“Süreç”in İşçi ve Emekçilere Yansıması Üzerine
Kürt sorunun çözümü, ülkenin demokratikleşmesi ve barışın sağlanması için başlatılan “Süreç” bütün halklarda ve toplumsal katmanlarda olduğu gibi işçi ve emekçi kitlelerin nezdinde de çelişkilerle birlikte olumlu ve umut dolu bir havanın esmesine yol açmış bulunuyor. Coğrafyamızda özellikle bir asırdan beri günbegün artarak süregelen asimilasyon, inkâr, sömürü, talan eşitsizlik, adaletsizlik, ayrımcılık, kadın düşmanlığı ve savaş çığırtkanlığına kırmızı ışık yakılarak “dur” demenin sinyalleri çalıyor.
Türkiye çok ciddi anlamda bir kavşağa girmiş bulunuyor. Bu giriş halk çoğunluğunun güçlü desteğini almış olmakla beraber savaş baronlarının, silah ve uyuşturucu tacirlerinin de uykusunu kaçırmış durumdadır. Onun için insanlıktan nasibini alamamış olan bu ülke ve halk düşmanlarının çığırtanlığı giderek artıyor. Kuyruğuna basılmış kuduz bir köpek misali ağızlarından zehirli salyalar akıyor. Ya “süreç” başarıya ulaşacak, ülke aydınlığa çıkacak ve halk esenliğe girecek ya da bu güzelim ülke daha da kapkaranlığın dehlizlerine yuvarlanacak ve sonuç kan, acı, gözyaşı olacak!
İşçiler, emekçiler ve ezilenler yaşamsal çıkarları gereği hiçbir zaman ve hiçbir yerde savaşlardan, çatışmalardan, ayrımcılıktan ve bölünmekten yana olmamıştır, olmayı düşünmemiştir. Çünkü savaşlar, çatışmalar ve ırk ayrımcılığı onların emeğinin, değerlerinin ve geleceğinin bir numaralı düşmanıdır. Savaşlarda ve çatışmalarda ölenler her zaman yoksullar ve emekçiler oldu. Ölümden öte köy yoktur. İnsanın ve bütün canlıların en değerli varlığı yaşama hakkıdır. Can gittikten sonra dünyayı verseler ne fayda! Ülkemizde çatışmalarda ve savaşta ölenleri kim geri getirebilir? Otuz yılını zindanda geçirmiş biri bize neyi hatırlatır? Düşünün ki on sekizinde hapse giren bir genç otuz yıl yattıktan sonra çıktığında ne yapabilir ki? İnsanın en verimli dönemi taş çatlasa on sekiz ile elli yaş arasıdır. Onun öncesi çocukluk, sonrası durağanlık dönemidir. Genel olarak elliyi geçmiş birinin önüne çok uzun bir hedef koyduğuna pek rastlanmıyor, istisnalar hariç. Ya hastalıklar başlıyor ya da rehavet!
“Süreç”in başarısı politik artistliklerden daha çok geniş halk yığınlarını tavrına bağlıdır. İşçiler emekçiler dünden daha fazla sesini yükselterek, “Savaş istemiyoruz. Barış hemen şimdi!” diye ayağa kalkmalıdır. Ekmek için, eşitlik için, adalet için ve kardeşlik için buna ekmek ve su kadar ihtiyaç var! Bugün milyonlarca işçi karın tokluğuna çalışıyorsa, emekliler gülünç bir aylık alıyorsa, gençlerin güvenilir bir geleceği yoksa ve her gün sokak ortasında bir kadın katlediliyorsa nedeni burada aranmalıdır başka bir yerde değil. Bahar ve yaz mevsimleri boyunca tarlada, bağ bahçede çalışan kır emekçileri ürünleri için ya pazar bulamamakta ya da çok ucuza satmaktadır. Kimi yerde ürünler tarlada bırakılarak çürümektedir. Demokratik bir toplumda üreticiler devlet tarafından desteklenir ve ürünleri değerinde satılır. Bugün çalışmakta olan bir emeklinin emekli maaşı ile işyerindeki maaşının toplamı gerçek anlamda asgari ihtiyaçları karşılamanın çok uzağındadır. Bu çok vahim bir durumdur. İşçinin insanca geçinebilecek bir ücret alabilmesi ve emeklinin artık çalışmak zorunda kalmaması için “gerçek” bir maaş alabilmesi için silah ve savaş harcamalarına son verilmeli ve ırkçılık düşüncesi sönümlemelidir. Bu kaos, bu karanlık, bu çıkmaz sona erince yığınlar en başta da işçi emekçi yığınları derin bir nefes alacak, bambaşka bir ülkenin ve bir dünyanın mümkün olacağına inanacak. İnanç umudu, umut hareketliliği, hareket mücadeleyi ve mücadele devrimci dönüşümü getirecektir.
Ülkede eğitim ve sağlık bir çıkmazın içindedir. Gıdalara yeterince ulaşılmıyor. Çocuklar ve gençler iyi bir eğitim öğretim görememektedir. Sağlık sorunları için hastane kapılarında günlerce beklendiği gibi çoğu zaman randevu bile alınamıyor. Randevular bile yeterince işlev görmüyor, doktorun, uzmanın ve ekipman eksikliğinden. Devlet hastanelerinin yetersizliğinden özel hastanelere giderek muayene ve tedavi olanlardan katbekat ücret alınıyor. Sağlık, bir barış ve demokratikleşme sorunudur.
Bu süreç mutlaka ve mutlaka ezilen Kürt halkının, işçilerin ve emekçilerin lehine sonuçlanmalıdır. Kürt halkının kimliği tanınmalı, işçilerin ve emekçilerin ekonomik, demokratik ve politik kazanımları olmalıdır. Bu da demokratik bir anayasa ile ancak mümkün olabilir ve sürekli kılınabilir. Aylardan beri “İmralı”ya gidip gelinmesine, çok söz söylenmeye ve bol vaatler ileri sürülmeye karşın Trakya, Anadolu ve Mezopotamya’da değişen bir şey yok. Dahası Komisyon dinlemeye davet ettiği Kürt analarının Kürtçe konuşmasına izin vermiyor. Gerçekten eğer bu ülkede barış olacaksa, Türk-Kürt halklarının kardeşliği sağlanacaksa Kürtçe özgür olmalıdır. Barış için barışın tohumları ekilmelidir. Barış ve demokrasiden yana olan kişilerin, kuruluşların ve güçlerin sesine kulak verilmelidir, savaş isteyen, çatışmalardan yana olan ve ayrımcılığı körükleyenlerin değil. Lafla peynir gemisi yürümez. Belirleyici olan “icraat”tır. Be mealde ele avuca alınacak henüz bir zırnık yok. İşin garip yanı işçi ve emekçilerin sürecin akışını etkileyecek, yeri göğü sarsacak bir politik örgütlülüğü yok. En çok düşündüren düşünmesi gereken nokta da burası! Toplumsal hareketler kitlelerin niteliğine göre bir seyir izler. Mücadelenin Kürt ayağı dipdiri ayakta ve özgürlük rüzgârı esiyor. Mücadelenin işçi-emekçi ayağı ise zayıftır ve var olandan daha çok güç toplamaya ve birleşik gücünü örmeye ihtiyaç var. Bu “ihtiyaç” ne zaman, nasıl ve kimin tarafından giderilir? Birbirinden çok farklı cevap verilebilir ama önemli ve geçerli olan pratiktir.
Devlet ve AKP-MHP iktidarı sürecin demokratik adımlarla yürüyerek ilerlemesinden yanaysa eğer bir an önce adım atmalı ve emekçilerin işçilerin haklı beklentilerine cevap vermelidir. Süre giden belirsizlik ve kafalardaki kuşku dolu soru işaretleri bir an önce giderilmelidir. Bu topraklarda yaşayan halkların binlerce yıllık gerçekliği kabul edilerek eşitlik temelinde kardeşliği ve özgürlüğü sağlanmalıdır. Bu istek ve özlem en başta ezilenlerin, sömürülenlerin, kadınların ve gençlerindir. Bu anlamda “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”na büyük iş düşmektedir. Umarız ki halkların yaşamsal temel isteği gerçekleşir ve özlemi sona erer. Coğrafyamızı yepyeni bir hava sarar ve bu güzelim ülke dünyada hak ettiği yeri alır, göğsümüz kabarır ve Türkiye yurttaşı olmaktan onur duyarız.
Günümüzde işçilerin emekçilerin güncel sorunu insanca yaşanabilir bir ücret, iş güvenliği, örgütlenme, sendikal demokratik haklar ve emekliliktir. Onun için öncelikle iş güvencesini baltalayan taşeron sistemi kaldırılmalıdır. Grev ve toplu sözleşme yasası yeniden düzenlenerek demokratik bir içeriğe kavuşturulmalıdır. Grev olan bir işyerinde hiçbir işçi çalışmamalı ve çalışmaya zorlanmamalıdır.
İşçiler emekçiler aktif olarak “Süreç”te yer almalı, değişimin devrimci dönüşümün lokomotifi olmalıdır. Barış ve demokratik bir yaşam onu isteyenlerin avuçlarında büyür. O da mücadele etmeden, bedel ödemeden ve zaferi elde edecek bir özne, bir önderlik olmadan olmaz.