Politik Taktikler ve Devrimci Strateji

Politik Taktikler ve Devrimci Strateji

Türkiye’de tabiri caiz ise her kafadan bir ses çıkıyor. AKP ve MHP’nin oy yitirdiği, seçimlerde sistem muhalefetinin oylarını ciddi biçimde artıracağı ve HDP’nin kilit rol oynayacağı üzerine yapılan yorumlar havada uçuşuyor. Buna karşın AKP ve MHP de en sorumlu ağızlardan tersini iddia ediyorlar ve bir dahaki seçimlerde oyları silip süpüreceklerini öne sürüyorlar. Kısacası müthiş bir algı operasyonu ile karşı karşıyayız. Öne sürülen görüşlerin kimisi ön görü, kimisi de resmen propaganda. Bunların içinden cımbızlayarak bir takım doğru sonuçlar çıkarmak tabii ki mümkün. Fakat biz konuya farklı bir açıdan yaklaşmak istiyoruz. Eğer bir ön görüde bulunacaksak da somut verilere dayanarak hareket etmek istiyoruz.

***

İçerde durumun ne olduğu malum. Ekonomi son 20 yılın en derin krizini yaşamaktadır. Ekonomik krizin sonuçları işçi, emekçi, ve yoksulların sırtına yükleniyor. Hayat pahalılığı aldı yürüdü. Enflasyon yüzde 40’ları gördü, belki de geçti. İşsizlik gayrı resmi verilere göre yüzde 50’lere ulaştı. Genç işsizlik, yüksek okul mezunları dahil vahim yüzdeleri görüyor. Yaşları itibarıyla dirençleri daha zayıf olan emekliler ve yaşlılar sadece yoksullaşmakla kalmıyorlar, sağlıklarını ve yaşamlarını yitiriyorlar. İşsizler kısa süre verilen açlık ödenekler dışında sıfır gelirle yaşamaya zorlanıyorlar ve açlıkla mücadele ediyorlar. Topraksız köylüler aç. Az topraklı köylüler tarımın bitirilmesinden dolayı yoksullaşıyor. Türk Lirası’nın döviz karşısında değer kaybından dolayı sadece ithalata dayalı ürünlerde değil, elektrik, doğal gaz ve petrol fiyatları karşısında Türk Lirası’nın geldiği durumdan dolayı tarım ve hayvancılık dahil, ülke içindeki her tür küçük, orta ve büyük sanayi üretiminde, el zanaatlarında fiyatlar tepe yapmış durumda. Bu örnekler çoğaltılabilir.

Aynı zamanda örgütleri çatırdıyor. AKP’nin kurucu yönetici kadrolarından kimse kalmadı gibi. Sembol olan eski belediye başkanları AKP’yi terketti. AKP son 6 yılda bünyesinde iki bölünme yaşadı, iki parti kuruldu. Ayrıca CHP’ye gidenler oldu. MHP iki bölünme yaşadı. Ondan da iki parti çıktı. Bunların yanısıra ortada dolaşanların sayısı da az değil. Bu olgu bir yandan MHP ve AKP’nin örgütsel olarak zayıflamasını gösterirken, diğer yandan da gidilen yerlerin ve kurulan yeni partilerin de ne kadar farklı olduklarını düşündürüyor. Söylemde ve yöntemde fark olabilir ama acaba sınıfsal olarak bir farklılık tespit etmek mümkün mü? Ne kadar zorlarsanız zorlayın, mümkün değil.

Tüm bu gelişmelerin sonucunda doğal olarak iç politik dengelerde ciddi kaymalar oluşuyor. Üzerine tartışılan seçim ön görüleri genellikle bu sonuçlara dayandırılıyor. Bu anlaşılabilir ama ön açıcı ve perspektif belirleyici değil. Nedenine gelince… Düzen muhalefeti prim yapıyor olabilir fakat aynı muhalefet iktidarın sepetlenmesi için bugüne kadar konuşmak dışında ne yapmıştır? TBMM’den çekilip MHP-AKP-Saray iktidarını yönetemez ve çekilmeye zorlayacak hamle mi yapmıştır? Hayır! Tam tersi. Bu yazı kaleme alınırken savaş tezkeresinin hem de ilk defa 2 yıl için uzatılmak için meclise sunulacak olan bu tezkereye düzen muhalefetinin en önemli partilerinden olan İyi Parti’nin evet diyeceği açıklandı, CHP de zaman kazanmak için yetkili organlarında görüşeceklerini belirtti. Bu açıklamalar resmen rejime destek vermektir. Bu güçlere muhalif gözüyle bakmak mümkün değil.

Geçtiğimiz günlerde TÜSİAD gibi tekelci sermayenin örgütünün iktidara eleştiriler yöneltmesi de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Suriye’de birliklere komuta eden TSK mensubu 5 generalin kabul edilmemesine rağmen istifa etmelerinin de bu çerçevede bir anlamı vardır. Bu güçlerin ve temsil ettikleri kesimlerin hiç biri Türkiye Cumhuriyeti’nin politikaları ile çelişkili değillerdir. Ama itiraz ettikleri uygulamalar var. Bu örneklerden şu sonuca ulaşmak mümkün. Egemen sınıflar kendi iç çelişkilerini yaşıyorlar. Sonu görünür olan rejim ve iktidarın sonrası için hazırlık yapıyorlar. Rejim ve iktidar saflarında iç çelişki ve çıkarlardan kaynaklı çatırdamalar artıyor.

Yani, şunu söylemek yanlış olmaz. Varolan rejim ve iktidar yenilirse yerine gelecek olanın hazırlığı yapılıyor ve gelen gideni aratır demeyelim ama yağmurdan kaçarken doluya da tutulmayalım. Düzen muhalefetine bel bağlayanlardan özür dileyerek söylemek zorundayız. CHP, İyi Parti, veya TÜSİAD’ın etkin olacağı herhangi yeni bir iktidarın bu ülkenin, halkların, işçi sınıfı ve emekçilerin sorunlarına ne düzeyde çözüm üretmeleri mümkündür. Oluşacak yeni iktidar yine tekellerin iktidarı olacaktır. Yine ABD ve AB emperyalistleri ile NATO ile sıkı işbirliği içinde olacak bir rejimin göreve getirilmesi tasarlanmaktadır. Bunu “yumuşak geçiş” olarak adlandırabiliriz. Öncelikle bu tespitleri yapmak zorundayız.

***

MHP destekli AKP-Saray rejiminin tüm zayıflamalarına karşı direneceği de açık. İktidar sözcülerini ve medyasını biraz izleyen her fert bunu görebilir. Daha önce de belirttik. 7 Haziran 2015 seçimlerinde yaptıkları gibi, seçim sonuçlarını yok sayabilirler, terör ortamı yaratıp gündemi değiştirip tekrar kendilerini seçtirebilirler. Seçimleri manipüle edebilirler. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ve Belediye seçimlerinde bunu yaşadık. Devrimci güçler mevzii kazandığında tüm yöneticilerini tutsak edebilirler. Halkın meşru oylarını yok sayarak belediyelere kayyum atadıkları gibi yasadışı uygulamalar yapabilirler. Belediye başkanlarını tutsak ettikleri gibi benzer örnekler yaratabilirler. Tüm bunların ötesinde, ve bu yöntemlerden sonuç alamadıklarını görürlerse resmi ve sivil paramiliter güçleri sahaya salabilirler. Bu konuda ciddi hazırlıklar yaptıkları biliniyor.

Bütün bunlar yetmiyor. ABD ve Rusya arasında pinpon topu gibi gidip gelen bir dış politika gerçeği ile karşı karşıyayız. Artık heyetler ile değil baş başa görüşmeler gerçekleştiriliyor. Biden’den sonra Putin ile de aynısının tekrarı oldu. Bunun iki nedeni var. Birincisi; çevresindeki kurmaylara güven sorunu. İkincisi; kimsenin bilmemesi gereken gizli pazarlıklar dönüyor.

Yetmiyor. İçerde sorunlara çözüm üretemedikçe iki yönteme baş vuruyor. Bir yandan içerde yasak, baskı, sansür ve tutuklamaları yaygınlaştırıyor, Kürt illerinde olağan üstü saldırılar geliştiriliyor. Diğer yandan, dışarıya yöneliniyor, savaş tamtamları çalınıyor. Aylardır Kuzey Irak toprakları bombalanıyor, kara harekatı yürütülüyor. Suriye’nin Türkiye’ye sınır il ve ilçeleri işgal ediliyor, Suriye topraklarında askeri üstler kuruluyor, savaşılıyor. Bu girişimlerin de iki niteliği var. Bir yandan bağımsız devletler olan Suriye ve Irak toprakları ilhak edilerek, o topraklarda savaşılarak uluslararası hukuk çiğneniyor. Diğer yandan, savaşılan tüm bu sahalar Kürt bölgeleridir. Yani Kürtlere yönelik bir savaş yürütülüyor. Ne kadar başarılı olunduğu ve ilhak edilen toprakların sürekliliğinin olup olmayacağını zaman gösterecektir. Ama belirtmeliyiz ki, bunlar normal davranışlar değildir.

Burada bir parantez açmamız gerekiyor. Savaş tezkeresi meclise gelecek ve düzen muhalefeti olumlu oy verecek. Durum onu gösteriyor. Yani savaş, işgal ve ilhaka evet denecek. Bu nasıl bir iş? Bir yandan iktidara ve Erdoğan’a en ağır suçlamaları yapacaksın, ondan sonra da bu savaş politikasına olumlu oy vereceksin. Ve de bunu yürütülen savaşın maliyetinin Türkiye’de yaşanan ekonomik krizin önemli bir nedeni olduğu biline biline. Bu durumda ekonomik sorunları malzeme yaparak iktidarı eleştirmenin ne anlamı oluyor? Bunu bize birisi anlatırsa memnun olacağız.

Konunun bir yanı daha var. Bugün savaş tezkeresine evet diyecek olan düzen muhalefeti, diyelim ki yumuşak bir geçiş sonucunda mecliste çoğunluğu sağladı ve hükümet kurdu. Bu durumda bir çıkmaz ile karşı karşıya kalacak. Savaşı durdursa, işgale son verse ve ordular ile paralı askerleri geri çekse ve çeteler ile ilişkisini kesse o zaman muhalefete düşmüş olacak olan MHP-AKP koalisyonu onları vatan hainliği ile, kazanımları heba etmekle suçlayacak. Evet dediğiniz savaşı durdurdunuz diyecek. Bu MHP-AKP koalisyonunu yeniden güçlendirecektir. Kısacası düzen muhalefeti ve geleceğin olası hükümet güçleri bindikleri dalı kesmiş olacaklardır. Parantezi kapatabiliriz.

***

Şimdi soru şu. Bu gerçekleri bildiğimiz halde edilgen mi kalacağız, “yesinler birbirlerini” mi diyeceğiz, yoksa politik gelişmelere müdahil mi olacağız? Bizce ikincisi. Bu gerçekleri bilerek bağımsız siyasi çizgimiz doğrultusunda işçi sınıfın ve Türkiye halklarının istemleri doğrultusunda politikalar geliştireceğiz. Bu nasıl bir politik hattı gerektiriyor. Birincisi; ülkede Kürt illeri hariç devrimci bir durum oluşmamış olmasına göre ve yönetenler hala bin bir çeşit yöntemle yönetmeye henüz devam edebildikleri durumda sahanın tümünde sözümüzü söyleyerek gerekeni yapacağız. Bu saha ifadesini HDP nezdinde bir araya gelen güçlerin parlamenter ve parlamento dışı muhalefetinde buluyor. Siyasetin bu alanı yöneten düzen güçleri arasında iç çelişkileri keskinleştirecek politikalar ve pratiklerini gerçekleştirmeyi içeriyor. Düzen muhalefeti de bunun bir parçası olmak kaydıyla, yine tüm tutarsızlıkları ve sınıfsal durumları biline biline karşımıza alınmayacak, çelişkilerini derinleştirecek bir politik hat izlenecek. Öncelikle iktidarda olan statüko ile mücadele edilecek ve ilk olarak bu sorun çözülecek. Bu politikaya güç veriyorsa düzen muhalefeti taktiksel olarak karşıya alınmayacak. Ama gerçekler açıklanacak, hiç bir şey gizlenmeyecek. İkincisi; Konunun sadece R.Tayyip Erdoğan sorunu olmadığı, Erdoğan’ın sadece tekelci sermayenin vitrine koyduğu bir memur olduğu bilindiği için sınıfsal devrimci mücadele hattı geliştirilecek. Rejim ve kapitalist düzenin temellerini stratejik olarak hedefleyen bir politik hat izlenecektir. Birincisi ile ikincisi çelişkili değildir. Birbirini destekler. İşçi sınıfını ve Kürt halkının birleşik bağımsız siyasi hattı ve mücadelesi belirleyicidir. Stratejiktir. Diğeri taktikseldir, bir anlamda düzen sınırları içinde politikaya müdahaleyi içerir ve süreç kendi içinde hızlı değişimlere uğrayabilir, uğrayacaktır.

***

Sadece Erdoğan’ın yenilmesi ve gitmesi tek başına sorunu çözmez. Savaşın bitmesi lazım. İçerde ve dışarda. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Misak-ı Milli politikası ortadan kalkması, Kürt ulusal sorununun ve ülkedeki diğer ulusal, dinsel sorunlar değişmesi lazım. Tüm bunların olabilmesi için son tahlilde kapitalist sömürü düzenine son verilmesi gerekmektedir. Üretim araçları üzerindeki mülkiyet sorunu çözülmeden kalıcı ve sürekli bir çözüme ulaşmak mümkün değildir. Çünkü diğer sorunların tümü kapitalist düzenin ayakta tutulabilmesi, sermaye egemenliğinin korunması için uygulanan yöntemlerdir. Neki, bu amaca ulaşmak için bugünden yapılması gereken çalışmaların içinde varolan politik sürece her alanda, parlamenter alan dahil müdahale edecek politik hat gereklidir. Bu alanı da HDP doldurmaktadır. Şimdi HDP’nin tüm baskılara karşı rolünü daha da artırmak, parlamenter ve parlamento dışı demokratik alanda gücünü ve etkisini artırmak görevi ile karşı karşıyayız. O derece artırmalıyız ki, gerekirse HDP değişim sonrası oluşacak görece burjuva demokratik ortamda ülkede pay ve söz sahibi olabilecek duruma yükselebilsin. Böyle bir sürecin kalıcı olamayacağı, gerici güçlerin tekrar geriye döndürmek, ilerici, devrimci güçlerin de daha ileriye taşımak için mücadelelerini güçlendirecekleri bir dönem olacaktır. İşte bu süreç boyunca işçi sınıfının politik anlamda etkisinin ne derece artacağı nereye yöneleceği açısından belirleyici etken olacaktır. Ve işçi sınıfının politik güçleri bu sürece hazır olmalıdırlar.

Burada tek bir örgütten söz ertmemek gerekir. Sınıf mücadelesi iddiasında olan tüm devrimci, sosyalist örgütlenmelerin, en başta da işçi sınıfının politik örgütü TKP’nin bu sürece etkide bulunması ve Devrim Cephesini güçlendirmesi gerekir. Bugün güncel olan Demokratik Cephe’nin genişletilip güçlendirilmesi iken, aynı zamanda paralel olarak Devrim Cephesi’nin de şekillenip, gelişip güçlenmesi gerekir. Bu noktada Kürt özgürlük hareketinin durumunu da doğru değerlendirmek gerekmektedir. Kürt özgürlük hareketi salt bir ulusal hareket olma niteliğini çoktan aşmış durumdadır. Kürt özgürlük hareketi devrimci ve sosyalist bir mücadelenin belirleyici öncü etmenlerinden birisidir. Türkiye’nin devrimci sürecinin gelişimi Türkiye işçi sınıfının devrimci hareketi ile Kürt özgürlük hareketinin bileşimi üzerinden şekillenmektedir. Bu mücadelenin her alanında böyledir. Dolayısıyla Türkiye işçi sınıfının politik örgütü ile Kürt özgürlük hareketinin siyasal örgütünün birleşik öncü rolü gerek Demokratik Cephe, gerekse de Devrim Cephesi’nin gelişim ve yönetiminde belirleyicidir.

***

Türkiye’nin demokratik ve devrimci bir süreci sınıf hareketi ile halk hareketinin birlikteliği ile gelişiyor. Sınıf hareketi ile halk hareketinin gelişmesi arasında karşılıklı diyalektik bir ilişki söz konusudur. Sınıf hareketi sınıf temelli ve tüm milliyetlerden işçi ve emekçileri kapsayan niteliğe sahiptir. Halk hareketi de hem Türk ve Kürt ile Anadolu ve Rumeli topraklarında yaşayan tüm milliyetlerden, din ve mezheplerden halkların halk hareketidir. Halk hareketi sömürücü sınıf ve mensupları dışında toplumun tüm katmanlarını kapsar.

MHP destekli AKP-Saray rejimi her yolu deneyerek öncelikle gitmemeye çalışacak. Gittiğinde de tekrar daha güçlü geri dönmek için her tür yöntemi kullanacak. Yazımızın başında belirttiğimiz gibi, düzen içi muhalefetin niteliği ve politik yaklaşımları da bu iki olası gelişme konusunda rejimin değirmenine su akıtmaktadır. Bu nedenle, hem gidişlerini hızlandırmak, hem de daha güçlü geri dönme heveslerini kesin engellemek için Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gizli gündemlerinin ve Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren uygulanan doktrininin son bulması gerekmektedir. Bu da ancak sosyalizme devrimci yoldan yönelen anti-emperyalist demokratik halk iktidarı ile mümkündür.