Yarınları kazanmak için...

Yarınları kazanmak için...

Bu satırları, faşist devlet terörünün bütün şiddetiyle devam ettiği, 1990’lı yıllarda insanlarımızın evleriyle birlikte cayır cayır yakıldığı Kürdistan’dan, “insanlığın bittiği” günleri yaşayan biri olarak yazıyorum. Ben bir Kürt genciyim, işçiyim ve coğrafyamızın realitesinin bir gereği olarak mücadelenin içinde yer alan bir yurtseverim.

Kürdistan’da doğdum ve Kürdüm. Doğduğum yerden ve ulusal kimliğimden dolayı ne üzülüyorum, ne yeriniyorum, ne utanıyorum ne de diğer bir ulusal kimliğe karşı bir ayrıcalık veya üstünlük hissediyorum. Doğuştan bütün insanların eşitliğine ve eşit olmaları gerektiğine inanıyorum.

Ben bir Kürt genciyim. Babam-annem, köyde tarım ve hayvancılıkla uğraşır. Çocukluğum ve gençliğimin ilk yılları köyde geçti. Üç kardeşiz. Kardeşlerimden birisinin hayvanlara, diğerinin tarıma, benim ise kitaba ilgim vardı. Tarım işleri ve hayvancılığı da severim ama kitaplara, okumaya, yazmaya ilgim çok farklıydı. Köyde hayvanları otlatırken bile yol kenarlarında gördüğüm eski gazete parçalarını alır okur ve cebimde taşırdım. Böyle yapmaktan zevk alırdım. Gazetelerde yazılan büyük bürokratların ve bakanların adlarını ezberlemiştim. Sosyal ve politik konulara ilgim artarak sürdü. İlk politik bilinçlenmem Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının haksız yere idam edildiklerine ve biz Kürtlere baskıların yapıldığı ve anadilimiz olan Kürtçenin yasaklı olmasıyla ilgiliydi. Gittiğim başka bölgelerde Kürtlüğümden ve Türkçeyi tam ve doğru konuşmamaktan dolayı aşağılanmakla karşı karşıya kalırdım. Bu, her Kürt ve her ezilen ulustan insan için böyledir. Kürt olduğum için içimde hep bir eziklik hissettim. “Kürt kimliği”me karşı ilgim giderek arttı. ”Güzel ve düzgün bir Türkçe ile” başarılı ve mutlu olacağıma inanırdım. Sonradan yaşamın acı gerçekleri gösterdi ki doğrular başka yerdedir. Zamanla Kürt olmanın bir suç veya aşağılık olmadığını kavradım. Kimliğimi ve anadilimi gün geçtikçe daha çok öğrenmeye ve sevmeye başladım. Hiçbir zaman farklı kimliklere ve dillere karşı bir nefretim olmadı. Sömürgeciliğin ve asimilasyonun ne olduğunu onun esaretinin altında yaşayanlar en iyi bilir.

Ben bir Kürt emekçiyim. On iki yaşındayken Ceyhan’a pamuk toplamaya gittim. Irgatlık yaptım. Yüzlerce ırgat (tarım işçisi) aynı tarlada buluşurduk. Kavurucu sıcakların altında, karın tokluğuna, çadırlarda ve sivrisineklerden kaynaklanan sıtma hastalığının tehlikesinin altında ekmek kavgası verdim. Şimdi Çukurova bölgesine çapaya, hasada ve pamuk toplamaya gidenlerin büyük çoğunluğu Kürt ve Arap insanlarıdır. Antakya (Hatay) tarafından gelen yoksul insanlar da unutmamalıdır. Sonrası, liseyi bitirinceye kadar yevmiyeler daha yüksek olduğu için inşaat işlerine gittim. Askerden geldikten sonra evlendim. Şehre göç ettim. ‘Düzenli bir gelirim olsun’ diye bir metal fabrikasında işe girdim. Bir metal işçisi olarak yaşamımı sürdürmekteyim. Başından beri bir yandan ‘ekmek’ için çalışırken diğer yandan da ‘politika’ için çalışıyorum. Ekmek kavgasını politik mücadeleden ayırmazdım. Zaten, ayırmak da mümkün değil. Nasıl ki ‘kesk û sor û zer’i (sarı, kırmızı, yeşil) birbirinden ayıramıyorsan ve ayırdığın zaman renkler bütünlüğünü, anlamını ve güzelliğini yitiriyorsa ekonomik mücadele de politik mücadeleden koparılamaz.

Üretimin içinde olduğum için ‘kapital, proletarya, sömürü, artı-değer, grev, lokavt, sendika, direniş, enternasyonalizm, sosyalizm ve komünizm’ kavramlarının ne olduğunu öğrendim.

Ben bir Kürt yurtseveriyim. Doğduğum toprakları, binlerce yıllık tarihiyle, kadim halklarıyla, bütün ezilmişliğiyle ve kendi küllerinden doğan direnişiyle Kürdistan’ımı çok seviyorum. Bugün Kürdistan’da özgürlüğün ateşi yanıyor. Gerillanın direnişi, sınırları aşıyor. Enternasyonalist ruh, Kobanê’de vücut buldu. Yeri gelmişken Türkiye’den ve dünyanın diğer ülkelerinden gelerek IŞİD’e ve onun arkasındaki sömürgeci güçlere karşı mücadele edenleri, can verenleri anmak istiyorum.

Dünüyle hesaplaşmayan, bugünün yanlışlarını ve doğrularını değerlendirmeyen bir gençlik, doğru bir yol izleyebilir mi? Her özgürlükçünün, devrimcinin ve sosyalistin çok sevdiği Lenin’in bir sözü var: “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz.” Teori ve pratik birbirinden ayrılamaz.

İlk okuduğum kitaplar: Gençliğimin ilk yıllarında yü-reğimde yeşeren devrimci ruh, okumaya başladığım Leo Huberman’ın Sosyalizmin Alfabesi ve Karl Marx-Frederic Engels’in Komünist Manifesto’suyladır. George Pulitzer’in Felsefenin Başlangıç İlkeleri, Maksim Gorki’nin Ana romanı ve diğerleri sonra gelir.

Komünist Manifesto’daki “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” belgisi her özgürlükçü yurtsever gencin beynine kazınmalıdır. Bugün Serok Apo, paradigmasını Marx’ın ve Lenin’in eserlerinden aldığı ilhamla yazmaktadır. Devrimciliğiyle ezilenlerin özgürlük mücadelesinde yer aldığı için yakışıklı gerilla Che Guvera Güney Amerika’nın sınırlarını aşarak dünya gençliğinin kalbini fethetmeye devam ediyor.

Türkiye’de devrimci mücadelenin başlangıcı: Her devrimci, aydın ve “tarafsız” insan bilir ki devrimci hareket Mustafa Suphi’lerle, TKP ile başladı. TKP, ilk devrimci politik örgütlenmedir. Bu gerçeği bilmeyen gençlerin veya bir şüphesi olanların sağduyuyla yapacağı tek şey, okuyarak ve araştırarak gerçeği öğrenmesidir. Aksi halde, ne kulaktan dolma bilgilerle sağlıklı bir sonuca ulaşılamaz. Kemalist anlayış, Türkiye devrimcilerinin Kürdistan devrimcileriyle birlikte ve ortak hedefler etrafında mücadele için en büyük engeldir. Kürdistani mücadele, Kemalist anlayışı çatırdattı. Devamını sağlamak hem biz Kürt yurtseverlere, hem de diğer kardeş halklarımızın yurtseverlerine görev düşüyor.

Dünü bugüne, bugünü yarına bağlamak için: Gençlik, devrimci mirası özümsemeli ve ona sahip çıkmak zorundadır. Devrimciler, duygularıyla hareket edemezler. Deniz’lerin, Mahir’lerin, Mazlum’ların, İbrahim’lerin ve Mustafa Suphi’lerin mücadelelerinin özünü birbirlerine bağlamak ve bugünkü mücadelemizde yaşatmak, devrimci olmamızın bir gereğidir. Üretim, işçi sınıfının ellerindedir. Gençlik olarak gücümüzü üretimin gücüyle birleştirerek başaracağız.


Konuyla ilişkili diğer makaleler