Güncel Gelişmeler Geleceğimizi Belirleyecektir

Güncel Gelişmeler Geleceğimizi Belirleyecektir

Ülkede son altı aydır tarihi sorgulayan ve geleceğe yönelik ciddi detaylar içeren toplumsal konular tartışılıyor. Konu kimilerine göre “terör” sorununun çözümü ise bizlere göre ise çok daha derinlerde yatmaktadır. Onların “terör” sorunu olarak adlandırdıkları bir sonuçtur. Biz sonucu yaratan sebeplere eğilmenin daha doğru olduğuna inanıyoruz.

Önümüzdeki günlerde 105.kuruluş yıldönümünü karşılayacağımız Türkiye Komünist Partisi bundan tam 105 yıl önce Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ateşleri içinde doğmuştur. Kimileri Ulusal Kurtuluş Savaşı gerçeğini doğru bulmayabilirler. Biz de sonuçları itibarıyla bu mücadelenin başarıya ulaştığını savunmuyoruz. Ancak başlangıcı itibarıyla bunun varlığının da yadsınmaması gerektiğini düşünüyoruz. 1921’den sonra rota değiştirmesi bu mücadelede yer alanlar açısından inkarı gerektirmiyor. Ama tabii kimilerinin “sol” adına savundukları gibi Mustafa Kemal öncülüğünde emperyalist güçlere karşı bir ulusal bağımsızlık mücadelesinin zafere ulaştığını, dolayısıyla Mustafa Kemal’in de “büyük bir devrimci” olarak nitelenmesi gerektiği gafletine düşmüyoruz. Biz başta komünistler olmak üzere, Çerkes Ethem, Yeşil Ordu ve Anadolu ile Rumeli’de silahlı birliklerin yürüttüğü bir mücadelenin yadsınamayacağını belirtiyoruz. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Ulusal Kurtuluş Savaşı’na bizzat katılma ve yeni Türkiye’nin inşasına katılma amaçlarından söz ediyoruz.

Sonuçta Mustafa Kemal öncülüğündeki ekip İngilizler ile anlaşarak Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın doğasının tam tersi bir sonuç yarattılar ve emperyalizme göbekten bağımlı, alkışlanması mümkün olmayan bir Cumhuriyet kurdular.

Biraz tekrar olacak ama yazının mantığını izlemek açısından değinmeden geçemeyeceğimiz birkaç konuyu hatırlamamız gerekiyor. Mustafa Kemal öncülüğündeki grup Erzurum ve Sivas Kongrelerini düzenleyerek sonucunda Kürtler ve Alevilerin desteğini almıştı. Burada Ulusal Kurtuluş Savaşında önemli roller üstlenen Çerkeslerden ve Lazlardan söz etmeyi de atlamamak lazım. Sonuçta tüm bu güçler birlikte bu mücadeleyi yürüttüler ve 23 Nisan 1920’de kurulan I.Meclis çatısı altında yer aldılar. Birlikte 1921 Anayasasını yaptılar. Bu Anayasa Meclis Başkanının aynı zamanda Hükümet ve Devleti temsil eden kişi olduğunu içeriyor, tüm kanun ve kararlar Meclis’te alınıyor, Lazistan Sancak, Kürdistan Muhtariyet olarak geçiyor, tüm siyasi akım, din ve mezheplerin temsili sağlanıyordu. Mustafa Suphi ve yoldaşları 28/29 Ocak 1921’de katledilmelerine rağmen I.Meclis’te komünist vekiller yer alıyordu. Sonra Londra Konferansı ile başlayan süreç ve Lozan Anlaşması sonucunda İngilizler ile anlaşarak nasıl olduysa 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti tekrar kurarak 1924 Anayasasını yaptılar ve 1921 Anayasasını niteliksel olarak değiştirdiler.

Türkiye Komünist Partisi’nin Birinci Programı Ulusal Kurtuluş Savaşı ve akabinde kurulması planlanan devletin nitelikleri ile ilgili değerli tespitler içermektedir. Sınıfsal anlamda demokratik bir halk cumhuriyeti önermekle geçiş süreci tarif etmekte ve siyasal yapının “amele rençber şuraları” hükümeti ve milliyetler sorununun eşit çözümü için federatif yapılanmayı ön görmektedir. Kısacası, TKP Birinci Programı bugün üzerinde tartıştığımız konularda çözümler içeren bir belgedir. Biz ise dönüp dolaşıp 105 yıl sonra Cumhuriyetin 102 yıllık tarihinde çözülmemiş olan bu sorunlar üzerine tartışıyor ve çalışıyoruz.

Özet olarak 105 yıl sonra bugün başladığımız yerdeyiz ve ülkede tartışılan 102 yıl kaybedildikten sonra toplumsal sorunların çözümünde ilerleme kaydedebilmek için neler yapılması gerektiğidir. Onun için biz 27 Şubat 2025’te Abdullah Öcalan tarafından kamuoyuna açıklanan Barış ve Demokratik Toplum Çağrısına büyük değer biçiyoruz. Kimi siyasal kesimler Abdullah Öcalan’ın çağrısının Kürt halkının sorunları ile sınırlı olduğunu öne sürerek, bunun sosyalistler ve komünistler açısından bir değer taşımadığını savunmaktadırlar. Evet, 102 yıllık süreç Kürt halkına karşı inkar ve imha süreci olarak da adlandırılabilir. Siyasal yaşamına son veren PKK de 12 Eylül 1980 faşist diktatörlüğünün tüm devrimci, sosyalist ve komünist örgütleri bir silindir gibi ezip geçtiği bir süreçte teslim olmayarak, mücadelesini farklı biçimlerde sürdürerek Kürt gerçeğini devlete ve kabul etmeyen toplum kesimlerine kabul ettirdi. Unutmayalım… Bu Cumhuriyet Kürt illerini “Mahrumiyet Bölgesi” ilan eden bir cumhuriyettir… Türkiye’de Kürt yoktur onlar dağlarda karda yürürken kart kurt sesleri çıkaran Türklerdir… 12 Eylül’den sonra tüm Kürt illerini sınır çizerek “Olağanüstü Hal Bölge Valiliği” ilan eden yine bu cumhuriyettir… Kürt siyasal hareketi bu inkardan bugüne gelmiş ve devlet ile müzakerelere başlamıştır. Bu siyasal anlamda çok önemli bir olgudur.

İkincisi; “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” sadece Kürt halkı ile sınırlı olmayan, ülkedeki tüm toplumsal yaşamı siyasal anlamda etkileyecek bir demokratikleşme programıdır. Çünkü Kürt ulusal sorununun çözümü Türkiye’nin demokratikleşmesi tezine dayanmaktadır.

Bu gelişmeye sağdan ve “sol”dan eleştiriler vardır. Sağdan eleştiriler Türkiye’nin çok milliyetli, çok kültürlü bir demokratik cumhuriyet olmasına direnen 1923 ruhu ile Türkiye Cumhuriyeti’nin 1924 Anayasasının temel niteliklerini korumaya çalışan, tekçi, inkarcı içeriktedir. Onlar Türk Milletinin egemenliğini savunmaktadırlar. “Sol”dan gelen eleştiriler özünde aynı savunu temelinde “1923’te kurulan Cumhuriyeti koruma” fikrine dayanmaktadır. Bu fikri açık söyleyen de vardır (Bkz. Kemal Okuyan), bunu gizlemek için lafı dolandıranlar da vardır ama özü aynıdır. Sonuçta sağdan ve “sol”dan getirilen eleştiriler aynı içerik ve sonucu işaret etmektedir. Keskin “sol”culardan gelen bir itiraz da “demokratik toplum olarak adlandırdığınız burjuva demokrasisidir, biz sosyalizm için mücadele ediyoruz. Siz Kürt kuyrukçusu ve düzeni değiştirmek istemeyen Marksist-Leninist olmayan unsurlarsınız” mealinde içeriktedir. Biz “sol”dan gelen bu eleştirileri ciddiye almıyoruz. Çünkü yaşanan toplumsal sorunların nedenleri hakkında bilgi sahibiyiz ve onların çözümünün kesintisiz bir süreç içinde çözülebileceğinin bilincindeyiz. Sınıf mücadelesinde olgunlaşan ve çözülebilecek duruma gelmiş sorunlar toplumsal ilerlemeyi beraberinde getirecek şekilde sırasıyla çözülerek ilerlenecektir. Bugün bir kazanım elde edilir, bu siyasal bir devrim niteliğinde olmayabilir ancak bir kazanım ve ilerlemedir, süreç ilerler ve kazanımları geliştirici bir nitelikte sonul amaca yönelik yeni aşamalar kaydeder. Bu arkadaşlar sanki ülkede devrimci durum olgunlaşmış da biz bunun karşısında ısrarla devrim yapmamaya direniyormuş biçiminde yaklaşıyorlar. Bu nedenle bunları ciddiye almamak gerekir.

Biz önümüze ve yolumuza bakmalıyız. Bu süreç tereyağından kıl çeker gibi ilerlemeyecek. Gerilemeler ve ilerlemeler barındıracak. Devlet içinde farklı güç odaklarının içlerinde yürüttükleri rekabet ve mücadele bu süreci etkileyecek. Bunu başından beri tahmin ediyorduk. AKP Saray rejiminin CHP’ye yönelik uyguladığı baskı, tutuklama ve kayyum politikası da bunun bir parçasıdır. Aynı şekilde Suriye ve Rojava ile ilgili süreçler de önem taşımaktadır. Rejim CHP’nin bölünmesini, güç kaybetmesini ve DEM Parti ile birlikte hareket etmesini engellemeye çalışıyor. Yolsuzluk iddiaları bu operasyonun magazin yanıdır. Aslolan “Kent Uzlaşısı” adı altında CHP ile DEM Parti arasında yerel seçimlerde sağlanan dayanışmanın rahatsızlığıdır. AKP Rejimi CHP’yi kurulan Meclis Komisyonundan ayrılmaya zorlamak istiyor. Bizler CHP’ye karşı yürütülen bu operasyonların karşısında ve CHP ile dayanışma içinde olmalıyız. CHP 103 yıllık parti tarihinde ilk defa devlet ile bu denli karşı karşıya geliyor. CHP tabanı ilk defa bu derecede devlet kuvvetleri ile karşı karşıya. Bu saldırı bir anlamda CHP için önemli bir sınav. Diğer yandan AKP, bu sürecin kendi iktidarına mal olacağını biliyor. Onun için de CHP’ye saldırıyor. Bu arada CHP’nin içi de karma karışık. Kendini devletin kurucu iradesi olarak görenlerin bakış açıları ile iktidarın bakış açısı kesişiyor. Bu da CHP’nin bütünsel olarak mücadelesinin önünde bir engel teşkil ediyor. Ancak, önümüzdeki günler CHP’ye yönelik operasyon ile ilgili daha net görüş belirtmemizi sağlayacak. Bizlere düşen CHP ile dayanışma içinde olmak, CHP ile DEM Parti arasındaki işbirliğini geliştirmek ve bu rejime son vermektir.

Başa dönersek… Birkaç söz de kendimizle ilgili sarf edelim. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu politik istikameti değiştiren kırılma noktası Türkiye Komünist Partisi kurucu önderleri Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmeleridir. Bu anlamda Barış ve Demokratik Toplum süreci komünistler açısından da ayrıca önem taşımaktadır. Komünistler bu sürecin bir tarafıdırlar. Onun için Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmeleri, Türkiye Komünist Partisi’nin yasaklanması, 1920’den itibaren komünistlere karşı uygulanan katliam, suikast, zindan, sürgün ve baskılara karşı mücadele etmek Barış ve Demokratik Toplum Süreci içinde bizzat yer almayı, bu süreci toplumsallaştırmayı gerektiriyor. Biz barış, demokrasi, özgürlük ve sosyalizm güçlerinin tarafındayız.

Mahsuni Şerif’in dediği gibi; “Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner”.

 


Konuyla ilişkili diğer makaleler