Turizm Sektörü Emekçileri: “Cennet mi, Cehennem mi?”

Turizm Sektörü Emekçileri: “Cennet mi, Cehennem mi?”

Sezon boyunca “cennetten bir köşe” gibi konuşlandırılan tatil beldelerinde çalışanlar için şartlar nasıl, neler yaşanıyor..? Bu konular pek göz önünde değil... Esas konu ise: “Tatil cennetlerinde” çalışanların dayanılmaz sömürü şartları.

Söze turizm sektörünün, Özal döneminde “En ucuz emek bizde” politikaları sonucu, o zamandan bu zamana geliştirilen bilinçli politikalar ucuz emek cennetine dönüştürüldüğünü vurgulayarak başlamak gerek. Bir asırı geçkin süre önce işçilerin, sendikacıların ölüm pahasına kazandığı haklar, şimdi göstere göstere işçilerin elinden alıyorlar. Turizm işçileri 8 saat değil günde 14 saat çalıştırılıyorlar. Ücretli hafta tatili yapamıyorlar. İşçiler patronlar tarafından gasp edilen sigorta haklarından, emeklilik haklarında ve birçok haklarıyla birlikte onurlarından feragat etmeye zorlanıyorlar.

Ülkeye de İşçiye de Faydası Yok

Turizm emekçilerinin genel görüşü; “Biz ucuz emek cenneti olmak istemiyoruz. Biz çalışan insanlar emeğimizin karşılığını almak istiyoruz. İnsanca yaşamak istiyoruz. Geleceğimize yatırım yapmak istiyoruz. Kendimizi geliştirmek istiyoruz. Ve bu arada da ülkenin turizmden ciddi girdiler sağlamasını istiyoruz” şeklinde. “Böyle olursa ve turizmden sağlanan gelir halkla paylaşılırsa, çalışanlarla paylaşılırsa ülkeye bir faydası var. Aksi takdirde otel sahipleri, acenta sahipleri ve büyük alışveriş merkezi sahiplerinden oluşan bir üçgen arasında turizmin girdisi paylaşılıyor. Turizm böylesine kötü bir noktada” diyerek eklemek gerek.

Sigortasız Çalışma Devlet Politikası

Özellikle küçük işletmelerde, restoranlarda, barlarda ve benzeri cafelerde sigortalı işçi çalıştırmak hiç moda bile değil. İşverenler arasında birisi sigortalı işçi çalıştırmaya kalksa kendisini diğer işletmeler karşısında bir haksız rekabete uğramış sayar. Ya benim bütün rakiplerim sigortasız işçi çalıştırırken bir tek ben mi sigortalı işçi çalıştıracağım yanılgısına düşer. Böyle bir ortam yaratılmış durumda. Bu tabi uzun yıllardır devleti yönetenler tarafından işverenlere sanki karşılıksız hibe kredi gibi kullandırıldı.

Günlük gazetelerin turizm ilanları sayfalarında hergün boy boy resimlerini gördüğümüz ismi bilinen otellerde de durum bundan farklı değil. Genç işçilerin büyük çoğunluğu asgari ücret üzerinden ve yılda sadece 6 ay maaş ödenerek çalıştırılıyorlar. Yaz sezonu bittiğinde işçiye kapı gösteriliyor.

Stajyer Öğrenci Personel

Stajyer gençler ise okullarında daha fazla başarılı olmak için ucuz işgücü olarak otel patronlarına hizmet ederek onların kazançlarına kazanç sağlamalarına neden oluyorlar. Halbuki, birçok batılı turizm ülkesinde stajyer öğrencilerin personel içindeki oranları belirlenmiştir. Bu sayı ortalama %10’dur. Yani 10 sigortalı eleman, 1 stajyer çalıştırma hakkı sağlar. Bizde durum tam tersidir. Otel restoranlarında 10 stajyer öğrenci garsonun başına 1 tane sigortalı personel konarak emek sömürüsü azami düzeyde uygulanmaktadır.

Günde 14 Saat Çalışma Süresi

Uzun çalışma sürelerinin yanı sıra ücretli hafta sonu tatillerinin gaspı konusu kapanmayan bir yara. Şu an turizmde çalışma saatleri günde ortalama 14 saat civarında. Hafta tatilleri iptal ediliyor. Halbuki onurlu bir insanın, çağdaş bir insanın kendine ayıracağı zamanları vardır. Kendisini geliştireceği, ailesiyle geçireceği, arkadaşlarıyla geçireceği zamanları vardır. Siz ona 8 saatlik iş gününden sonra, bugün sen bir 6 saat daha çalış, demeyi emrivaki olarak söyleyemezsiniz. Türkiye’deki mevcut yasalar bile, işçiye önceden söylenmesi ve onun rızasının alınması gerektiğini söylüyor. Ama ne yazık ki sendikasız işyerlerinde mevcut iş yasaları uygulanmıyor. Yıllarca verilen mücadeleler sonucu yasalara işlenmiş kurallar ihlâl ediliyor. Çünkü sendika yoksa hak da yok. Sendika yoksa, işine gelirse çalış, işte kapı deniliyor. Hak değirmende olur deniyor.

Kaçaklar Müşteri Gibi Gösteriliyor

Turizm sektöründeki en büyük emek sömürüsüne maruz kalan diğer bir grup çalışanda kaçak işçilerdir. Sadece Antalya’da 160-170 bin kişi kaçak işçi çalışıyor. 30 bine yakın yabancı uyruklu işçi var Antalya’da. Bu işçiler otellerde koluna müşteri bantı takılarak info memuru, animatör, masör, SPA görevlisi gibi birçok görevlerde çalışma müsadesi olmadan çalıştırılıyor.

Kara Para, Doğayı Talan Etti

Bol yıldızlı otellerin doğayı katletmesi konusunu ise turizmin girdilerinin kayıtdışı olması üzerinden açıklayabiliriz. Kayıtdışı ekonomiyi besleyen faktörlerden biri girdilerin de kayıt dışı olması. Devlet bunu da aramadı yıllarca. Kara para cennetine döndürdüler Türkiye’yi. Kara para cennetinin sermaye sahipleri tabii ki, turizmde Turgut Özal döneminden başlayarak çok ciddi yatırımlar yaptılar. Hangi sektörde olursa olsun devletle bir işi varsa, kredi alacaksa “Şuraya 5 yıldızlı bir otel yap işin görülsün, kredini al” denildi. Böylece mantar biter gibi oteller bitti. Çevre korunmadan, turizmin altyapısı yapılmadan, arıtmalar yapılmadan, deniz ve sahiller talan edildi.

Günümüzde işçiler küresel şirketler üzerinden bir saldırıya maruz kalıyorlar. Uluslarası sermaye tekelleriyle turizmde ya da diğer sektörlerde mücadele sendikanın lokal mücadelesiyle kazanılacak bir başarı değil. Küresel saldırıya karşı küresel direnişi örgütleyemediğimiz takdirde, işçi sınıfının birliğini sağlayacak projelerle işçilerin karşısına çıkmadığımız sürece yapacağımız mücadeleler ve kazanımlar da sınırlı olacak. Burada işçi sınıfının birliği ilkesiden yola çıkmalıyız. Bunu eskisinden daha çok önemseyerek önümüze iş koymalıyız.

Gençler Ucuz Emek Gücü Olarak Görülüyor

Önemle üzerinde durulması gereken konulardan biri de, “Turizmde yetişmiş eleman sorunu var” diye yaygara koparan patronların sektörde 35 yaşın üzerinde elemanları çalıştırmayı tercih etmemeleri.

İşverenlere sorarsanız turizmde yetişmiş eleman sorunu var. En çok duyduğumuz laflardan biridir. Ama şuan turizmde 35 yaşın üzerindekilere iş vermiyorlar. Yani 35 yaşında, çeşitli diller bilen, Dünya mutfağını bilen, müşteriye nasıl hizmet etmesi gerektiğini bilen bir aşçı, garson kat temizlikçisi, iş bulamıyor. Yaşın ileri diyorlar. Bunun yerine genç çocuklar, stajyerler bedava iş gücü gibi turizmde istihdam ediliyor. Çünkü 35 yaşın üstünde olan insan bir hayat standartı istiyor. Artık genç çocuklar gibi turizmde çalışmayı bir macera olarak görmüyor. Bunun dışında turizm stajyerler okullarıdan mezun olunup da iş başı yapmaya geldiklerinde, onlara da doğru bir ücret ve çalışma ortamı verilmiyor. Turizm okullarından mezun olup da farklı alanlarda çalışan % 90 genç var. Bunun hesabını patronlara sormak lâzım.

İLO Sözleşmesi 25 Yıldır İmzalanmıyor

Türkiye’nin, ILO’nun, turizm çalışanlarının çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirilmesini öngören ve 25 yıldır Türkiye’nin imzalamadığı sözleşmenin imzalanması çok önemlidir. Turizmde şu an en az sigortalı çalışan 830 bin insan var. Sigortasızları ve kaçak işçileri de sayarsak turizmde neredeyse 2 milyon 500 bin kişi çalışıyor. Bunları aileleriyle düşündüğümüzde turizmden Türkiye’de doğrudan ya da dolaylı 10 milyona yakın insan ekmek yiyor. Böylesine bir sektörde devletin resmi bir politikası bile yok. 1991’de Uluslararası Çalışma Örgütü, 172 sayılı bir sözleşme kararı aldı. “Turizm çalışanlarının çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirilmesi” , sözleşmenin başlığı bu. 25 senedir Türkiye imzalamıyor. Hâlbuki Türkiye turizmi hedef seçmiş bir ülke. Ülkede en yoğun işçinin çalıştığı sektörde çalışanların çalışma ve yaşam koşullarını düzeltmeyi düşünülmüyor. Bu ülkemizin ayıbıdır. Bu gündeme getirilmeli.

Nasıl ki Turizm işverenleri, otel sahipleri, genel müdürleri, yerel, bölgesel ve ulusal çapta derneklerde örgütleniyorlarsa, turizm çalışanı işçiler de sendikalarıda muhakkak örgütlenmek zorundalar. Bu alanda, iş bulamama korkusundan, sendikalı olursam işten atılırım çekincesinden kurtulmak zorundayız. Evet, belki sendikalı olma girişimleri geliştiğinde işveren işçileri işten atacak ve çok kolay bir şekilde yeni işçiler bulacak. Ancak, konu gündemleştirilirse, işverenin işe yeni aldığı işçileri sözleşmesiz, sigortasız, güvencesiz çalıştırma olanakları kısıtlanacak. İşten atılan işçiler, turizm sezonunun en yoğun dönemlerinde, turizm bölgelerinde, otellerin önünde direniş eylemleri, gerçekleştirdiklerinde ülkenin “imajı” zedelenmemesi için işverenler geri adım atacaktır.

Bu alanda DİSK’e bağlı Devrimci Turizmİş sendikasına önemli görevler düşüyor. Ege ve Akdeniz bölgesinde sendikanın yürüttüğü çalışmaları dikkatle ve ilgiyle izliyoruz. Fakat otellerin içinde örgütlenme ve işverenlerin tepkilerine karşı işçilere güven vererek haklarına ve mücadelelerine sahip çıkmalarını sağlamak için önümüzde daha yapacak çok çalışma var. Bu genç işçiler ile yaz sezonunda çalıştıkları otellerde ilişki kurmak ve sezon kapandıktan ve işlerine son verildikten sonra onlar ile ilişkileri sürdürmenin, onlara eğitim vermenin, onları bilinçlendirip geliştirmenin yol ve yöntemlerini bulmalıyız. Belki de bu genç işçilere kış sezonunda 6 aylık kamp hayatı yaşatıp onların sınıf bilinçli öncü işçiler haline gelmelerini sağlamalıyız. Kamp için ise DİSK’e bağlı köklü sendikaların eğitim tesislerini değerlendirmeliyiz. Kısacası görevimiz önemli ve çok. Bunu da hep birlikte başaracağımıza inanıyoruz.