COVID-19 Salgınında “Hepimiz aynı gemide(mi)yiz!”

COVID-19 Salgınında “Hepimiz aynı gemide(mi)yiz!”

Dünya nüfusunun neredeyse yarısından fazlasının karantinada kalmasına sebep olan COVID-19 salgını ortaya çıktığı andan itibaren binlerce insanın hayatını tehdit ettiği gibi, işlerini de ciddi anlamda etkilemeye başladı.

Hayati olmayan işyerlerinin kapanmaya zorlanması, devlet kurumlarının çalışanlara yaptığı evde

kalınması çağrıları, okulların kapatılarak uzaktan eğitimin başlaması, sosyal mesafe, video konferanslar ve çalışan ilişkilerinin farklılaşması gibi zorunluluklar hayatın her alanında hiç alışık olmadığımız değişimler ortaya çıkardı. Bunun sonucu olarak da üretim ilişkilerinde yeni modeller şekillenmeye, kendini göstermeye, emek sömürüsünde farklı boyutları ortaya çıkardı.

COVID-19 küresel ölçekte tüm dünya coğrafyasına dağılım gösterip etkisini her ülkede neredeyse eşit şekilde gösterirken sermaye ilk baştaki şaşkınlığı ve panik durumunu üstünden atarak ‘hepimiz aynı gemideyiz’ söyleminin arkasına sığınıp, kendi içinde organize olup bu salgını bir fırsata çevirmenin yolunu bulmaya başladı.

Zaman ilerledikçe ve istatistik bilimi devreye girdikçe, tarihin akışında ‘herşey sınıfsaldır’ görüşü kendini tekrar tekrar kanıtladı. Ülkeler içindeki düşük gelirli sınıfların, yüksek gelirli sınıflara göre daha yüksek COVID-19 hastalığına yakalanma ve buna bağlı ölüm oranlarına sahip olduğu birçok çalışmada saptandı. Toplumsal eşitsizlik yüzünü COVID-19 nedeniyle hastaneye yatış ve ölüm oranlarında kendini göstermeye başladı. Bunun en temel nedeni bu kesimler aynı zaman­da daha az test yaptırma olanağı bulabilmesi ve daha büyük olasılıkla virüsle temas etmeleri ve sonuçta daha fazla oranda yaşamlarını kaybetmeleriydi. Bu sonuçları DİSK-AR’ın yaptığı bir araştırma ortaya koymaktadır. Bu çalışmada DİSK üyesi işçiler arasında COVID-19 pozitif vaka oranının genel vaka oranından 3,2 kat fazla olduğu bildirilmiştir. İstanbul’da hastalık yaygınlığının, bedensel işçilerin en yoğun yaşadığı ilçelerde (Esenler, Zeytinburnu, Bahçelievler v.b.) daha yüksek olması, şaşırtıcı değildir. Hatta bu eşitsizlik ilerde, eğitime zorunlu ara verilmesi ‘uzaktan eğitim’ nedeniyle daha da belirginleşeceği kesindir.

Gerçekten ‘aynı gemide(mi)yiz!

Sermaye, kendi devleti eliyle örgütlenmesini yapıp hemen hemen her sektörde önlemini almaya başladı. Hatta aldığı önlemleri kalıcı hale getirmeye başladı.

Daha şimdiden bazı büyük sermaye grupları ‘evden çalışma’ gerekçesiyle binlerce çalışanının kalıcı olarak uzaklaştırmaya başladı. Bu ilerde işsizliğin daha ne kadar artacağının işareti olmuş durumda.

Korona virüs, eşitsizliği, eşitsizlik ise salgını derinleştirdi. Salgın nedeniyle uygulanan sokağa çıkma yasakları ve işyerlerinin kapatılması, gelir ve iş kaybını, sonuçta da işsizliği ve yoksulluğu arttırdı.

Emekçi yığınlar için iki seçenek vardır karşılarında. Virüs riski altında çalışmak mı, yoksa kalıcı kitlesel işsizler arasında olmak mı? Üretiminden vaz geçmeyen sermayenin emrinde fabrikada veya ofiste çalışırken, kargo taşırken veya kurye olarak riskli olup olmadığını bilmediğin kişilerle irtibatta olarak virüse yakalanmak mı, yoksa zorunlu evde kalıp uzun süre işsizliğe dayanmak mı? Sermaye için biri diğerinin sopası olmuştur.

Tabi ki şunu da akıldan çıkarmamak gerek; emekçi kesimlerde kronik hastalığa sahip olma olasılığının yüksek oluşu, COVID-19 ile ilgili ölüm riskini arttırmaktadır. Buna paralel olarak işsizliğin artışı refah düzeyini zayıflatacak ve sağlık ile sosyal sorunların tehdidini arttıracaktır.

Kalabalık aile formatında yaşayan emekçi kitlelerinde fiziksel mesafenin korunamayacak olması doğal olarak virus yayılımını kolaylaştırmıştır. Bu gelişimin sonucu olarak yeterli gıdaya da ulaşım engellenmiş durumdadır.

ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü)’nün yaptığı analizlere göre COVID-19 Salgını neticesinde yaşanan tam veya kısmi tatiller, şu anda dünyadaki işgücünün yaklaşık % 81’ini temsil eden yaklaşık 2,7 milyar işçiyi etkiliyor. Salgından ötürü “ciddi ve yıkıcı” risk altında bulunan sektörlerde 1 milyar 250 milyon işçi çalışıyor. Bu rapora göre benzer şekilde, kendi hesabına çalışan küçük esnaf ve zanaatkârlar, küçük işletme sahipleri de büyük bir kayıp yaşayacaklar. Bu krizde, dünya ekonomisinde en iyi ihtimalle %3, ılımlı bir tahminle %6 ve daha kötüsü olursa %10’lara varan bir daralma beklenmektedir.

Gerçekten ‘aynı gemide(mi)yiz!

Eğitim: ilk darbeyi alan sektörlerden biriydi. Sermayenin eline burada da fırsat geçmiştir. İleride kendine emek gücü olarak ihtiyaç duyduğu eğitimsiz kitleler yaratmak için salgını fırsat bilmiştir.

Okulların kapatılmasıyla başlanan online eğitim ise internet bağlantısı ve bilgisayar/tele­vizyon bulunmayan evlerde yaşayan çocukların eğitim almalarını engellemekte, bu da eşitsizliği artıran bir işlev görmektedir (digital eşitsizlik). Öğrenci Veli Derneğinin velilerle yaptığı uzak­tan eğitim uygulaması anketine göre çocuklarının %13’ü uzaktan eğitim uygula­masına katıl(a)mıyor ve velilerin %69,2’si EBA canlı ders uygulamasını verimsiz buluyor.

Önlem olarak ortaya sürülen esnek çalışma ve evden çalışma uygulamaları yeterli ekonomik ve kültürel sermayeye sahip beyaz yakalı dediğimiz çalışan kesimi daha çok kapsamaktadır. Bedensel emek kullanan kitleler açısından bu uygulama dezavantaj yaratmıştır. Bu bağlamda marketlerde, çöp toplamada, dağıtım ve ulaşım alanlarında çalışanlar yeterli kişisel koruyucu önlemlerin alınmadığı ortamlarda çalışmak zorunda kalmışlardır. Sağlık çalışanları ise her şart altında birinci, ikinci ve üçüncü basamak sağlık kurumlarında ve eczanelerde görevlerine de­vam etmişlerdir. Türk Toraks Derneği tarafından yapılan bir araştırmada 350’ye yaklaşmış COVID-19 nedeni ile yaşamını yitirmiş sağlık emekçileri her 74 kişiden 1’inin sağlık emekçisi olduğunu göstermektedir.

Gerçekten ‘aynı gemide(mi)yiz!

Bilindiği üzere Türkiye’de 65 yaş ve üstüne getirilen sokağa çıkma yasağı, bir süre sonra 20 yaş ve altını da kapsayacak şekilde genişletildi. Ama bu sermayenin hiç hoşuna gitmedi çünkü üretim için gerekli olan emeğin önemli bir kısmı 18-20 yaş aralığındaydı. İçişleri Bakanlığı devreye girerek yayınlanan yeni bir genelge ile 18-20 yaş arası çalışmak zorunda olan gençlerin sokağa çıkış kısıtlaması kaldırıldı. Kısaca Türkiye’nin COVID-19 politika tercihi; 20 yaş altı ve 65 yaş üstü nüfusa salgından etkilenmemesi için tecridi devam ettirirken 18-65 yaş arası çalışanlara fiilen “sürü” ya da başka bir ifadeyle “sınıfsal bağışıklık” uygulamak oldu. Bu nedenle mavi ve gri yakalı DİSK üyesi işçiler arasında COVID-19 pozitif vaka oranı Türkiye’deki toplam vaka oranının 3,2 katı oldu.

Uygulamaya konulan kısmi süreyle kapanma dönemleri ve hayata geçirilen ücretsiz izin uygulamaları kayıt dışı ya da günlük yevmiye usulü çalışanların göreli yoksulluklarını derinleştirmiştir.

Gerçekten ‘aynı gemide(mi)yiz!

COVID-19 Salgını dünyada hız kesmeden devam ederken işçi ve emekçiler dünyanın her yerinde salgına rağmen çalışmaya devam etmek zorunda kalıyor. Dünyanın hemen bütün ülkelerinde yeterince korunamıyor, ücretsiz izin dayatması ile karşılaşıyor, işten çıkarılmalara maruz bırakılıyor ve ücretlerinin ödenmemesi sorunuyla boğuşuyor.

Her sektör sermayesini kendi emekçi kitlesini COVID-19’a feda ederek büyümeyi sağladı.

Sonuç olarak COVID-19 bir işçi sınıfı hastalığıdır diyebiliriz. Salgının bir yılına baktığımızda İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi tarafından yayınlanan tablo bunu en açık haliyle ortaya koymaktadır.

Covid-19

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Şimdi tekrar soralım:

Gerçekten ‘AYNI GEMİDE(Mİ)YİZ!’ yoksa ‘EKMEK TEKNESİ SU MU ALIYOR?’


Konuyla ilişkili diğer makaleler