AKP’nin İktidarsızlığı
7 Haziran seçimlerinde beklemediği oranda oy kaybeden AKP, ilk günlerin şokunu atlatmış gibi. Bunu nereden anlıyoruz? Seçim gecesi 360 ve Kanal 24 TV’lerinde seçim programları erken kesildi, YSK tabelaları yayınlanması dışında yorum dahi yapılmadı, AKP’nin hatta Erdoğan’ın “politik komiseri” rolündeki ekran yüzleri ise hiç sahne almadı. Mehmet Barlas’lar, Cengiz Özdemir’ler, Yiğit Bulut’lar ve daha niceleri neredeyse isimlerini unutturdular. Davutoğlu ise önce sanki hiç bir şey olmamış gibi naralar attı, tribünde taraftar coşturur gibi balkon gösterisi düzenledi. Ardından derin bir sessizlik hakim oldu. TV’lere tek tük çıkan AKP taraftarları, AKP’ye oy vermeyenleri suçlayıcı ifadelerde bulundular. Elinden oyuncağı alınmış çocuk edasındaki bu taraftarlar görülmeye değerdi. İfadelerindeki kin ve hırs izleyenleri hayrete düşürüyordu. AKP taraftarlarının bir de TV abonesi olan kaşarlanmışları var. Onlar bu yolu izlemediler. Kendilerine oy vermeyenleri suçlamak yerine, “sonucunu göreceksiniz korkalar” benzeri yargılamalar yaparak HDP’ye yüklendiler. Anlaşılan Kürt illerinde sıfırlanma derecesinde oy kayıpları onları o denli etkilemiş olacak ki, HDP’nin bütün oyları baskı ve tehditle aldığı savını ortaya attılar. Bir de mağdur edebiyatı yapanlar oldu. İşte herkes AKP karşıtlığında birleşmiş, AKP onlarca parti karşısında kendi görüşlerini savunmak zorunda kalmış. En sonunda da bombayı patlattılar; HDP’nin zaferi de “paralel örgütün” organizasyonuymuş.
Şimdi şoku atlattılar ve tekrar sahneye dönmeye çalışıyorlar. Farklı denemeler oldu. Erdoğan önce Baykal ile görüştü. Ardından kendi uslubuna göre görece “yumuşak” ve “sorumlu” bir iki beyanat verdi. Baktı kimse kendisini ciddiye almıyor. Daha çok Abdullah Gül’ün, danışmanı Ahmet Sever’e yazdırdığı kitap tartışılıyor. AKP içinden de aykırı sesler yükseliyor. Üç yıl engeline takılan eski kurmaylar fırtına öncesi sessizliğe bürünmüş, bekliyor. Sabah, Star, Akşam, Akit, Takvim gazeteleri, Kanal 24, 360, A Haber, Beyaz TV’leri dezenformasyon temelli haberciliğe geçmiş, gündemi saptırıyor. Fakat, sadece konuyu geçiştirmek veya içeriği saptırmak yeterli işlevi görmüyor. Bir de kendileri açısından “hamle” yapacak politik içeriğe ihtiyaçları var.
Erdoğan ve AKP gerekli “hamle” için iki temel konuyu hemen çekmeceden çıkardı. Birinci konu; belirsizliğin getirdiği ekonomik göstergelerin ve para politikalarının kötüleşmesinin, son 13 yıldır “başarı” ile yürütülen projelerin aksaması konusunda yarattığı endişe. Yok efendim, yatırımlar dururmuş, dış yatırımcılar elini çekermiş, bunun sonucunda ekonomik kriz ülkeyi sararmış v.s. İkincisi ise; sözde çözüm süreci aşamasında olan Kürt ulusal sorununun çözümünde savaş seçeneğini geliştirme. Kürt illerinde sıfırlanmanın intikamını Suriye politikasını bahane ederek Rojava Kürdistan’ına karşı geliştirilecek bir imha ve işgal politikası ile almak. Bu iki alanda “milli birlik ve beraberlik” temelinde ülkede kendilerinin ihtiyacı olan “istikrar” ortamını yaratmayı hedefliyorlar.
Erdoğan, AKP’siz koalisyon olmamalı, koalisyon olmayacaksa da erken seçim ile AKP tekrar güçlenerek tek başına hükümet kuracak duruma gelmelidir düşüncesinde. Asıl amaçları MHP’den veya Baykal vasıtasıyla CHP’den de 18 Milletvekili devşirerek AKP’nin tek başına hükümet olmasını sağlamaktır. Bu alternatifi, tüm koalisyon görüşmelerine rağmen sürekli zorladıkları bilinmektedir. Ancak önce Meclis Başkanlığı seçimini tamamlamak, ondan sonra bu alanda çalışmalarını yoğunlaştırmayı hedefliyorlar.
MHP’nin ve CHP içinden kimi güçlerin AKP’yi desteklemesi mümkünmüdür sorusunu soranlara, burjuva devletin bütünlüğünü hatırlatmakta yarar olduğunu düşünüyoruz. Deniz Baykal’ın, Devlet Bahçeli’nin, Hikmet Çetin’in ve hatta Kemal Derviş’in sahneye çıkmaları tesadüf olmasa gerek. MHP ve CHP için son zamanlarda, 17-25 Aralık soruşturmaları, Oğul Erdoğan ile Baba Erdoğan’ın telefon görüşmeleri, 4 bakanın Yüce Divan’a sevki, IŞİD’e silah ve mühimmat sevk eden MİT TIR’ları, Cumhurbaşkanlığı Sarayı gibi konular bir anda “kırmızı çizgi” olmaktan çıktı. Ülkenin “birlik ve bütünlüğü” söylemleri ön plana çıkmaya başladı.
Daha önce defalarca vurguladığımız gibi Kürt Ulusal Sorunu’nun çözümü konusunda “devlet aklı” dedikleri politika tektir ve ülkenin en önemli sorunlarından biri olan bu konuyu adil, demokratik ve barışçıl yolla çözmeye karşıdır. Aynı şekilde işçi sınıfının ve ezilen, sömürülen geniş emekçi yığınların, halkların sömürüye karşı istemleri konusunda da “devlet aklı” tektir ve sınıfa karşıdır. Çünkü devlet, sermaye sınıfının, burjuvazinin devletidir. Seçim sonrası, koalisyon kulisleri adı altında ileri sürülen tüm fikirler bu iki ana konu ekseninde yürütülmektedir. Burjuvazi ekonomik kalkınma ve istikrardan bahsediyorsa bu işçi sınıfının ve tüm emekçi halkların haklarının kısıtlanması demektir. Barış’tan söz ediyorsa, “tek millet, tek dil, tek din” temelinde Türk-İslam Sentezi bir devlet yapısından söz ediyor demektir.
HDP, 7 Haziran seçimlerinde gerçekten çok ciddi bir başarı kaydetmiştir. Kürt illeri dışında, metropollerde, özellikle İstanbul ve İzmir’de ama aynı zamanda Ankara, Bursa, Kocaeli, Tekirdağ gibi illerde elde edilen kazanımlar çok değerlidir. HDP bunun daha da üstünde oy alabilmeyi başarabilmiş olsaydı kuşkusuz ki seçim sonrası tablo farklı olurdu. Farklı koalisyon seçenekleri ortaya çıkardı. Olmadı, bu sefer gücümüz ancak buna yetti. Bir dahaki seçimler için hedef şimdiden belli. Önemli olan HDP’nin bundan sonraki süreçte parlamento içinde ve dışında yürüteceği muhalefet ve politik stratejidir. HDP’nin hata yapma lüksü yoktur.
AKP şimdi, her hal ve şartta hükümet ortağı olmak veya Meclis Başkanı seçimlerinden sonra başarırsa dışarıdan destek veya transferlerle tek başına hükümet olmak istiyor. Bunu başarırsa, bu seçimlerde yaşadığı oy kaybını yeni bir “hamle” ile telafi etmek ve eski gücüne ulaşmak istiyor. Bugün AKP ile kim koalisyon yaparsa, ister CHP isterse de MHP, bu o partilerin aleyhine olacaktır. Bir yandan seçim kampanyası dönemindeki söylemlerine ters davranacaklardır. AKP’den MHP’ye kayan oylar tekrar geri gidecektir, çünkü bu oylar AKP’ye karşı oylar olarak MHP’ye gitmiştir. CHP ise bir dahaki seçimlerde oylarının daha fazla bir bölümünü HDP’ye devredecektir.
AKP, MHP ile koalisyonu tercih etmektedir. “Tabanımız istiyor” diyerek alıştırma yapmaktadır. Birbirine en yakın taban olduklarını ifade ediyorlar. En yakın dedikleri ögeler, milliyetçilik ve dinsel gericilik anlamında muhafazakarlıktır. İşçi sınıfına ve Kürt halkına karşı sert ve baskıcı bir politika geliştirecekleridir. Türkİslam Sentezi eksenli politika toplumun tüm dokularına nüfuz ettirilmeye çalışılacaktır. Bu Kürt halkına karşı içerde ve dışarıda savaş anlamına gelmektedir. Barış ve Demokrasi istemlerinin ayaklar altına alınması, Barış ve Demokrasi Güçlerini düşman olarak karşısına alması demektir. Bu koşullarda sınıf hareketinin gelişmesi, barış ve demokrasi güçlerinin eylem ve güç birliğinin pekişmesinin koşulları artacaktır. Türkiye işçi sınıfı ile Kürt özgürlük ve demokrasi güçlerinin bağlaşıklığı pratikte güçlenecektir. Kısacası, AKP, Devlet ve Erdoğan ne yaparsa yapsın bindiği dalı kesecektir.
CHP’nin AKP ile bir koalisyon girişiminde bulunması da CHP’nin bindiği dalı kesmesi anlamına gelecektir. Evet, başta ABD olmak üzere emperyalist merkezler AKP-CHP koalisyonuna sıcak bakıyorlar ve bu seçeneği teşvik ediyorlar. Bu süreçte AKP’yi de Erdoğansızlaştırmak ve Abdullah Gül faktörünü geliştirmek istiyorlar. Ancak, kendimize şu soruyu soralım. Tüm teorik, ideolojik ve politik doğruları bir kenara bıraksak dahi, emperyalist merkezlerin Türkiye işçi sınıfı ve ezilen halkları için olumlu bir sonuç üretmeleri mümkün müdür? Böyle bir seçenek AKP’yi güçlendirmekten başka hiç bir işlev görmez. CHP için ise bir intihar girişimidir. Bugüne kadar sözde veya samimi olarak eleştirdiği suçlara ortak olması demektir.
AKP Rejimi, Suriye, Irak, Mısır ve Libya konusunda izlediği yanlış politikalar ile Türkiye’yi bölgede bir savaş faktörü ve güvensizlik odağı haline getirmiştir. AKP içinden dahi Erdoğan imzalı ve Davutoğlu kaşeli bu politikalara ciddi eleştiriler mevcuttur. AKP içinde 4 bakanın Yüce Divan’a sevk edilmemesi temelinde oluşan tepkiler bilinmektedir. Meclis Başkanlığı seçimleri konusunda AKP kurucularından, AKP Genel Başkan Yardımcılığı ve iki dönem Sanayi Bakanlığı yapmış Nihat Ergün’ün söylemleri ciddidir. Nihat Ergün; “Siyasi partilerin TBMM Başkanı adayı açıklamaları T.C. Anayasasına terstir” diyor. AKP’nin Erdoğan eliyle dayatılan bir dizi politika ve uygulamasına karşı çıkıyor. Abdullah Gül, Hüseyin Çelik, Bülent Arınç, Mehmet Ali Şahin gibi figürlerin de eleştirileri ve rahatsızlıkları kimi zaman basına yansıtılıyor. Erdoğan, bütün olanakları kullanarak AKP içinde kendisine yönelik bir tavrın oluşmasını engellemeye çalışıyor. Demirel’in cenaze namazına müteakip, TBMM’de Cemil Çiçek’in makamında Abdullah Gül ile alelacele görüşmesine anlam yüklenmelidir.
En başa dönelim. AKP’nin bu denli güç kaybettiği bir ortamda kendini restore etmek için kullanacağı tek silah, “milli birlik ve beraberlik” safsatasıdır. Bunu için de içerde HDP ve işçi sınıfının devrimci politik güçleri düşman, dışarıda Suriye (Esat) ve Rojava Kürdistanı (PKK ve PYD) düşman. Yani, içeride ve dışarıda “bölücüler” adres gösterilecek. Türkiye’yi içerde ve dışarıda maceralara sürüklemek onlar için güçler dengesini iyice karıştırıp yeni bir sentez oluşturmak ve bunu Türk-İslam temelinde başarabilmek açısından önem taşıyor. AKP kendi eliyle istikrarsızlık ve kaos yaratıyor, kriz ortamları üretiyor. Ancak unuttuğu çok önemli bir olgu var. AKP, 7 Haziran seçimlerinde oy kaybetti ise, seçmenin yani halkların ona olan güvensizliğinden ve uyguladığı bin bir senaryonun onu kurtaramadığındandır. Ne “Toplu Açılış” , “Fetih Şöleni” ve “Halkla Buluşma” adı altında Erdoğan’ın düzenlediği seçim mitingleri, ne Davutoğlu’nun ilkokul müsamerelerini anımsatan, öğrencileri azarlar ve and içtirir tarzı attırdığı sloganlar, ne de HDP’ye karşı seçim kampanyasının başından son gününe kadar uyguladığı terör eylemleri AKP’ye istediği sonucu getirmemiştir. Devletin maddi ve manevi olanaklarını orantısız olarak siyasi rakiplerine karşı bu düzeyde kullanıp bu sonucu almanın bir anlamı olmalı. Bu yenilgi o anlamda çifte yenilgidir. AKP hakikaten iktidarsızdır. Hem de bütün anlamları ile.