Zonguldak, Kömür ve Siyasal Mücadele Üzerine

Zonguldak, Kömür ve Siyasal Mücadele Üzerine

Türkiye’nin maden facialarından birini daha yaşadık. Yaşamını korkunç yangın ve boğulmalarla kaybeden madencilerin kederli ailelerine sabırlar diliyorum. Siyasi iktidar yine kaderden, şehitlerden bahsetti. Yine acılı madenci ailelerini para yardımları vaatleriyle susturmaya çalıştı, muhalefet partileri eksiklerden, tedbir alınmadan ocaklara inildiğinden yakındı. Aynı konuşmaları Soma ve Ermenek facialarında da dinlemiş, çaresizlik içinde haklarını dahi alamayan işçilerin mücadelesini izlemiştik. Bu rantçılardan, talancılardan madenlerde tedbirlerin alınması taleplerinde bulunuldu. Değişen bir şey olmadığını, olmayacağını madencilerin kanı üzerinden yine rant devşirileceğini, bazı ocakların kapatılacağını, verimli damarların sömürücü, katliamcı patronlara devredileceğini biliyoruz.

Bugün yüzlerce korumayla kürsülerden rahat bir şekilde emekçilerin yaralarının sarılacağını anlatan devlet yetkililerini ne rahatsız ederdi; onları somut elle tutulur önlemler almaya ne zorlayabilirdi?

Amasra madenlerinde çalışan işçilerin başlatacakları, Zonguldak maden havzasında çalışan maden işçilerinin desteklediği örneğin madenlerde yaşam odaları kurulmadan veya her neyse zaten bilinen tedbirler alınmadan madene inilmeyeceği, üretim yapılmayacağı kararı almaları ve madencilerin taleplerinin kabul edilmesine kadar bu direnişin halka halka yayılması! Bunu düşünmemiz, örgütlememiz gerekli. Yoksa daha çok yakınma dinleriz.

Zonguldak maden yürüyüşünün üzerinden 30 yıl geçti!

İşçi sınıfının mücadele tarihine daha yakından baktığımızda daha farklı sonuçlar/dersler de çıkarabiliriz; 1991’de Zonguldak kömür havzasındaki madenlerde çalışan kömür işçilerinin, önlerinin Mengen’de askeri birlikler tarafından kesildiği Ankara Yürüyüşü işçi sınıfının görkemli direnişlerinden biriydi. Bu direnişle, Turgut Özal’ın Türkiye ekonomisini neo-liberal politikalara entegre edilmesi süreci, ücretlerin dondurulması politikası kesintiye uğratıldı. Kömür işçileri bu direnişle ekonomik hedeflerine ulaştılar, ücretleri artırıldı fakat yine de bir eksik vardı: Siyasi mücadele! Siyasi talepler olmadığı için aradan geçen 30 yıl içinde Zonguldak kömür havzası ne hale getirildi? Parçalandı, ocaklar özelleştirildi, binlerce işçi işten çıkarıldı ve iki bin işçinin çalıştığı Amasra ocağında yaklaşık iki yüz kişi, işçi sağlığına bir yatırım yapılmadan aşırı üretime mecbur edildi ve bir defa daha faciayla karşılaşıldı. Siyasi hedefler olmadan ve siyasi mücadele verilmeden sermaye kazanacaktı, çünkü işçi sınıfı, bu politikaları uygulayan siyasi iktidarların politikalarına müdahale etmeden, bu sonuç değişmeyecekti ve bir defa daha öyle oldu.

Talep ve Mücadele

15-16 Haziran direnişlerinin ana sebebi de ekonomikti; işçiler kendi haklarını daha iyi koruyan sendikaların Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun kapatılmasını bu görkemli direnişle önlediler; bu sorun demokratik yoldan çözülebilirdi; referandum: Buna siyasi iktidar karar verecekti. Bu talep ileri sürüldü ancak sermaye iktidarları öyle büyük bir gürültüyle olayların üstüne yürüdü ki bu demokratik ve masum talep geriye itildi. Sorun çözülmedi, direnişten sonra da patron yanlısı sendikalarla mücadeleci sendikalar arasında sendika seçme/referandum konulu anlaşmazlıklar sürdü. Çatışmalar yaşandı. Sorun ekonomik içerikli olsa da ancak siyasi mücadeleyle başarılabilirdi. Ekonomik mücadele ile direniş zaferle sonuçlanmış ancak sorun çözülmemişti.

Metal grevlerinin özü neo-liberalizme karşı olmasıydı

1977-1980 metal, tekstil, cam işçilerinin grevlerinde de aynı sorun yaşandı; işçi sınıfı tarihinde en militan eylemleri, direnişleri yöneten/yapan, bilinçli öncü işçilerin liderliğinde grevler örgütlendi. Grevde olan ve greve hazırlanan işçi sayısı 40 bine yükseldi. Bu muazzam bir güç ve potansiyeldi. Öncü işçilere Marksizmi, mücadeleyi anlatan öğreten siyasi içerikli eğitimler verildi. Ancak devletin ve sermayenin hedefleri görülemedi; ekonomik mücadele yoluyla saldırıların karşılanacağı düşünüldü. Oysa sermayenin, devletin planları siyasi idi. Dünya çapında sürdürülen bir plan ve programdı. Neo-liberalizm 1970’lerde, dünya kapitalizminin içine girdiği bunalımlardan bir çıkış yolu olarak ortaya konuldu: Kıta Avrupası’nın en köklü partilerinin, örneğin İşçi Partisi ile İngiliz sendikalarının, bağlarını kopararak işe başladılar. Neo-liberalizm fırtınası, Avrupa’da ‘refah dönemine’ damgasını vuran sosyal demokrat partileri sermayenin yedek gücü haline getirdi.

Kapitalizmin dünya çapında sürdürdüğü bu politikalara ancak siyasi mücadele ile cevap verilebilirdi

Bu güç birikimi Türkiye işçi sınıfının elindeydi. Bu eylemlerin ve güç birikiminin yarattığı olanaklar kullanılamadı.  İşçi sınıfı, siyasi mücadele perspektifinden, teorik ve pratik olarak yoksundu. Sonuçlarını biliyoruz. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi, Türkiye demokrasi güçlerini işçi sınıfı ile birlikte ezdi, sindirdi. On yıllardır ilmek ilmek örülen mücadele yöntemlerini ve dayanışma duygularını yerle bir etti. İflas etmiş, yolsuzluklarla çürümüş eski siyasi partiler yok oldu, bu iktidar boşluğunu değerlendiren ve Neo-liberal politikalara angaje edilmiş Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldi. AKP, bu günlere kadar devletin rıza, ikna ve şiddet, tüm imkânlarını kullanarak yeni bir sistemi inşa etti.

Dünyayı yerinden oynatacak manivela: Örgütlenme

Maden ocağı önünde protestoYeniden başta söylediklerimi tekrar edersem; mesele siyasi mücadele ile çözülebilir; ekonomik mücadele sınırlıdır; yasaların ve devletin tahammül edeceği sınırlara kadar sürdürülebilir. Meselenin dünya ve ülke boyutu genel hatları ve kavramlarıyla ortaya konulduktan sonra sorun mikro düzeyde de ele alınmalıdır: siyasi ve ekonomik mücadelenin mikro boyutta ele alınması örgütlenme meselesidir. Mahallede, fabrikada nasıl bir örgütlenme ‘dünyayı yerinden oynatacak bir manivela’ olabilir.

Öncelikle her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de, dünyada estirilen Neo-liberal propaganda ve politika desteğini arkasına alan sermaye ve devletle karşı karşıya olduğumuz hatırdan çıkarılmamalıdır. Yapılacak örgütlenme, kurulacak söz, kalıcı ve geçici ittifaklar, karşı karşıya olduğumuz sermaye ve devletin gücüyle baş edebilecek yığınsallık, direnme gücü, stratejik ve taktik hedefleri olan bir örgütlenmedir.

İkincisi, siyasal mücadelenin ayrılmaz parçaları olan ve işçi sınıfı ve emekçilerin hafızasında yer etmiş olan muazzam ekonomik, demokratik birikim yeniden canlandırılmalı, ekonomik, demokratik örgütlenmeler siyasal mücadelenin yol göstericiliğinde yeniden inşa edilmelidir. Siyasal mücadele, bütün emekçilere, aileleri ile birlikte şereflerini yeniden kazanabilecekleri bir şans verdiği, gelenekleri ve bugünleri arasında bir bağ kurmalarını sağladığı, yok edilmiş, unutulmuş dayanışmayı yeniden kurduğu için gerçeklik kazanacaktır. “ortak bir tehdide karşı birlikte savaşmak hepimizin çıkarına” düşüncesine geçilecektir.

Üçüncüsü, siyasal mücadele işçi sınıfının ve yığınların öncü güçleri tarafından yönetilmelidir. Öncü güç, bugüne kadar işçi sınıfının ekonomik ve politik mücadelelerini yöneten, yürüten temsili yapılardan farklı olarak, doğrudan işçi sınıfına, emekçilere, emekçi halka onların bizzat kendilerine dayanmalı, onların içinde, onlarla birlikte mücadeleyi yönetmeli, yürütmelidir. Siyasi mücadele partizanlığı gerektirir: Kamusal tartışmada itiraza açık ama belli bir yörüngede ilerleyen, bir değişim vaadi olan fikirlerin ifade edilmesi, ikna yoluyla temellendirilmesi ve hayata geçmesi için gösterilen fedakârlık olarak partizanlık.

Aksiyomlar kadar net, anlaşılır taleplere ve onlara ulaşmamızı sağlayacak iyi düşünülmüş stratejilere ihtiyacımız var, çünkü ancak bu şekilde siyaset, kendisine vakfedilen ömürlerin asla göremeyeceği bir hayal olmaktan çıkarak, “şimdi ve burada”nın pratiği haline gelebilir.

Kaybetmeye yazgılı romantik bir muhalefete değil, somut ve görünür başarılar kaydetmeye ihtiyacımız var, çünkü ancak bu şekilde kendi sesimizi sahici kılıp başkasını da ikna edebiliriz.