Demokrasi ve Özgürlük veya Daimî Kulluk-Kölelik!
Ülkemiz hızla yeni bir yol ayırımına yaklaşıyor. Bu kavşakta 2023 seçimleri bekleniyor. Burada üç farklı yol arasında ikisi sağa, biri sola yönelen demokratik ittifak var. Seçim bu üçü arasında yapılacak, ülkemizin kaderi belirlenecek. Birincisi, gidilen kanlı, kirli, yolsuzluk, iktidar yanlısı çok azınlık bir kesimi insanın aklını aşan haksız servete kavuşturmak, hukuk dışı taraflı kayırma, ülkemiz insanları arasında bölücülük yapmak, kadın cinayetleri, işsizlik, doğa katliamı, halkın temel gıda maddeleriyle oynama, tarım ve hayvancılığı yok etme, komşularımızla sürekli sorun çıkarma… benzer temel sorunlarla Türkiye halkları boğuşup duruyor. Artık bunun da sonuna gelindi. Bıçak kemiğe dayandı, gidilen yolun felaket olduğu geniş kesimlerce görülüyor. Bundan sonrası var olan sorunların daha ağırını, beterini şiddetlisini yaşatmak için politik seçkinlerin iktidarlarını sürdürüp, tahakkümü süreklileştireceklerinden kuşku duyulmamalı.
Mevcut durumda gelinen yeri ve var olan politikayı reddetmek yetmez. Buna karşı alternatif oluşturmak, yeni farklı politik aları yaratıp hayata geçirmek gerekiyor.
Mevcut olana karşı çıkan ikinci grup politikacılar, öncekine dönmeyi önlerine koyduklarını, o denenmiş, süresi geçmiş köhnemiş politik sistemi canlandırmak istediklerini söylüyorlar ama bunun mevcut politikalara beşiklik yaptığı da biliniyor. Var olan, yirmi yıldır uygulanan politika öncekinin kucağında büyüdü. O tükenmiş, köhne sistemi arzulamak onun için enerji ve zaman harcamak sadece beceriksizlerin alternatif yokluğu değil, onlar da kendi çapınca var olan sistemden beslendiler. Evet mevcut olana hayır! Öncekine dönmek sadece boşa zaman ve güç harcamak olacaktır. Başarıya, aydınlığa, özgürlüğe ve barışa götürecek doğru politika, yaşananlardan ders almak, benzer hata ve eksikleri tekrar etmemekten geçiyor.
Üçüncüsü, gerçekleşmesi mümkün olan, farklı yeni radikal demokratik bir sisteme geçmenin ön koşullarını oluşturmak. Bu, ilk ikisinden çok farklı bir yolun olduğunu, demokrasiye gidecek yolun da bu olduğunu göstermek. Çekinmeden, cesaretle sorunları masaya yatırmak, nasıl ve hangi politik yöntemlerle çözülebileceğinin olanaklarını bulup, çıkarmak. Ülkemizin temel sorunlarını yeni radikal demokratik bir sistemle çözülmesine aday olanların öncelikle kendilerinin inanması ve savlarında samimi olmaları öncelikle kararlı bir adımla mümkündür. Koşulların getirdiği sınırlı olanaklar olsa da, demokratik bir devletin ön koşullarına işaret etmek, ona doğru yönelmek, yol almak. Özgürlük, barış, eşitlik, adil bir paylaşımdan başka her seçenek zaman-güç kaybı ve halkı oyalamaktan başka bir işe yaramayacak.
Bu üç seçeneğin ilk ikisini farklı dozda yıllardan beri gördük, yaşadık, yaşıyoruz. Bu ilk ikisi resmî ideolojinin farklı nüansları, bazen tek başına, kimi zaman ortaklaşa iktidar oldukları yüz yıldan bu yana denendi. Sonuç iflas ve sorunları kördüğüm yapmaktan başka bir işe yaramadı. Yılların tecrübesiyle sabittir.
Sorunları yaratanların, onları çözme yetenek ve niyetleri yok.
Sorunlardan beslenenler iktidarlarını ne kadar uzatabilirlerse onu kendi hanelerine kar olarak kaydetmeyi esas alıyorlar. Tek istedikleri şey “beka” meselesi saydıkları iktidarlarını popülist politikalarla sürdürmek. Bunların temel ideolojisi aşırı din ve ırkçılık olarak halkımıza dayatıldı. Bu tekçi, yok sayıcı inkârcı siyaseti çok iyi tanıyoruz, yıllardan bu yana öğrendik, yaşadık, yaşıyoruz. Bu ideolojik politika temel eğitimle başlayarak yüksek eğitimle devam ederek uygulandı. Tek tip, aynı düşünen insanlar yaratmak… Bu bir ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür. İnsanın doğru ve sağlıklı düşünmesini engelleyen, sorun çıkarmaktan başka hiçbir yararı olmayan yanlış, yanlı ve bölücü bir politikadır. Bu çıkmaz yolda yürümekte ısrar edenlerin halka zorla dayattığı şey şiddet politikasıdır. Bu yol asla ülkeye hayır getirmedi ve getirmeyecek. Gidilen yön yanlış, yol bozuk.
İkincilerin savunduğu “eskiye dönüş”de yıllarca Türkiye halklarına baskı ve psikolojik yöntemlerle dayatılan köhnemiş, miadını çoktan doldurmuş gerici bir politikadır. Buna dönmek zaman ve güç kaybından, yurttaşları oyalama taktiğinden başka bir şey değil. 2000 binli yılların öncesine dönmeyi savunmak boş beklentidir. Şimdiki ve önceki de dışardan ithal edilen politikalardır. Bunlarla sorunlarımız çözülmedi, çözülemez…
Kısaca yüz yılı aşkındır uygulanan politikaları bir gözden geçirelim. 20. yy’ın başlangıcından önceki politikalar Alman emperyalizminin, emriyle uygulandı, Osmanlı I. Dünya Savaşına zorlandı. İmparatorluk bir daha geri gelmemek üzere tarihe gömüldü. Benzer politika 20. yy’ın ilk çeyreğinden başlayarak İngiliz emperyalizminin dümen suyundan giden politikalar olarak uygulandı. İngiliz-Fransız emperyalizmi eliyle ülkemizin sınırları çizildi. Bu, ülkemizin halklarına kırım, yoksulluk, baskı ve Kürtleri dört devlet arasında bölerek sürekli sorunlu gerici bir politika oldu. Ülkemiz üzerinde hegemonya kuran politik elitler ve üst sivil-silahlı bürokratların bağımlı ithal politikaların azılı savunucuları olmaları boşuna değildi. Onlar bu politikadan sınıfsal ve kişisel ayrıcalıklar edindiler. Bu ithal politika, II. Dünya Savaşı sonrasında da ABD eliyle ülkemizde soğuk-savaş boyunca anti-komünist politika olarak uygulandı. “Yeşil kuşak ve kontrollü bunalım politikası” baskı, şiddet, yoksulluk, işsizlik ve ölüm getirdi. 1950-2000 yılları arasında uygulanan ABD ve NATO’ya bağımlı politikalarla ülkemizin yurtsever-sosyalist gençleri katledildi. İdam sehpaları kuruldu, aydınlarımız yıllarca zindanlarda işkence gördü ve sürgünlerde yaşamak zorunda bırakıldı. Bugün bile onbinlerce politik insan, birçoğu haksız ve hukuksuz zindanlarda rehin alınmış. 90 yıllarda bu politikalarla 3.500 Kürt köyü boşaltıldı, 17 binin üstünde Kürt yurttaşımız “faili-meçhul” cinayetlerle kaybedildi. Ülkenin diğer bölgelerinde ise bu politika ile, yağma, çalışmadan, bedensel ve zihinsel bir emek-enerji harcamadan aniden zenginler türedi. Silah kaçakçılığı, uyuşturucu çeteleri, arazi yağmalamaları, kadın ticareti, kanunsuz ihale yoksuzlukları, doğal kaynaklarımız olan ormanlarımız yok edildi, tarihi eserlerimiz ya yurtdışına kaçırıldı veya sular altında bırakıldı. Türkiye halkının doğal değeri olan deniz kıyılarımız halka yasaklanarak mafyaya peşkeş çekildi. Verimli tarım arazilerimiz TOKİ ve diğer inşaat tekellerinin rant elde etmelerine tahsis edildi. Su kaynaklarımız iktidar yanlılarına hibe edilip, ülkemizde içme suyu sıkıntısına neden olundu. Birçok yerde vatandaşlarımız sağlıksız kirli suları kullanma zorunda bırakıldı. Yaylalarımız hayvancılıkla geçinen yurttaşlarımıza “terör” bahanesiyle yasaklandı. Bu yasaklarla ülkemizin hayvansal gıda maddelerinin fiyatı yirmi yılda, %1000 arttı. Bugün gelinen yerde ülke çapında büyük bir besin sıkıntısı ve beslenme yetersizliği yaşanıyor. Verimli toprakların konut alanlarına açılması ve özel şirketlere tahsis edilmesi sonucunda tarım ve hayvancılık geriledi. Bu halkın beslenmesini doğrudan etkiledi. Tarım ambarı olan iç Anadolu ve hayvancılığın yapıldığı Kürt yaylalarının yasaklanması ile tarım ve hayvan ürünleri ithal edilmeye başladı. Anadolu da yetişen binlerce yıllık buğday çeşitleri yasaklandı. Önceki ve bugünkü politikaları uygulayan hegemonyacıların ağızlarını açtıklarında “vatanperver, milliyetçi,” “halkçı” oldukları yalanını söylerken yüzleri bile kızarmıyor.
Uygulanan ve uygulanmakta olan ithal edilen politikalar ülkemizin sosyal birleşime, tarihsel geçmişine ve çoğulcu birleşik kültürüne hep aykırı oldu. Dışardan alınan bu politika sadece halkımıza çok yönlü bela getiriyor. Yalan, hile ve şiddet yoluyla dayatılan haksız üstenci, azınlık bürokratik ve siyasi seçkinlerin saltanatına son vermek olası. Uygulanmakta olanın ortak adı sağı ve “solu” ile “Resmî-İdeoloji”dir. Yüz yılı aşkın süredir uygulanıyor. Bürokratlar ve politikacılar bu çıkmaz bataklık politikasından besleniyorlar. Bu politikaların ülkemizi getirdiği yer, bugün yaşananlardır. Özgür, demokratik, evrensel insan haklarının ülkemizde de geçerli ve egemen olmasını istiyorsak ve bunda samimi isek, var olanın reddi ile başlamak kaçınılmazdır.
Var olan yasakçı ve retçi politikaları kısaca şöyle özetlemek mümkün. Alman emperyalizmi eliyle ülkemizin halklarından olan Ermeniler yok edildi. 1923’ten sonra da İngiliz emperyalizminin dümen suyunda giden iktidarlar tarafından ülkenin kadim halkı olan Kürtler yok sayıldı, inkâr edildi. Anadolu halkları olan Ermenilere, Kürtlere, Rumlara, gerçek müslümanlara ve diğer azınlıklara karşı baskı, zulüm, açlık, yoksulluk, işsizlik, hastalık, cins ayırımı, kadın-cinayetleri, çocuk-istismarı, doğa-tahribatı, cehalet ve bölücülükten başka en ufak olumlu bir politikasını görülmedi. Kesinlikle yüksek bir sesle “Var olana hayır! Öncekine dönüşü de kabul etmiyoruz!” demekle başlamak gerekir. Yeni, farklı, radikal tam demokratik bir siyasetin uygulanması mümkün! Bu yeni alternatif olanaklı, ülkemize giydirilen bu dar politik deli gömleğine HAYIR! Elbette bir çıkış var. BU DEMOKRATİK CUMHURİYETTİR! En azından ilk aşamada. Sonra onu el birliği ile daha ileri hedeflere taşımak için çalışacağız.
Konuya girerken ülkemizin bir yol ayrımına yaklaştığıyla başladık. Anadolu halkı yetmiş yıl ulusalcıların politikalarını yaşadı. Sonra ulusalcılara karşı olduğunu söyleyenler iktidara gelince, öncekileri aratır oldular. Yirmi yıldır öncekilere alternatif olarak çıktığını söyleyenler, onlardan çok daha da baskıcı oldular. Benzer politikaların sadece renklerinin farklı olduğu görüldü. Günlük hayatta Türkiye halkı daha ağır aşırı bedeller ödedi ve ödüyor. Türkiye halkları yeni, farklı, alternatif radikal demokratik bir sistemi yaratma eşiğine geldi. Ya bu eşikten kararlı bir adım atarak, gerçek anlamda Evrensel İnsan Haklarının geçerli olduğu, hukukun üstünlüğüne inanan bir sistem kurarak, halkın hizmetinde olan, yurttaşlara eşit uzaklıkta davranan, özlemini çektiği devleti yeniden yapılandıracak adımları atacak ya da azınlığın çıkarlarını savunan baskı, şiddet, yoksulluk, sefalet, hastalık, açlık, doğa katliamı … devam edecek.
Kesinlikle yeniden parlamenter sisteme ve kuvvetler ayrımına dönmek, bu iki değişikliği savunmak yeterli değil. Seksen yıla yakın iktidar olan tekçi-inkârcı resmî ideolojinin, sonucunda son yirmi yıllık politikaları doğurduğu unutulmamalı. “Yeniden kuvvetler ayrımına, parlamenter sisteme dönmek” ülkemizin sorunlarını çözmeyecek, sadece kısa vadede geçici olarak sorunlar yok sayılıp ertelenecek. Türkiye’nin sorunları palyatif önlemlerle değil, köklü, kalıcı, doğru, gerçekçi alternatif politikalarla çözülür. “Millet İttifakı” denilen, “Cumhur İttifakı”nın biraz yumuşak devamı olacak. Ülkemizin selameti, kurtuluşu, özgürlüğü, barışı, ekonomik refahı, ekolojik dengelerin korunması, sorunları radikal tedbirler dışında, mevcut olan ve öncekine dönmekle mümkün değil. Seçim olacaksa üçüncü bir ittifak, Demokratik-Sol İttifak kendi ortak listesiyle seçimlere katılmalıdır. DEMOKRATİK-SOL ittifakın potansiyelini demokratik bir güce dönüştürmek olası. Bu da kapsamlı gerçek demokratik bir programla mümkün. Çözüm bekleyen çok yönlü büyük sorunları olan bir ülkede mutlaka alternatif bir politika yaratılmalıdır.
Cumhurbaşkanı seçimini ise ayrı değerlendirmekte yarar var. Cumhurbaşkanı adayının özelliklerinin olması kaçınılmaz olarak karşımıza çıkacak. Millet ittifakı ve HDP+ Sol ittifak işbirliğinde ise herkesin üzerinde uzlaşacağı bir aday bulunur. Ülkemizin yetişmiş demokrat ilerici aydın insanları konusunda bir sıkıntısı olacağı düşünülemez. Millet İttifakı ile HDP ve bileşenlerinin ilkelerde Cumhurbaşkanı adayı konusunda uzlaşmaları mümkün ve bu zorunludur da.
Demokratik alternatif bir çözüm mümkün
Yüz yıldır azınlık politik seçkinler, onlarla her düzeyde ittifak içinde ve emrinde olan üst bürokratlar, ülkenin kaynaklarını yağmalayarak, çalışanların emeklerini sömürerek veya halkın mallarını gasbederek varlıklarını sürdürüyor. Günümüzde bu soygun, yağma, başkasının malına çökme, sömürü katlanarak devam ediyor. Ülke kaynaklarının çoğu bu seçkin politikacı, üst bürokrat ve bunlarla her tür hukuk dışı karanlık işlerle uğraşanların içli dışlı oldukları biliniyor. Bunların ırkçılığı ve siyasal islamı babalarının hayrına yapmadıkları açık ve net. Ülkenin kaderini gasbeden hegemonyacılar, en iyi eğitim olanaklarından yararlanıyorlar. Bunların çocukları ABD, Almanya, İngiltere, Fransa benzeri ülkelerde okurken yurttaşlarımızın yarısından fazlası eğitim olanaklarından yoksun. Elit azınlık en lüks köşklerde, villalarda yaşarken, en iyi sağlık hizmetlerinden öncelikle yararlanırken, gıdaların organikleri, hormonsuzları ile beslenirken, bu kadar ayrıcalığı ele geçirmişken, bu imtiyazlardan asla vaz geçmek istemezler. İktidarlarını halkla paylaşmak istemediklerini yüz küsur yıldan beri biliyoruz. Var olan politikalarının ve hayat tarzlarının devamı için de her türlü yalan, iftira, baskı ve şiddet politikalarını uygulamaktan asla çekinmediler. Çünkü ülkenin kaynaklarının çoğu bunlar için harcanıyor. Ülkenin emeğini, doğal değerlerini, halkın birikimini bunlar yağmalayıp sömürüyor. İktidar ellerinden giderse, sudan çıkmış balığa dönecekler.
Var olan sistemin dışında mutlu, özgür, adil, paylaşımcı çıkış mümkün! Alternatif politika gökten zembille inmeyecek. Dünyanın başka ülkelerde olduğu gibi, var olan sorunlar ülkemizin de koşullarına uygun olarak ilerici demokratik bir politik alternatifle çözülebilir. Bu da var olan politik sistemden zarar görenlerin bir araya gelerek, ortak sunacakları demokratik, yeni-köklü çözümler getiren politik projelerle olabilir. Elbette sorunlar sihirli bir elin dokunup, ani çözümler getirmesi ile olmayacak. Bu bir sürece yayılacak, zamanla ihtiyaca göre öncelikli sorunlardan başlayarak çözüme kavuşacak. Ülkenin sosyolojik gerçeğine, tarihten ders alan ve çoğulcu kültürel gerçeğini tanıyan ve saygı duyan demokratik bir sosyal politik uzlaşma sonucu ortak bir Anayasa ile başlamak daha doğru ve sağlıklı olacak. Bu bir tür kuruluş Anayasası olurken cumhuriyetin demokratikleşmesi temel alınmalı. Türkiye’nin Ankara’dan katı merkezi bir yönetim sistemiyle sorunlarının çözümü mümkün değil. Katı merkezi yapının bölgelere göre yerel yönetimlere devredilip ve iktidarın yerelle paylaşılması, idari yapılanmaların yerelde yatay demokratik yönetilmesinin temel alınmasıyla başlamak mümkün. Valilerin, kaymakamlarım halk tarafından seçilmesi önemli bir demokratik adım olacak. Bu sistem dünyanın birçok kapitalist ülkesinde dahi uygulanıyor. Almanya, İskandinav ülkeleri, ABD, Rusya, Brezilya, Belçika, İsviçre…ilk akla gelenler. En önemli ilham kaynağımız ise Sovyetler Birliği’nde yaşama geçirilen modeldir. Demokratik bir çözüm mümkün.