haklarını işverene teslim etmiş durumdadır. Hak-İş devlet desteğiyle büyütülmüş, devlete bulaşmış, devletin isteği doğrultusunda hareket etmektedir. DİSK kendi geçmişini, sınıftan, emekten yana olan şanlı tarihini unutmuş sendika bürokratları tarafından teslim alınmış durumdadır.
Aslında bütün emekçiler arzuluyor ki, hangi eğilimde olursa olsun DİSK kendi hak ve çıkarlarını korusun. DİSK, tabii ki onları anlayacak savunacak tek yapı, ancak bütün iş kollarındaki DİSK’e bağlı sendikalar iş yerlerinde sendikal örgütlenmelerde işçilerin yeterli karar ve söz sahibi olduğunu söyleyebilir miyiz. Örgütlenme tabana ve tabandaki önder işçilere dayanmalıdır. Fakat DİSK’e bağlı sendikal örgütlenmelerde görüyoruz ki, işyerinin asli üyeleri ne yazık ki örgütlenme sürecine dahil edilmemektedir. DİSK’in şu andaki bürokratik anlayışı işçileri aidat ödeyecek para kaynağı olarak görüyor.
İşçilerin tabanın söz ve karar sahibi olması sadece örgütlenme sürecinde değil örgütlenen işçilerin sendikal yönetim ve toplu sözleşme süreçlerinde sendikaca alınan kararlara göstermelik değil aktif ve gerçekçi bir şekilde katılması sağlanmalıdır.
DİSK ve Sınıf Sendikacılığı
Genelde DİSK ve DİSK’e bağlı sendikalar yayınlarında ve söylemlerinde doğru şeyler söylemektedir ancak iş uygulamaya gelince maalesef doğru şeyler yapmıyorlar. Bunun en iyi örneğini 1Mayıs’ta gördük. 1 Mayıs Birlik Mücadele ve Dayanışma gününü işçi sınıfının şanlı geçmişinde çok ağır bedeller ödediği 1 Mayıs Alanı’nda değil de siyasal iktidarın istediği ve gösterdiği bir alanda kutladı.
Asıl sorun bu konudaki başvuruları son güne bırakarak, diğer demokratik kitle örgütleriyle yaygın ve işbirliğine açık ön hazırlıklar yapmadan kamuoyunu oluşturmadan teslimiyetin alt yapısını hazırlamıştır. Sonuçta işçilerin değil sermayenin ve onun iktdidarının dediği oldu. Bu acizliklerinin sınıfın gözünden kaçtığını algılanmadığını düşünüyorlarsa yanılıyorlar.
Sınıf ve kitle sendikacılığı yaptıklarını iddia edenlerin yanıldıkları belki de bildikleri halde bilmezden geldikleri nokta şudur: Tabanın yönetimde söz ve karar sahibi olması ilkesi uygulanmazsa, sendika koltukları işçiden ve sınıfın genel isteklerinden kopuk yöneticilerden oluşursa, yöneticilerin sınıf düşmanlarıyla uzlaşması her zaman kaçınılmaz olacaktır.
Bunun kötü bir örneğini Dev. Maden-Sen kongresinde yaşamadık mı ?
Soma kömür ocaklarındaki örgütlenme sürecinde DİSK’in yöneticileri Arzu Çerkezoğlu ve Kani Beko ile yaptığımız görüşmelerde , her ikisinin de dikkatini madencilerin örgütlenmesinden çok DİSK içindek delege hesaplarında olduğunu gördük. Başarımızdan çok başarısızlığımızı ister gibi halleri vardı.
Dev. Maden-Sen’deki, henüz tabanından meşru bir kongreyle yetki alamamış bir sendika yöneticisinin ödüllendirir gibi daha üst bir göreve DİSK’in bölge temsilciliğine atanmasını ( seçilmesini demiyorum), SOMA’da DİSK’e taban kazandırmak patron sendikacılığının kalelerini yıkıp yerine sınıf ve kitle sendikacılığını inşa etmeye çalışan biz işçilerin anlaması, hatta affetmesi mümkün değil. DİSK’in bu tutumu işçi sınıfının birliğine değil bu birliğin yaralanmasına hizmet ediyor. Tabii ‘’birlik’’ konusunda DİSK yönetiminde bir hassasiyet varsa…
DİSK yöneticilerinin 12 Eylül’de federasyona yapılan faşist saldırıların yarattığı mağduriyet rantını yemekten vaz geçmeleri zamanı geldi. SOMA havzasında çalışan on binden fazla maden işçişi var ve bunun 5001’ini üye yapabilseydik ki bu rakkama çok yakın bir düzeye ulaştık, DİSK’ten ve Dev. Maden-Sen’den yeteri desteği alabilseydik hatta çalışmalarımıza engel olmasalardı Türk-İş’e bağlı sarı sendikanın bölgeden çıkarılması işten bile değildi.
Bırakın destek vermeyi, işçileri kitle halinde üye yaptığımız Dev. Maden-Sen Kongresine alınmadık bile. DİSK yöneticileri SOMA’lı işçilere yapılan haksızlığa kol kanat gerdiler, gene arkasında sendika bürokratlarının koltuk hesapları yatıyordu.
Sendikaların yönetimleri tabanın yani üreten insanların söz ve karar sahibi olduğu yerler olmadıkça madenlerde fabrikalarda yaptığımız bütün örgütlenmeler sendika bürokrasisinin engeline takılarak dağılmaya mahkumdur.
Bir sözüm de sendikalar içinde politik çalışma yapan insanlara: İşçiler de diğer topluluklar gibi farklı siyasi partileri tutarlar, bu normaldir. Ama sendika yönetimlerini bir partinin, bir siyasi örgütün, bir sol derneğin yan örgütü gibi yapmaya çalışanlar en büyük zararı doğrudan sınıfın kendisine veriyorlar. Kendisine sosyalistim diyen hiç bir kimse, Dev. Maden-Sen kongresinde Soma’lı işçilere yapılan türden haksızlıkları hazmetmemeli içine sindirmemelidir.
Ancak bizden önceki kuşakların anlattığı DİSK efsaneleriyle yetişen genç bir emekçi olarak sınıfın, bu günkü DİSK’in yöneticilerine açtığı kredinin sonsuza kadar devam etmeyeceğini bilmelerini isterim.