Büyük Yarış

Büyük Yarış

Yüzü, düşünen  bilgili bir insan görünümü çabasıyla anlı kırışık, darmadağın saçları ve pejmürde giysileriyle getirilmişti Akıl Hastanesine. Etrafına ilgisizdi. Gözleri bir noktaya dikili yeryüzünde bir başınaymış gibi, yeni bir yaşamın yaratıcısı edasıyla bir şeyler arıyordu baktığı yerde sanki. Dikkatini dağıtan veya öyle olduğunu zannettiği bir davranış karşısında saldırgan bir tutum alabiliyordu.  Aradan yıllar geçti. Nutuklar attı, sevmediği şeyleri kırdı döktü, anlayışına uymayana saldırdı bazen bu sürede. Bu nedenle hastalar ona daha çok itaat etti, daha çok sevdi. Ama gizli tecrit odalarda daha ağır ilaçlarla ve yöntemlerle tedaviler denendi üzerinde. 

Bir gün hastaların rutin ziyaretinde, elinde yazılı bir tomar kağıt doktora uzatarak “ben iyileştim artık bir roman bile yazdım…” dedi. Hastasının sakin yüzüne baktı doktor.  Akşamları parlak bir lambanın ışığında sessizce bir şeyler karaladığını görmüştü. Gülümseyen yüzü pencerenin siyah camına yansıyordu. Sessiz ve sakindi. ‘belki iyileşmiştir’ diye düşündü doktor. İnanmış bakışlarıyla hastasının gülümseyen yüzüne baktı,  “bir görevliyle odama gönder yazdıklarını” dedi. Hasta ziyaretlerini bitiren doktor masasında özenle dizilmiş üç yüz sayfayı aşkın kağıtlara bakarak tedavide kullandığı yöntemlerin olumlu sonuçlar verdiğini düşünerek gururlandı. Merakla eğildi sayfalara. Başlığı Büyük Yarış’tı romanın. Sayfayı çevirdi. Dıgıdık dıgıdık. Diğer sayfayı çevirdi, dıgıdık dıgıdık ve üç yüz sayfa dığıdık dıgıdık.. En son sayfada dıgıdık dıgıdıktan sonra tıııırrrrsss ve son… Doktorun şaşkın yüzü kızardı önce, sonra alaycı bir sırıtışla hastasının bir şeyler arayan delici bakışlarını düşündü. Masadan kalktı bir takvim yaprağına uzandı parmakları. Özenle biriktirmişti onları. Birinde 12 yazıyordu. Eylülün, sıcağı dönüştüğü günleri anımsadı. Diğer yaprakları çevirdi şubatın dondurucu sisli soğuğunu gördü. Her takvim yaprağında bir öykü. Duvarlar yıkılıyor kiminde, kiminde kanlı bir çığlık yükseliyor… Son aldığı takvim yaprağında 2002 yazıyor. Bir umutla mı koymuştu bu yaprağı yoksa bir dönemi işaretleyen simge miydi, hatırlayamadı. Diğer sayfalara bakmaktan vaz geçti. Gri sayfaların birbirinden farkı yoktu. Yaşayarak görmüştü. Henüz tttııırrrsss noktasına gelmeyen bir dıgıdık dıgıdık yinelenmesi…  

***

Fıkra bu ya bir delinin ne yapacağı bilinmez. Geçen bunca yıldan sonra kuşanılan kılıç, ve onca vuruşmadan sonra kuş sürüleri gibi dağılanların bir çoğu sahillerin kızgın kumları üzerinden ‘iddialı’ yazınsal üretimleriyle sesleniyor. Son yıllarda moda oldu bir kitap çıkarmak. Rüzgarda dağılan kum taneleri gibi düştükleri yerden geçmişin destansı yaşanmışlıkları, kişisel anı yaklaşımıyla bir kabuğun içine sığdırılmak isteniyor. Geçmişin deneyimi geleceğe aktarılmalı elbet. En kuytu köşelerde sıkışıp kalmış iyi-kötü ne varsa serilmeli ortaya... Bu modanın başka yelere bulaştığı da görülüyor. Öyle ki kimi küresel güç olduğu büyüsüyle ülkeler ötesinden esir almayı deniyor beyinleri kitabının sayfaları arasına.

Her geçen gün artık akşam karanlığı da mavileşiyor. Yeni mevzular konuşuluyor artık. Cayır cayır yanan bir ışık var. Renkli şeritler saçılıyor sokaklara, büyüyor ve oradan yazılıyor tarih.

Bir sosyalist deha aydınla işçi sınıfının birbirine taban tabana zıt olduğunu tespit etmişti. Aydının verili üretim ilişkilerinde egemenler gibi yaşadığını ve mevcut siyasal yapıdan tümüyle kopamadığını ifade etmişti. Aydının kişisel olarak beyinsel üretimi kolektif davranışla çelişmesi aydın bireyciliği denilen olguyu beslemiş, bu durum bu tür aydının kapitalizm karşısında bağımsız tutum almasını engellemiştir. Buradan demokrasi ve sosyalizm mücadelesine gelen sağduyulu aydın, zaaflarını da taşıyarak, zor koşullarda bu mücadeleye zarar vermiştir… İşçi sınıfı, emekse yalnız başına bir hiçtir. Ancak örgütlendiği, kolektif bir tutum takındığında bir güç haline dönüşür. Sınıfın ekonomik-demokratik ve sosyalizm mücadele pratiği kendi aydınını da ortaya çıkarır ve çıkarmak zorundadır. Artık bu aydın tipi sınıf mücadelesinin içinde hiçbir kaprise ve bireyciliğe kapılmadan emeğin idealleri dışında bir hedefi yoktur ve mücadelenin bütün süreçlerinde büyük küçük demeden görevler üstlenir.

Ülkemizde işçi sınıfının geçmiş mücadele pratiği, istisnalar dışında kendi aydınını yaratamadığı görülüyor. Mücadeleden kopup kimi yerlerde ‘iddialı’ sözler edip pratik mücadeleden kaçan ve hatta mücadele içinde yer alan yapılara mesafeli davranmayı öneren kişilerin yaklaşımları ve yaşam biçimleri burjuva aydın bireyciliği nitelemesine çok uygun. Devrimci mücadeleye hangi süreçlerde ve nasıl katıldığı bilinen bu kesimin sökülüp atılması proleter aydının önemli görevlerinden biri…  Proleter aydının işçi sınıfının çıkarlarının dışında bir hedeflemesi, gündemi yoktur!