Türkiye’nin Kömür Enerjisi Programı Ve Dünyadaki Gelişmeler

Türkiye’nin Kömür Enerjisi Programı Ve Dünyadaki Gelişmeler

Türkiye G20 ülkelerinden biridir. Enerji ihtiyacı her geçen gün artmaktadır. Son 15 yılda,kurulu elektrik enerji kapasitesi iki katına çıkmıştır.

2000 yılında, elektrik üretiminde doğalgazın payı % 37 iken, bu oran 2014 itibariyle %48 oranına yükselmiştir.

Türkiye'nin elektrik enerjisi açığı,2014 yılı itibarıyla GSMH’nin %6’sı oranındadır.

Enerji dış bağımlılığının doğalgaz alımında yoğunlaşması ve sağlayıcıların belirli bir coğrafyada yoğunlaşması devlet tarafından risk olarak kabul edilmektedir. Doğalgazın %70’si Rusya ve İran ' dan alınmaktadır. Suriye ve Irak politikalarında bu iki ülkenin benzer bir çizgi izlemesi TC için büyük bir baskı oluşturmaktadır. Almanya'nın da Rusya doğalgazına bağımlı olması ve bundan kurtulmak istemesi iki devleti birbirine yaklaştırmaktadır. Almanya ve Türkiye’nin hedefinde İsrail doğalgazından faydalanma fikri vardır. Buradan gelecek doğalgaz hattı için Irak Kürdistan Özerk Bölgesi'ni geçiş yolu olarak kullanmak için gerekli adımları atmışlardır. Türkiye ile Barzani bölgesi arasında boru hattı döşemesi bitirilmiştir. Ancak bölgedeki 'güvenlik riski' devam etmektedir.

 

Bu veriler ışığında TC, enerji açığının yerli kaynaklarla tolere edilmesi için ''önlem almaya'' başlamıştır. İlk planda doğalgaz ithalini %30’lar seviyesine getirme kararındadır.

Bunun için çizdiği yol haritası ise felakete davetiye çıkarmak şeklinde olmuştur. Linyit santrallerinin sayısını artırmak ve üç nükleer reaktörü devreye sokmak. Ayrıca en küçük akarsulara bile HES’ler kurdurarak enerjide dış bağımlılığı kırmak. Tüm gelişmiş ülkeler yönünü güneş enerjisine çevirirken Türkiye tam ters yönde koşmaya başlamıştır. RES’lerin payı şimdilik oldukça düşüktür. RES uygulamasında, ekolojik verilere önem verilmemektedir. Yenilenebilir enerji kaynaklarının insanlığa nasıl zarar verebileceğine dair paradoksal bir deneyim yaşamaktayız. Jeotermal uygulamaları için de aynı durum söz konusudur.

Yenilenebilir kaynaklarla üretilen elektrik enerjisinin pazar payı 2009 tarihi itibarı ile %0 dır. 2015 verilerine göre bu rakam %7.8 seviyesindedir. Bir çok Avrupa ülkesinin hedefi %100 iken bizim ulaştığımız yer hiç parlak değildir.

Yüksek Planlama Kurulu’nun 18 Mayıs 2009 tarihli kararıyla “ Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Strateji Belgesi ” kabul edildi. Bilinen tüm linyit ve taşkömürü kaynaklarının 2023’e kadar tamamının elektrik üretimi amacıyla değerlendirilmesi karar altına alındı.

Devlet linyit odaklı enerji santralleri kurarak açığı kapatmak için planını yapmıştır. 2015 yılı itibarı ile 32 TWh olan linyit kaynaklı üretim 2018 yılı sonunda 57 TWh’ye çıkarılacaktır. Çoğu linyitle çalışacak 71 termik santral ihalesi uygulamaya girmiştir.

Termik eneji santrallerinin belirli bölgelerde yoğunlaşmasıyla birlikte çevre koşulları olumsuz etkilenmektedir. Şu anda kurulu santrallere ek olarak Çanakkale’de 11 yeni santral daha hedeflenmektedir.Çanakale'de, havadaki partikül oranı dünya standartlarından üç misli fazladır. 11 santralin daha devreye girmesi ile birlikte kitlesel ölüm yaşanması riski tespit edilmiştir.

4.06.2016 tarihi itibarı ile Elektrik Piyasası Kanunu'nda değişiklik teklifi yasalaşmıştır. Buna göre, Askeri yasak ve güvenlik bölgelerinde, ülke güvenliğiyle ilgili TSK'ya tahsisli, fiilen kullanımda olan araziler, harekat ve savunma amaçlı yerlerdeki tesisler (konut ve sosyal tesisler hariç) özel güvenlik bölgelerindeki tesisler, rafineri, petrokimya tesisleri ile nükleer santral projeleri kapsamında yapılması öngörülen tesis ve faaliyetler hakkında, Kıyı Kanunu'nun kıyılar, sahil şeritleri, doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan arazilere ilişkin yapı ve yapılaşmaya dahil sınırlayıcı hükümleri uygulanmayacak. Nükleer santral projeleri kapsamında yapılması öngörülen tesis ve faaliyetler hakkında, Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun'un sınırlayıcı hükümleri uygulanmayacaktır.

Ayrıca, kömür işletmeciliği konusunda lisans kısıtlamaları kaldırılmıştır. Doğalgaz depolama da miktar sınırlaması kaldırılmıştır.

Kömür işletmelerine metan gazı işletme hakkı verilmiştir. Bu güne kadar ocaklarda biriken metan gazını, tahliye etmeyi bile beceremeyen işletmelere, metan gazı depolama hakkı verilmiştir.

Yeraltı madenlerindeki metan gazı, yeryüzünden veya ocak içerisinden üretilecek. Üretilen metan gazı maden işletme ruhsat sınırları içerisinde kalmak kaydıyla, maden sahibine işletme ruhsatı verilecek. Ancak, işletme ruhsatının verilmesinde, anılan madenlerin bünyesindeki metan gazı miktarı, ton başına en az beş metreküp olması şartı aranacak.

Üretilen metan gazı, Doğal Gaz Piyasası Kanunu kapsamında lisanslandırılmak kaydıyla piyasada faaliyete konu edilebilecek. Üretilen metan gazından alınacak devlet hissesi, yasada belirtilen oranda alınacak. Bu oranı, 4 katına kadar artırmaya veya yarısına kadar indirmeye Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu yetkili olacak.

Yenilenebilir enerji sektörüne kısıtlamalar getirilirken, kömür ve nükleer enerji üretimi için tüm kapılar ardına kadar açılmıştır.

Her türlü kayıp-kaçak bedelinin tüketiciye ödetilmesi de yasa içinde yer almaktadır.

 

Gelişmiş Ülkelerin Enerji Politikaları

Gelişmiş ülkelerin enerji politikalarına baktığımızda ilk dikkat çeken özellik, kömürle çalışan santrallerin sınırlandırılması veya tamamen kapatılması yönünde bir çalışma olduğudur.

''ABD’nin kömürle çalışan bir santral projesi bulunmuyor. Ekonomik ömrünü tamamlamış kömürlü santrallerini zamanı geldiğinde kapatarak adım adım kömürden uzaklaşıyor. Aynı yönelimi, İngiltere, Avusturya ve Portekiz 'de görüyoruz. Belçika, son kömürlü santrallini 2016 yılında kapattı. Çin kömürlü santrallere kapasite kullanım sınırlaması getirdi. Dünyada en çok kömür tüketen ülke olan Çin %69 olan kömür payını 2020 yılında %59’a indirmeyi planlamaktadır. Ortaya çıkacak açık, yenilenebilir kaynaklarla kapatılacaktır. Güney Afrika Cumhuriyeti de kömüre olan teşviklerini kısıtlamış yüzünü yenilenebilir kaynaklara dönmüştür.''*

Kapitalizmin ilk yıllarından başlayıp, son çeyreğine kadar uzanan dönemde, kömür üretimi gelişkinliğin bir ölçütü olarak görülürdü. Şimdi durum tersine dönmüştür.

-Kömür üretimi verimlilik açısından yenilenebilir kaynaklarla rekabet edememektedir

-Kömür üretiminin ilk yatırım maliyetleri eskiye oranla artmıştır

-Kamu sağlığı üzerinde yarattığı tahribatın giderilmesi maliyeti çok yüksektir

-Kömürle çalışan santrallerin küresel iklim değişikliklerindeki olumsuz etkisi açığa çıkmıştır

-Hava, su ve toprak kirliliğine neden olmaktadır.

 

Türkiye kömürlü santrallere teşvik tedbirleri getirirken dünya bunun tam tersini yapıyor.

Yenilenebilir enerji sektörü ayrıca daha geniş ekonomiye de yayılabilecek inovasyonlara da erişim sağlayarak iş becerisi alanında gelişim ve yeni istihdam imkanları yönünden daha büyük bir potansiyele sahiptir. Yenilenebilir enerji alanındaki istihdam düzeyi 2013 yılına göre yüzde 18'lik bir artışla 2014 yılında 7,7 milyona ulaşmıştır. 2014 ve tüm göstergeler bu trendin devam ettiği yönündedir.

Kömür Şirketleri Tüm Dünyada Kriz İçinde

2007-2011 yılları arasında kömür üretimine büyük yatırım yapan şirketler bu gün zor günler yaşıyor.

Kötü bir örnek olarak Hindistan deneyimi ortada durmaktadır.: Hindistan'da yoğun devlet teşvikiyle desteklenen ve elektrik dağıtımından sorumlu olan kamu kuruluşlarının toplam borç tutarı 75-85 Milyar ABD Doları düzeyindedir.

Kömürün Yenilenebilir Kaynaklar Karşısında Hiç Şansı Yoktur

'' ABD'deki kömür üreticilerinin borçları ve karşılıksız yükümlülükleri 2015 itibariyle 70 Milyar ABD Dolarına ulaştı; bu durum kömür sektörünün artık kendi başına sürdürülebilir olmadığını gösteriyor. Dünyadaki en büyük özel sektör kömür üreticisi olan Peabody Energy şirketinin nisan ayında iflas başvurusu yapması bu mesajı daha da güçlendiriyor. Ve Peabody bir istisna değil. Peabody'nin yanı sıra diğer iki büyük ABD kömür şirketi olan Alpha Natural Resources ve Arch Coal şirketleri de dahil olmak üzere başka onlarca kömür üreticisi de iflas için baş vuruda bulundu. İsveç kamu kuruluşu Vattenfall'in Almanya'daki linyit varlıklarını tahmini 2,7-3,3 Milyar ABD Doları tutarında bir değer kaybı karşılığında satma planı da birçok şirket sahibinin sektördeki zararlarını sınırlandırmak için kömür ve linyit varlıklarından acil olarak kurtulma çabasını ortaya koymakta. Halka açık şirketlerinin hisse değerlerinin son beş yıl içerisinde %60-100 arasında düştüğü düşünülürse kömürün dünyadaki en büyük servet öğütücüsü olduğu söylenebilir ''*

Avrupa Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası'nın (EBRD) politikaları, çok nadir ve istisnai durumlar dışında kömüre veya kömürle yapılan üretime yatırım yapmasını yasaklamaktadır.

Dünya Ölçeğinde Yenilenebilir Enerji Yatırımları

2015 yılında, tüm dünyada yapılan enerji yatırımlarının %90’ı yenilenebilir enerji için yapılmıştır. Gelişmekte olan ülkeler bu trendin motor gücüdür.

 

Yenilenebilir enerjinin en büyük avantajı işletme maliyetlerinin çok düşük olmasıdır. Fosil yakıt üretimi ile kıyaslandığında ''0'' olarak düşünülebilinir. Kömür ocaklarında çalışan yüzbinlerce insanın ücretlerini, her gün daha derine kazılması gereken tünelleri ve bunların yakılması için gerekli fırınları düşünürseniz, gerçek daha iyi anlaşılacaktır.

Güneş enrjisinde , kapasite artırımlarında, ilk kurulum maliyeti %26 oranında düşmektedir.

''Yenilenebilirlere yatırım yapma trendi özellikle gelişmekte olan ekonomilerde göze çarpmakta. Çin 2015 yılında 15-18 GW yeni solar kapasite kurulumu ve 2016'nın ilk üç ayında eklediği 7 GW ile kümülatif kurulu solar kapasitesini 50 GW'ye yükseltti. IEEFA( Enerji Ekonomisi ve Finansal Analiz Enstitüsü) Çin'in portföyüne sadece 2016 yılında 22 GW ilave rüzgar ve 18 GW solar elektrik kaynağını ekleyeceğini öngörüyor (bunun yüzde 70'i şebeke ölçeğinde). Ekonomisi güçlü merkezi planlayıcılar tarafından sıkıca yönetilen Çin elektrik üretiminde yenilenebilirlerin payını 2014'deki %10 düzeyinden 2020'de %20'ye yükseltmeyi hedefliyor. Hindistan çok iddialı biçimde 2022 itibarıyla yenilenebilir enerji kapasitesini 175 GW’a çıkartmayı planlamaktadır. Bu da toplam öngörülen elektrik üretimi kapasitesinin %33’ü anlamına gelmektedir.''*

2015’de dünyada yenilenebilir enerji yatırımlarına yapılan yatırım tutarı 266 milyar ABD Dolarıdır. Bu rakam yeni kömür ve doğal gaz santrallerine yapılan yatırımın iki katından fazladır.

2015’de gelişmekte olan ülkelerde yenilenebilir enerji ve yakıtlara yapılan yatırımlar, gelişmiş ülkeleri geçti. Bu alanda en büyük artış Çin, Hindistan, ve Brezilya’da gerçekleşti. Güney Afrika, Meksika, ve Şili’de ise belirgin artışlar kaydedildi. (grafik 7 ve 9).

Türkiye’nin Enerji Talep Ve Arz Dengesi

2002 -2011 arası hesaplamalarında %5.5 ortalama ekonomik büyüme tespiti yapan TC hükümetleri, enerji ihtiyaçlarını da buna göre tespit etmişlerdir. Enerji yatırım politikalarını da bu ivmeye göre planlamışlardır. 2012’den itibaren büyüme hızının %3.3 ortalamaya düşmesiyle birlikte yapılan enerji yatırım planlaması arz fazlası verir hale gelmiştir. İmalat sanayindeki enerji talebi 2012 yılındaki rakamlarda sabitlenmiştir. IMF’nin tahminlerine göre Türkiye'nin büyüme hızı 2024 e kadar %3.5’i geçemeyecektir.

AKP hükümetlerinin yaptığı hesapların %15 oranında yanılacağı IEFFA raporlarında yer almıştır. Enerji yatırımlarında alım garantisi veren bir devletin, bu gerçeklik üzerinden bakıldığında, büyük oranda zarara uğraması kaçınılmazdır.

''Şubat 2016 itibarıyla linyit ve doğal gaz santrallerinden elde edilen elektrik miktarı 2015’in aynı dönemine kıyasla sırasıyla %10 ve % 18 düşmüştür. (grafik 13) Bazı doğal gaz santralleri üretimi durdurmuştur. Kömür ve doğal gaz, Türkiye piyasaları daha da serbestleştiği, rekabetçi piyasaların geliştiği, ve arz fazlası devam ettiği sürece baskı altında kalmaya devam edecektir. İşletme maliyeti yüksek olan tedarikçiler büyük ihtimalle iş yapamaz hale gelecektir.''*

Türkiye enerji piyasası özelleştirmeler, mevzuat ve piyasa yapısı değişiklikleri sayesinde büyük bir dönüşüm geçirmiştir. Özelleştirmeler ile piyasada aktif şirket sayısı artarken, 2015’de EPİAŞ gibi enerji piyasasında işlem yapan şirketlerin kurulması, saatlik elektrik fiyatlarının piyasa arz ve talebine göre belirlenmesini sağladı.

Damat Berat hükümetinin işlevi bu gidişi yandaş işverenler yararına çözmekten ibarettir. Türkiye’de burjuvazi devlet eliyle yaratılıp semirtilen bir zümredir. Devletin kendi kurduğu organizasyonun, teknolojik gelişmelerin gerisinde kalmasının yarattığı olumsuzluk yüzünden, yükseltmek istediği işbirlikçi burjuvaziyi (Yandaş da diyebiliriz) vurması engellenmek istenmektedir. AKP hükümetinin enerji politikalarındaki revizyondan anladığı tek şey budur.

AKP hükümeti doğalgaza bağımlı elektrik enerjisi üretimini kısmak istiyor. Doğalgazın payını %49’dan, %30’a düşürmek istiyor. Bunun için yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek yerine Linyit kaynaklı termik santralleri teşvik ediyor. Linyit le çalışan santrallerin oranını %27’den, % 45 e çıkarmak için çalışıyor. Mevcut hükümetin 2025 için hedefi böyle tespit edilmiştir. Teknolojik gelişmelerin gerisinde kalan bu üretim biçimini korumak için de, öncelikli alım garantisi veriyor. Linyit santralleri, elektiriği pahalıya da üretse, alım yapılacak ilk sektör olarak belirleniyor .Damat Berat Hükümeti’nin aldığı bu kararın ekolojik yıkım ve parasal kayıpların dışında ülke için bir getirisi olmayacaktır. Zaten hükümetin tek hesabı yandaş burjuvazisini korumaktan ibarettir.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına göre Türkiye’deki toplam linyit rezervlerinin %68’i düşük kalorilidir (2000 kilokalori/kg’dan az). Rezervlerin %23,5’i 2000 ila 3000 kilokalori/kg, %5,1’i 3000 ila 4000 kilokalori/kg ve %3,4’ü 4000 kilokalori/kg’dan fazladır.

Enerji Yatırımları Krizi Kapıya Dayandı

AKP hükümetinin geleceğini uzun erimli görmemektedir. Bir hükümet değişikliğinin ardından Önümüzdeki 10 yıl içinde Türkiye'nin 40 GW’lik bir ek enerjiye ihtiyaç duyacağı hesap edilmiştir. Mevcut doğalgaz santralleri kapasite düşürme durumuna gelmişken, ondan daha ilkel bir yöntem olan linyit bazlı termik santraller kurarak enerji üretme politikasının tıkanması kaçınılmazdır. Yatırımcılar, hükümetin verdiği garantilere rağmen, istekli değillerdir. Büyük yatırımcılar enerji politikalarında yeni bir sayfa açılacağı beklentisine girmişlerdir.

2012'de yürürlüğe giren “Yatırımlardaki Devlet Teşvikleri” mevzuatına göre, enerji yatırımlarında kömür üretimi ve termik santral yatırımlarında önemli gelişmeler bekleniyordu. Çünkü kararnameye göre yatırım yapacakların işçi sigorta prim ödemeleri 10 yıl süreyle devlet tarafından karşılanacaktı. Ayrıca yatırımların yüzde 50’si nispetinde yeni yatırım yapanlar vergi ödeme yükümlülüğünden de muaf tutuluyordu. Bu teşvik avantajı ile enerji sektöründe verilen teşviklerde dikkat çekici rakamlar ortaya çıktı. Ancak özel sektör yatırımlarının büyüme rakamlarına bakıldığında teşviklerin kağıt üzerinde kaldığı görüldü. 2012’den itibaren 3 yılda alınan 25.7 milyar TL’lik teşvike karşılık fiili teşvikli enerji yatırımlarının bunun %10’ları düzeyinde kaldığı görüldü.

2012 yılında 9,5 milyar ABD Doları olan enerji sektörü yatırımları 2015 yılında 4,8 milyar ABD Dolarına düşmüş ve ortalama işlem büyüklüğü 216 milyon ABD Dolarından 107 milyon ABD Dolarına inmiştir (grafik 14).

Bankalar sistemi 50 milyar dolarlık enerji kredisi baskısının altında kalmıştır.Yeni krediler açmakta istekli davranmayacaklardır. Bankaların küçülme operasyonu yaptığı bu günlerde (2015 in son 6 ayı ve 2016’nın ilk 6 ayı), başka bir sonuç beklemek aptallık olur. AKP’nin bu sıkıntıyı devlet bankalarının kredileri ile aşmak istemesi, muhtemeldir.

Linyit Santrallerine Üretim Alım Garantisi Elektrik Fiyatını Yükseltecektir

Linyit santrallerine verilecek olan 1.1 milyar dolarlık başlangıç desteğinin tüketici fiyatlarına yansıması halinde ortalama %19’luk bir artış görülecektir. Proje devam ettiği takdirde destek 2 milyar dolara yükselecektir. Bu durumda tüketiciye yansıyan oran %29 olacaktır.

Türkiye 2000’li yıllardan bu yana kamu şirketlerini özelleştirerek, enerji sektörünü özel yatırıma açarak ve elektrik fiyatlarının gün öncesi ve gün içi piyasalarca belirlenmesine izin vererek enerji piyasalarını serbestleştirmekteydi. Linyit kömürü kullanan santrallere verilen teşvik ve üretim alım garantileri neo-liberal politikaların da delinmesi anlamına gelecektir. Daha beter, daha acımasız, tahrip edici, saldırgan bir enerji politikasına geçilmektedir. Tüm bu gelişmeler Türkiye'nin siyasi konjektürü ile uyumludur. Linyitli santrallerin ürettiği enerjiye, öncelik verilmesi ''serbest piyasanın sihirli elini'' bozacaktır. Burjuvazinin kendi içindeki çelişkilerin bu sektörde yoğunlaşacağını söyleyebiliriz. Özel işletmelerin kurduğu mevcut santrallerin hemen hepsinin banka borçları devam etmektedir. En ucuz fiyata öncelik veren sistemin terk edilmesiyle, arz fazlası yaşanan bir sektörde krizin nasıl derinleşeceğini görebiliriz. Önce enerji sektöründe yaşanacak olan kriz hemen ardından bankacılık sektörünü vuracaktır.

TC hükümeti uluslararası antlaşmalara koyduğu imzaları gerçekleştiremez hale gelmektedir. COP21 ve Küresel İklim Anlaşması sözleşmeleriyle, karbon gazı salınımının önleneceğine ilişkin tahahütler verilmiştir. Linyite bağlı termik santral genişlemesi politikasıyla bu taahhütlerin gerçekleştirilmesi olanaklı değildir. TC’nin mevcut taahhüdü, karbon gazı salınımının 2030 yılına kadar %20 oranında kısılacağı şeklindedir.

Türkiye’nin Yenilenebilir Enerji Kaynakları Potansiyeli Heba Edilecektir

Ülkemiz, güneş, rüzgar, su ve jeotermal enerji kaynaklarının kullanılabilmesi için son derece elverişli bir coğrafyadadır. Bu sistemleri kuracak ve geliştirecek yerli teknolojiye ve ihtiyaç duyulacak nitelikli işgücüne sahiptir.

Bu güne kadar, hükümetler, yenilenebilir enerji kaynaklarına kısmi teşvikler uygulamaktaydı. Yenilenebilir kaynaklarla enerji üreten yatırımlar, önceden belirlenen bir fiyat üzerinden üretimlerini satma garantisine sahipti. Bu yüzden 2009’da sıfıra yakın olan, yenilenebilir enerji üretimi 2015’de 5.7 GW’ye yükselmiştir. Bu oran mevcut kurulu gücün %8.8 ine denk düşmektedir.

HES yağmacılığı ile hidroelektrik üretimi toplam enerji üretiminin % 35’ini karşılar hale gelmiştir. Bunun karşılığı 26 GW’dir.

Rüzgar enerjisinin payı 4.5 GW’dir.

Güneş enerjisinin payı 0.3 GW’dir

''Bu öngörüler ve mevcut ulusal enerji kalkınma planları şaşırtıcı biçimde güneş enerjisi potansiyelinin çok altındadır. Türkiye AB’de, İspanya, Portekiz, Malta ve Kıbrıs’ın ardından en yüksek ortalama güneş ışınımına sahip ülkedir. İspanya’nın 7 GW ve Almanya’nın 40 GW seviyeleriyle karşılaştırıldığında Türkiye’nin 0,3 GW kurulu güneş enerjisi kapasitesi son derece cılız kalmaktadır. 2019 yılına dek yalnızca 3 GW güneş kapasitesi planlanması, Türkiye’nin dünya çapındaki enerji piyasası dönüşümüne ayak uyduramadığının göstergesidir. ''*

AKP Hükümetlerinin Enerji Politikaları Akılcı Değildir

Güneş enerjisi yatırımları büyük düşüş göstermektedir. Bireysel yatırımlar bile 3-5 sene içinde kendini amorti etmekte ve getiri elde eden bir yatırıma dönüşmektedir. Mikro ölçekli bir program bile Türkiye'nin, güneş enerjisi alanında atılım yapmasına yetecektir.

Yenilenebilir enerji kaynaklarından oluşacak arz fazlalarını diğer ülkelere pazarlamak mümkün olacaktır. Fosil yakıtların yüksek maliyeti bunun önünde bir engeldir.

Türkiye'nin yenilenebilir enerji kaynaklarına öncelik veren bir programı yaşama geçirmesi halinde global bir ilgi odağı olması kaçınılmazdır .Fosil yakıtlara yatırım yapmanın dünya çapında çekiciliği kalmamıştır. Ülkemiz, yenilenebilir enerji kaynaklarının tümü için büyük bir potansiyele sahiptir.

Önümüzdeki tek engel siyasi iradedir.

Yararlanılan kaynaklar :

-IEFFA Enerjide yol ayrımı (Pelin Yenigün Dilek-David Schlissel)

* ilgili metinden alınan bölümler

Tüm istatistik verileri ve tablolar adı geçen çalışmadan alınmıştır.

(İstatistiki bilgilerin yorumlanması yazar tarafından yapılmıştır)

-EMO yayınları ve açıklamaları

-Günlük basından ilgili haber derlemeleri


Konuyla ilişkili diğer makaleler