Barış Ve Demokratik Toplum Üzerine Görüşler

Barış Ve Demokratik Toplum Üzerine Görüşler

Ülke çapında büyük bir tartışma ve altüst olma süreci başlayalı bir yıla yaklaşıyor. Devlet tarafından ‘terörsüz Türkiye’ adıyla başlatılan ve Kürt Hareketi tarafından da sahiplenilen “süreç” kelimesi, Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025’te yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısıyla sihirli bir anlam kazandı. Ve o günden beri Türkiye’de, o güne kadar yazılması, dile getirilmesi dahi ceza almaya sebep olacak meseleler tartışılmaya başlandı. “Terörsüz Türkiye” adına takılmaksızın Kürt Özgürlük Hareketi meseleye devrimci bir tarzda yaklaştı, cesur kararlar aldı. Bunları adım adım uyguladı. Türkiye devletinin güvenlik politikalarının inşasında ve binlerce Kürt ve devrimcinin yıllarca hapislerde tutulmasına, halkın her itirazında terörle iltisaklı yaftasının yapıştırılmasına, halk yığınlarının manipüle edilerek seçimlerin kazanılmasına yarayan kullanışlı “terör” silahı etkisiz hale getirildi. Bu sayede hapislerde tutulan on binlerce insan artık yasal bir gerekçeye dayanmadan tutsak edilmiş hale geldi, getirildi. Ceza kanununun bazı maddeleri, terörle mücadele kanunu, fikir ve gösteri özgürlüğünü kısıtlayan pek çok kanun maddesi ve bu kanunlara dayanarak yapılan infaz yakmalar, tutuklamalar yasal dayanaktan yoksun hale geldi, geçersizleşti.

Barış hamlesinin etkileri

Esasında bütün bunlar tek taraflı, Kürt hareketinin insiyatifi ve cesur kararlarıyla gerçekleşti. Gerek Abdullah Öcalan’ın çağrı ve açıklamalarında, gerekse DEM Parti yetkililerinin açıklamalarında, bütün bu çabaların bir pazarlık sorunu olmadığı ancak atılan adımların doğal neticesi olarak Kürt sorununun çözümünü de içeren Türkiye’nin demokratikleşmesi için yapıldığı açık bir dille anlatıldı. Ve de devletin kendi adlandırmasına bağlı kalarak “terörün” neşet ettiği sorunların ortadan kaldırılması gerektiği bunun da ancak ve ancak demokratikleşmeyle, Türkiye’nin demokratikleştirilmesiyle ve Demokratik Toplumunun inşasıyla mümkün olacağını, Kürt sorununun demokratik Türkiye ile birlikte çözüleceği ortaya konuldu.

Bu konuyu geçmeden adında barış ve demokrasi geçmeyen “komisyon”un kurulmasının, toplanmasının ve ırkçı faşist çevreler dışında tüm siyasi partilerin katılımı ile çalışmalarını sürdürmesinin de önemli bir gelişme olduğunu kaydetmeliyim. Hem adı konulmasa bile Türkiye’nin bir demokratikleşme sorunu olduğu, daha son iki oturumda yapılan konuşmalarla birlikte toplumun vicdanında çözülmemiş, yok sayılmış, devletin faili olduğu birikmiş sorunların olduğu, bir hakikat yüzleşmesinin yapılmadığı bir defa daha devletin kayıtlarına geçirildi, Barış Annelerinin Kürtçe konuşmasına dahi tahammül edilemediği tescil edilmiş oldu. Komisyonda nitelikli çoğunlukla alınan karar ve tekliflerin meclis çoğunluğuna göre kabul veya reddedileceği zaman da henüz gelmedi. Meclis kendi kanun yapma, dolayısıyla iktidar çoğunluğu yetkilerini kullanma hakkını koruyor. Bu meselenin de sürecin nasıl yol alacağı ile ilişkisi olacağı beklenmelidir.

Devlet tarafının katı tutumu değişmedi

Şu an itibarıyla devlet bu programı başlattığı ilk gün ortaya attığı teze sadık kalarak terörsüz Türkiye amacına ulaşmaya; “terör örgütünü” silahsızlandırmaya ve tasfiye etmeye, çatışma yoluyla elde edemediği sonuca bu yoldan ulaşmaya çalışıyor. Dikkatle bakıldığında görüleceği gibi Abdullah Öcalan’la İmralı’da yapılan görüşmelerde Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt sorununun çözümü gibi temel meseleler Kürt tarafınca ortaya konulan konulardır. Devletin demokratikleşmeye ilişkin ne bir niyeti, ne açıklaması ve ne de pratik bir adımı olmamıştır. Yoktur. Esasında şu anda uyguladığı pratikte bir demokratikleşme belirtisi göstermemektedir. CHP belediyelerine karşı açtığı çökertme kampanyaları, yargı kumpasları, tutuklama yöntemleri bir yolsuzluğu ortaya çıkarmaya yönelik faaliyetlerin çok ötesinde bir operasyondur. Ancak bu süreçte sürdürülemez noktaya dayanmıştır; Özellikle İstanbul yerel seçimlerinde kurulan Kent ittifakları bir tutuklama gerekçesi iken bugün Kürt hareketinin tavırlarıyla boşa düşürülmüştür. Bu nedenle tutuklu belediye başkanları ve Kürt kimliği nedeniyle tutuklanan kişilerin yargılanmasının yasal karşılığı kalmamıştır. 

Tarihi eşik; siyasi tutukluların serbest bırakılması, kayyım rejiminin sona erdirilmesi, fikir ve gösteri özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasıdır. O nedenle; şu anda dikkatler demokrasi mücadelesinin önünü açacak ve devletin de “terörsüz Türkiye” bakışı ve niyeti içinde kalan meselelere yoğunlaştırılmalıdır.

İlk fırsat iyi değerlendirilmemiş hasta tutsakların, ceza süresini doldurmuş ancak cezaevi tetkik kurulları veya Adli Tıp Kurumu kararlarıyla veya yargı veya idari kararlarla düzenlenebilecek infaz uygulamalarıyla politik tutukluların serbest bırakılması sağlanamamış, Ekim ayına ertelenmiştir. Böyle bile olsa AKP-MHP iktidarının politik tutsakların kanunsuz olarak sadece idare kararıyla veya tasarruflarıyla hapishanelerde tutulması meselesi üzerinde kararlı ve ısrarlı olarak durulmalıdır. Defalarca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi veya Anayasa Mahkemesi kararlarıyla serbest bırakılması gereken politik tutsakların durumu ısrarlı olarak takip edilmelidir. Hapishanelerden daha çok siyasi mahpusun cansız bedenleri çıkmadan, haksız yere yıllarca hapis yatan Kobane davası tutsaklarının tek bir gün daha özgürlüğünden yoksun kalmamaları için bu çabaya fevkalade önem verilmelidir. Kayyım rejimine ve seçilmiş belediye başkanlarının idare kararıyla görevden alınma uygulaması kaldırılmalı, tüm seçilmişlerin görevlerine iadesi ve siyasal tutuklamalara son verilmelidir.

İktidar kanatları bu adımı atmıyor. Çünkü bu adım atılırsa şu anda CHP’ye karşı yürütülen siyasi operasyonların dayanağı kalmayacaktır. Kürtlerle ittifak yaptığı için tutuklanan CHP belediyelerine kurulan tuzaklar ve kumpaslar boşa çıkacak, yıllarca DEM Partili belediyelere ve son sekiz aydan beri CHP’nin kazandığı belediyelere de uygulanan kayyım rejimi uygulanamayacak, yargı aparatı politik amaçlarla kullanılamayacaktır. Özgürce fikrini açıklama ceza, adli kovuşturma konusu olmaktan çıkarılacak, toplanma ve gösteri hakkı kullanılabilecektir.

Bu adımların atılması, iktidara kabul ettirilmesi, Türkiye’nin demokratikleştirilmesi, demokrasi mücadelesinin önünün açılması için ivedi ve yararlı sonuçlar doğuracaktır. Bu taleplerin yerine getirilmesi Kürt hareketinin demokratikleşme yolunda attığı adımların zorunlu karşılığıdır. 

Devlet nasıl demokratik hale gelebilir veya getirilebilir

Bu genel özetlemeden sonra Türkiye devrimci Sol’u iki temel mesele üzerinde durarak önümüzdeki zor ve karmaşık meselelere hazırlanmalıdır: birincisi devletin politikaları ve bu politikalara karşı geliştirilecek programsal ve eylemsel yol ve yöntemler ile Türkiye devrimci solunun bu sürece bakışı, yaklaşımı ve katılımıdır. Artık bu tarihten sonra demokratik toplumun inşası zımnen veya örtülü olarak Kürt Özgürlük mücadelesi veren kuvvetlere havale edilemez. Ortak ve demokratik vatan üzerinde yaşayan, kaderini bu topraklar üzerinde yaşayan halkların mücadelesine ve bu mücadelenin başarısına bağlayan tüm güçler meseleyi yeniden düşünmek ve önlerine koymaları gerekiyor. Devlet onu demokratikleşmeye mecbur edecek bir kuvvetle karşı karşıya kalmadan böyle bir adım atamaz, bu hayaldir. Devleti demokratik adım atmaya zorlayacak bir güç birikiminin ortaya çıkarılması gerekir. Bunun ilk adımı bugüne kadar yürütülen sosyalizm mücadelesinin zayıf ve güçlü yanlarını ortaya çıkarma, boşlukları tamamlama ve kendine güvenli bir güç olarak ortaya çıkmaktır. Kendi zayıflıkları ve hatalarıyla yüzleşmek ve onları aşarak devrimci bir iddia ve özgüvenle donanmış bir güç atılacak ilk devrimci adımdır.

Demokratik sosyalizm önemli bir alternatif arayış önerisidir. Politik olguların ideolojik kodlardan ayrılmasıyla böyle bir zemin yakalanabilir; Emek mücadelesini başa alan, kadın özgürlükçü, ekolojik proleter mücadele damarı ile Kürt demokratik hareketinin mücadeleci çizgisi demokrasi güçlerinin ortak zeminidir.

 


Konuyla ilişkili diğer makaleler