Geleceğimiz Kendi Ellerimizdedir !
Bugün Türkiye’de durum nasıldır diye düşündüğümüzde ilk aklımıza gelen konular ve o konular hakkındaki değerlendirmelerimizi kısa kısa sıralayalım. Sorunları sıralamak beraberinde çözüm getirmediği için, çözüm konusunda görüş ve önerilerimizi de sorumluluğumuz gereği ortaya koyalım ve tartışmaya açalım.
TBMM Çalışmıyor !
1 Kasım 2015 seçim darbesi sonrası oluşan yeni Meclis bileşimi çalışmıyor. Bu olgu yeni mi ? Hayır. Bu Meclis 7 Haziran seçim kampanyası startının verildiği Nisan 2015’den beri çalışmamaktadır. Arada sırada toplandıklarına bakmayın. AKP istediği gibi oyluyor, seçmen Meclis’te ne konuşulduğundan bihaber, HDP birtakım girişimlerde bulunduğu ve soru önergeleri verdiği halde, vekillerin konuşmaları dahil kesif sansür perdesinden dolayı kamuoyunca bilinmiyor.
Ülkeyi Paralel Kabine ile Cumhurbaşkanı yönetiyor, Başbakan ve Resmi Kabine ise figüran rolünü sürdürüyor.
AKP, CHP, MHP ne yapıyor ?
Gündemi saptırmak ve kamuoyunun gerçekleri görmesini engellemek için içi boş, düzeysiz, ahlaksız atışmalar ile halkı oyalıyorlar. “Kim kimin önüne yatmış”, “hırsız nerede”, “şerefsiz”, “vatan haini”, “taş taş üstünede, baş baş üstünde bırakmayalım”, “paralel çete her şeyin suçlusu”, “Obama yalan söylüyor”, “Kürtleri inlerinde öldüreceğiz” v.b. kavramlar ile kötü bir tiyatro oyunu sergiliyorlar.
Bir de “söz konusu vatan ise gerisi tefferuat” tarzı kendi gerçekleri ile uyuşmayan “büyük” laflar ediyorlar. “Vatan bizim arpalığımız, soyabildiğimiz kadar soyalım, bizden iyisi yok” deseler daha inandırıcı olacaklar.
CHP tabanı ve seçmeni ezici çoğunluğu ile demokrattır, emekçidir, yoksuldur. CHP yönetimine en azından gerçekten “halkçı” ve “emekten yana” bir yol çizmesi konusunda “halkların kardeşliği” ve “barış” konusunda politika geliştirmesi konusunda baskı yapmalıdır. AKP, MHP, TSK ve CB’nin minderinde güreşmek yerine, kendi belirlediği alanda politik mücadeleyi güçlendirmeli, ülkedeki barış ve demokrasi güçleri ile gücünü birleştirmelidir. Gezi, Soma, Ermenek, 17-25 Aralık, 1 Mayıs, Kürt halkına karşı savaşın durdurulması gibi konular ortaya koyduğu tavrı bugün daha güçlü ve fiilen ortaya koymalıdır. AKP ve CB ile söz yarıştırma alışkanlığını terk etmeli, onlara karşı HDP ile birlikte muhalefeti örmeye yönelmelidir.
ABD Gezisi?
Kamuoyu günlerce CB’nın ABD gezisi ile oyalandı. “Değdi mi, değmedi mi ?” misali bir habercilik ve yorumculuk içeriği ile önce Obama’nın Erdoğan ile görüşüp görüşmeyeceği, ardından Obama’nın ne kadar küstah olduğu, Maryland Camii açılışı, Rıza Sarraf meselesi işlendi durdu. Bu arada CB’nin korumaları tüm dünyaya Türk usulü yakın koruma yöntemleri dersleri verdi, Türk basını da bunu tanıttı. Arka planda olup bitenler, Rıza Sarraf ABD’de tutuklanınca Ankara’da yaşanan panik, MİT Müsteşarının ardından da Dış İşleri Bakanı’nın apar topar Washington’a yollanması söz konusu dahi edilmedi. Bir yandan Sarraf ile ilgili önlem almak için yapılan girişimler, diğer yandan Erdoğan’ın Obama ile fotoğraf verebilmesi için tezgahlanan şantajlar, Broocklyn Enstütüsüne davet edilmek için çevirilen filimler v.s. perde arkasında kaldı. Ve en önemlisi, ABD’ye Suriye, Kürt halkı, Fethullah, Başkanlık sistemi konusunda yapılan telkinler, ısrarla yapılmaya çalışılan baskılar konusunda kamuoyumuz yakından, uzaktan bilgilendirilmedi.
Sanki Türkiye’de oynayan filimin senaryosunu ABD’li senaristler yazmıyormuş gibi kamuoyu enayi yerine kondu. Neden ? Çünkü Ankara’da yüksek tepelerde oturan kimileri kendilerine biçilen rolleri beğenmiyor, süresini kestiremiyor ve doğaçlama oynayamıyor. Bir de rakipleri mevcut. TSK, Gladio, işbirlikçi sermaye güçleri gibi Türkiye’de sistemi belirleyen güçlerin, bazı figüranların rollerine ne zaman son vereceklerini kestirmiyorlar. Kendilerini garanti altına almaya ve rollerinin uzamasını ABD’den istiyorlar. ABD de her zamanki gibi “tavşana kaç, tazıya tut” misali, zavallıları oyalıyor ve bildiğini uyguluyor. Bütün rahatsızlık bu.
Suriye ve Rojava?
Türkiye ve ABD yöneticilerinin her halde uzlaştıkları tek konu bu oldu. Gerçi bu tarz bir uzlaşma Türkiye’nin yöneticileri için yetersiz. Sınırları zorlamak için çok uğraştılar, fakat sonuç alamadılar.
Sonuçta ABD, TR’ye sen Suriye’de, Rojava’da, Şengal’de, PYD, YPG ve YPŞ ile ilişkilerimize tahammül et, biz de senin Türkiye Kürdistanın’da Kürt Ulusuna yönelik vahşi imha girişimi konusunu görmemezlikten gelelim. Kuşkusuz bu sonuç Ankara’daki egemenler için yetersiz. Onlar Türkiye’nin Suriye sınırında Kürtlerin de yönetiminde oldukları bir komşu istemiyorlar. Uçuşa yasak bölge, mülteciler için uydu kent v.s. önerileri ile kendi amaçlarına ulaşmaya çalışıyorlar, fakat bu görüşlerini kabul ettiremiyorlar. ABD ve İsrail, bölgede TR’nin müdahalesine ve söz hakkı istemesine yeşil ışık yakmıyor. “Sen kendi çöplüğünde otlan, boyundan büyük işlere kalkışma” demeye getiriyorlar. Ankaradakiler de “sen benim kim olduğumu biliyor musun ?” misali kabadayılık yapıyorlar. Obama’ya da PYD konusunda haddini bildirmiş ya…
Böylece zaten çökmüş olan, “2 hafta sonra Şam’da Emevi Camisinde cuma namazı kılma” planına bir de Rojava “sorununu” çözememiş olmak eklenmiş oluyor. Kısaca kendileri açısından karizmayı çizdirmiş duruma düşüyorlar. Bu da “Başkanlık”, “Güç”, “Kudret”, “En büyük Türkiye”, “Türkiye Türklerindir”, “Dünya Lideri” hamaseti ile uyuşmuyor.
Türkiye ciddi ciddi, İran, Irak ve Suriye’de Kürtlerle sınır komşusu olmuş oldu. Bu da Kürt düşmanlarına “biraz” dokunuyor.
Başkanlık Meselesi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan her ne pahasına olursa olsun Başkanlık sistemini anayasal olarak ülkeye getirmek istiyor. Büyük bir olasılık ile Referandum yolu ile sonuç almaya çalışacak. Bu da son şansı. AKP sıralarında dahil burjuva kesimlerden de bu Başkanlık meselesine karşı çıkışlar olduğu biliniyor. Burada onların karşı çıkışları, söz konusu olanın Erdoğan olmasından kaynaklanıyor. Değilse burjuva diktatörlüğünün kurumsallaşması hepsinin işine gelir.
Erdoğan bu olasılığı güçlendirmek, şansını artırmak için TSK ile, bürokrasi ile ve tekelci sermaye ile uzlaşmalar yarattı. Onlar da kendisine uzatmaları oynaması konusunda, kendi dayatmalarını uygulaması koşuluyla olanak tanıyorlar. Karşılıklı sürdürülen bu oyunda Erdoğan, bu dayatmalara boyun eğer gibi görünüp kendi konumunu güçlendirmeye çalışıyor. Diğerleri de onun seçmen gücü karşısında bir alternatif üretene ve yerine geçirecekleri güçlü bir lider belirleyene kadar durumu idare ediyorlar. Aralarında riskli, heyecanlı, gergin bir geçici işbirliği var. Ancak iki taraf da sonunda kendilerinin baskın geleceğini düşünüyor. Bakalım bu kriminal senaryonun sonucu ne olacak.
Fethullah Çetesi?
Bizce Fethullah Çetesi, onlara göre Paralel Yapı, hatta Paralel Terör Yapılanması… Bütün planları, stratejileri beraber kurgula ve uygula, sonra üstünlük sağlama yarışında karşılıklı tasfiye girişimlerinde bulun ve biri birini terörist ilan et. Burjuva kültüründen ve siyaset yapma anlayışından dahi yoksun bir tarzda yürütülen kendileri arasındaki kapışma iki tarafın da bütün soysuzluklarını kamuoyu nezdinde deşifre etmiş, açığa çıkarmıştır. Uyguladıkları yöntemler, taktikler, planlar, yaptıkları kendi yasalarına aykırı icraatlar, yolsuzluklar, hırsızlıklar, peşkeş çekmeler, toplumsal kaynakları ve değerleri talan etmeler, biri birlerini suçlarken gün yüzüne çıkmıştır. Fakat, kullandıkları araçlar olan, inanç ve kimlik ögelerini o denli doğalmış gibi değerlendiriyorlar ki, normalde iki tarafı da bir kaşık suda boğması gereken destekçileri, uyuşturulmuş bir halde taraf oluyorlar. İnanç ve vatanı koruma iç güdüsü ile aktif destek veriyorlar.
Aslında olayın özü şu; AKP çevresi ve Erdoğan çevresinde kümelenen rantçı kesim bu ülkenin yönetimini Fethullahçılar ile paylaşmamak istedi. İlk yıllarda gebe olduğu Fethullahçı kadroların yerine kendi kadrolarını yetiştirerek kurumsallaşmaya ve Fethullahçıları bir taraftan dışarıya itmeye, diğer taraftan da yeni hamlelerinin önünü kesmeye çalıştı. Bu arada AKP kurucu ekibi olan kurmaylarını da etrafından uzaklaştırdı, çünkü onlar Fethullah ile başlayan bir işi birlikte sürdürmek gerektiği görüşündeydiler. Fethullah’ın daha sonra reaksiyon olarak başlattığı Erdoğan ve yakın rantiye çevresine saldırması ve tapeler dahil potansiyel suçları deşifre etmesi bu kurmayların da tepkisini aldı, ancak süreç içinde Erdoğan’ın gerçeğini gördükçe tarafsızlaştılar ve iki tarafa da tavır aldılar.
Erdoğan, bu saldırıdan kendisini ve yakın çevresini kurtarmak için TSK, bürokratik aparat ve tekelci sermayenin ekarte etmeye çalıştığı kesimlerinin önünde günah çıkardı, boyun eğdi ve “bizi de aldattılar” edebiyatı yaptı. O kesimlerin de işine geldiği için, onlar da kendi koşullarını dayatarak Erdoğan’ın konumunu korumasına müsaade ettiler. Müsaade ettiler derken, Erdoğan’ın kendi çevresine sağladığı AKP nezdinde cisimleşen seçmen desteğine kısa zamanda yerine koyacak bir alternatif bulamadıkları için anlaştılar. Böylece ortaya zorunlu ittifak çıktı.
Bizce Fethullah ile birliktelikleri sürseydi de bugünden daha olumlu bir süreç gelişmeyecekti. Özellikle Kürt ulusal sorunu ve sınıf hareketine yaklaşım konusunda Fethullah çetesinin yaklaşımları herkes tarafından bilinmektedir ve şu andakinden farklı değildir.
Sınıfa ve Kürt Halkına Yönelik Saldırılar?
Gerek sınıfa yönelik kazanılmış tüm demokratik ve sosyal hakların kalan kırıntılarını da yok etmek, ve gerekse de Kürt halkına yönelik vahşice imha hareketine girişmek bu ittifakın en önemli iki anlaşma maddesi oldu. Bugün ordu birlikleri, tankları, helikopterleri ve roketleri ile Kürt yerleşim bölgelerini imha ediyorsa, yüzbinlerce Kürt zorunlu göçe tabi tutuluyorsa, en ufak tepkiyi gösteren sivil halk anında yok ediliyorsa bunun gerçekleştirilmesinde TSK - AKP / CB işbirliğinin belirleyici rolü vardır.
Yasalar, aynen 12 Eylül dönemindeki gibi işçi ve emekçiler aleyhine çıkarılıyor ve bu işçi-emekçi düşmanı yasalara karşı en ufak tepki işten çıkarmalar, sorgulamalar ve baskılarla karşılanıyor. Sendikalar çeşitli yöntemlerle etki altına alınıyor ve edilgen duruma getiriliyor. Düşününüz ki DİSK gibi şanlı geçmişi olan bir işçi konfederasyonu 1 Mayıs’a iki hafta kala henüz Taksim 1 Mayıs Alanı için izin baş vurusunda bulunmamıştır ve de Türkiye çapında 1 Mayıs kutlamaları konusunda bir plan-program çıkarıp, tüm barış, demokrasi ve sosyalizm güçlerine çağrı yapmamıştır.
Bunun karşısında burjuvazi ve iktidarı Hak-İş ve Türk-İş vasıtasıyla sınıf içinde yığınsal bir şekilde örgütlenmesini geliştirmektedir. Fethullah çetesi diğer kanat tarafından geriletilmeseydi, 2014 Aralık öncesi “bir senede bir milyon üye” belgisi ile kurdukları Pak-İş Konfederasyonu ile sendikal örgütlenmelerini güçlendirecekti. Tabiri caiz ise “yağmurdan kaçarken doluya tutulacaktık”.
Bugün Kürdistan’da savaş suçu kapsamına giren bir askeri operasyon yürütülüyor. Yerleşim bölgeleri, siviller yok ediliyor, faşistlerin söylediği gibi “taş üzerinde taş, baş üzerinde baş” bırakılmıyor. Bu savaş paralı askerler ile lejyonerler ile yürütülüyor. Onun için ya özel harekatçı polisler ya da uzman askerler ölüme sürülüyor. Bir gün gelecek, vaatleri karşılık bulmayınca ve kayıpları bu denli artıkça onlar da isyan edecekler. İstedikleri kadar sarkık bıyıklı, faşist kimlikli unsurları seçmiş olsunlar. “Kahramanlık bir yere kadar” diyecekler.
Bunun karşısında Kürt halkı ulusal demokratik haklarını elde etmek ve adil, barışçı bir çözüm için direnişini daha da yükseltecek. İşçi sınıfı ve yoksul emekçiler inanç ve milliyet tacirlerinin gerçek yüzünü görecek, demokratik, toplumsal hakları içi, en başta Kürt halkı olmak üzere kardeş halklara karşı yürütülen sömürgeci politikalara karşı çıkacak.
Nasıl Kazanacağız?
İşte, asıl zor olan soruya geldik…
En son söylenecek sözü baştan söyleyelim. Bugün Türkiye’ye yeni ve devrimci bir ruh gerekiyor.
Burjuvazinin işgücü sömürüsüne, çok küçük bir azınlığın ezici çoğunluk üzerinde tahakküm kurmasına, halklar arası düşmanlığa, dinsel gericiliğe, ırkçılığa, milliyetçiliğe, inanç sömürüsüne, yabancı güçlerin, emperyalistlerin ülkemizin kaderini belirlemesine karşı olan, kısacası kapitalizme karşı olan tek tek kişiler ve örgütlü güçler; barış, demokrasi, toplumsal ilerleme, insan hakları, adalet, eşit haklar, ulusal bağımsızlıktan yana olan, tüm bireyler ve kuruluşları ile öncelikle güncel uygulamalara ve yaklaşan daha tehlikeli gelişmelere karşı Tek Yürek, Tek Ses, Tek Güç ve Tek Hedefe (Bizim Tek’lerimiz de bunlar olsun) yönelik mücadele temelinde güçlerini birleştirmelidirler.
Gericileşmeye, çok yaklaşan faşist diktatörlük tehlikesine, içeride ve dışarıda savaş politikalarına karşı, Barış, Demokrasi ve Toplumsal İlerleme için, en geniş halk güçlerinin ve en yığınsal direniş
yöntemlerinin yolunu açmalıdırlar. Gezi Haziran Direnişi, Kobane Direnişi ve Otomotiv Metal Fırtınası gibi biri birinden çok farklı olan bileşimler, toplumsal yaşamın her alanında, en küçük üretim ve yerleşim biriminden, parlamentoya kadar, Edirne’den Van’a kadar bütün coğrafyayı kapsamalıdır.
Liberal demokratından, sosyal demokratına, anti-kapitalist müslümanından, alevi demokratına, demokrat kemalistinden, kürt ulusal demokratına, devrimcisinden, ilericisine, sosyalistinden, komünistine kadar tüm toplumsal ve siyasal güçler bu sınavı birlikte vermelidir.
7 Haziran öncesi HDP etrafında oluşan devrimci-demokratik mutabakat, daha geniş güçleri kapsayarak yeniden gerçekleştirilmelidir. Bağımsız demokratların da, HDP’nin de, BHH’nin de, CHP’nin de, HC, HE ve sendikal, demokratik, mesleki örgütlenmelerin, çevre ve yöre örgütlenmelerinin de katılacağı yeni bir bileşim oluşmalıdır. Buna her kesim kendi özgünlüğünü ve birlikteliklerini koruyarak katılabilmeli, kimse bir yere “yamanmadan” eşit haklı, mücadeleci bir platform oluşmalıdır. Bu yapı sadece masa başı mutabakatlar ile değil tabanda oluşacak yığınsal ve halkın katılımının sağlanacağı tek tip olmayan, meclis, girişim, konsey, komite v.s. biçimlerinde cisimleşebilir ve maddi bir güce dönüşebilir.
Savaşa ve Teröre karşı Barış ve Can Güvenliği için; Yeni Sömürü Yasalarına ve Sosyal Kısıtlamalara karşı Ekonomik, Demokratik ve Sosyal Hakların genişletilmesi için; Sömürgeci ve Tekçi anlayışa karşı, Türkiye’nin Halklar Mozaiği için; Gericiliğe karşı, Toplumsal İlerleme için, Gerici ve Başarısız Eğitim Sistemine karşı, Bilimsel, Demokratik ve Anadilde Eğitim için; Ve daha da geliştirilebilecek, asgari müştereklerde, azami gücü yaratmak için ciddi ve kararlı adımlar atılmalıdır.
Öncelikle AKP iktidarına ve Saray Diktatörlüğünü engellemek için yürütülen bir mücadele sürecinde gerekli olan alternatif muhalif merkez bu yöntemle şekillenebilecek ve gelişebilecektir. Bu bir hayal değildir, ancak gerçekleştirmek de kendi ellerimizdedir.