Tsitsekun*

Tsitsekun*

Halen sofrasında Karadeniz’den çıkan balığı yiyemeyenlerin öyküsü

Kendi tarihinde 1915’e dönemeyen, bugününe bakamayan bir coğrafyada yaşama tutunma inadına ve rengine sahip halklar olarak, iktidar aygıtının kapitalizmde coğrafyası olmayan bir benzeyişler bütünü olduğunu anımsatacak bir başka tarihi not düşmek gerekiyor.

21 Mayıs 1864... Kayıtlara düşen ilk soykırım tarihidir 21 Mayıs.

280 bin kişilik, ağır silahlarla donatılmış Çarlık Rusya’sı ordularına karşı Adige (Çerkes)/Abhaz halklarının, tarifi güç nice kanlı savaştaki direnişi sonrasında Rus orduları Kafkasya’yı işgal eder. Kafkasya Savaşları’nın bitişi ise 21 Mayıs’ta ilan edilir ve sürgün başlar.

Bugün Rusya Federasyonu’nun kendi kenti olarak tanıtımını yaptığı ve 2014 Kış Olimpiyatları’nı düzenlediği Soçi iskelesi başta olmak üzere Karadeniz limanlarına toplanan Adige/Abhazlar, salgın ve ölüm kokan bir bekleyişe itildiler çoluk çocuk...

Köhne teknelere tıkıştırılan, Rus olmamaktan başka bir suçu olmayan, dili ve kültürüyle bir yaşam istenci taşıyan Çerkesya halkları Karadeniz’in hırçın sularına bırakıldılar. Osmanlı tekneleriyle karşı kıyıya can pazarında geçmeye çalıştılar. Sayısı istatistiklerde bulanıklaşan, 1.5 milyona yaklaşan bir sayıyla açıklanan onca insan, öteki olmanın bedelini hırçın dalgalarda ödediler.

Kuduran dalgalardan kurtulanlar bu kez yeni acılarla, bugün 151 yıldır süren hüzünleriyle yığıldılar başta Samsun, Trabzon, İstanbul olmak üzere karşı limanlara... Ve dünyanın dört bir yanına dağıldılar ardından... Diaspora Çerkesleri ve Kafkas halkları yerinden yurdundan sökülüp atılmanın yükünü 151 yıldır taşıyor.

O günlerin tanıklıkları bile insanın kanını dondurabiliyor:

Y. Abramov: “Dağlılar her türlü eşya ve emlaktan yoksun, sefil ve muhtaç halde Anapa ve Novorossiysk limanlarında bekliyorlardı... Açlık ve hastalıklardan her gün yüzlerce dağlı yaşamını yitiriyordu. Karadeniz’in kuzeydoğu kıyısı boydan boya cesetle doluydu, sayısız cenazeyi gömecek olanak bile yoktu. Hayatta kalmış diriler, ölüler arasında bekliyorlardı. Bu korkunç faciayı görenlerin anlattıkları insanın kanını donduruyor; ölmüş annelerinin göğüslerini emen sabi çocuklar, ölmüş çocuklarını kucağından ayıramayan anneler, soğuktan donmamak için adeta birbirine yapışmış ve donarak tepe gibi vahim bir görüntü oluşturan cesetler”.

Lev Tolstoy: “Köylere gece karanlığında dalıvermek adet haline gelmişti. Gece karanlığının örtüsü altında Rus askerlerinin, ikişer üçer evlere girmesini izleyen dehşet sahneleri öylesineydi ki, bunları hiçbir rapor görevlisi aktarmaya cesaret edemezdi...

A.Fonvil: “Akçakale’ye 15 bin kişi indirildi. Öldürücü soğuğa ve yağmura karşın ağaç altlarından başka barınma olanakları yok. Eğer iyi yürekli birileri çıkıp kuru ekmek vermiyorsa, yiyecek hiçbir şeyleri yok. Sıtma ve veba hastalıkları her gün onlarca kişiyi öldürüyor. Dua okuduktan sonra üç, dört kişi ölüyü sırtlıyorlar ve arkalarından yalnızca birkaç yakını yürüyor.

Y.D. Felisin: “Bu, gerçek ve acımasız bir savaştı. Yüzlerce Çerkes köyü ateşe verildi. Ekin ve bahçelerini imha için atlara çiğnettik, sonuçta bir harabeye dönüştü.

Jan Karol: “Rusya’nın Kafkasya’yı fethi, çağımızın barbarlık tarihinin en feci tablosunu oluşturur. Kafkas dağlılarının direnişini kırabilmek için 60 yıllık askeri terör ve kıyım gerekti...

St. Petersburg Gazetesi: “Savunmaları ile ölümsüzleştirdikleri sahillerden kaçış başladı. Çerkesya artık yok. Dağlardaki artıkları da askerlerimiz yakında temizleyecek ve savaş kısa zamanda sona erecek...

Çerkes Soykırımı Rusya’dan göçle bitmiş midir?

Osmanlı bu yeni göçmen nüfusu asimilasyona tabi tutmuş, sürgünü devam ettirmiştir. Kalanların ne adı, ne sanı, ne dili ne de yaygınlaşan kültürü kalmıştır. Osmanlı’dan bugüne bu halkın dili, kimliği yok sayılmıştır.

O denli yok sayılmıştır ki, bugün Çerkes Soykırımı yeni kamuoyu yaratmaktadır. Neredeyse nüfusun yüzde sekseninin katledilerek, sürgün edildiği bir soykırıma, 151 yıldır suskun kalan bir dünyada sesini duyurmaya çalışan Çerkesler, dünyanın eşitsiz koşullarında yerleşik görünen bir göçebedir, yaraları tanınmadıkça ve sarılmadıkça... Çerkeslerin büyük kısmının zorunlu meskeni olan Osmanlı’da, ya da yayıldıkları coğrafyalardaki asimilasyon politikalarının başarısının altındaki nedenleri de düşünmek ve değerlendirmek gerekiyor. Toplumsal bir varlık olarak içinde yaşadığınız koşullar doğal bir asimilasyonu, devletin belirginleşen müdahaleleri olmaksızında gerçekleşir. Ancak bu asimilasyon azınlığı etkilediği kadar çoğunluğu da etkiler kültürel anlamda. Buna rağmen diliyle, kültürüyle, yaşayışıyla öteki olmaktan kurtarmaz sizi. Ezen ulus milliyetçiliği sahneyi doldurur. Siz dört duvar arasında kendiniz, dışarıda ise içselleşemeyecek zorunlu bir uyumun parçasısınızdır.

Halklar sorunu ya da sürgün ve soykırım halkları için bakılırsa eğer, asıl asimilasyonun yakıcılığı ve erkin başarısı, devlet eliyle doğrudan yürütülen politik asimilasyondur. Osmanlı ve devamcısı T.C bunu büyük oranda başarmıştır.

Adige/Abhazlara, Osmanlı kucak mı açmıştır? Elbette ki hayır. Kapitalizmde her devlet, azınlıkların olası başkaldırılarından korkar. Ezilen ulusların her zaman, yenilgiler de yaşasa başkaldırmaları mümkün ve kaçınılmazdır. Devlet ise, asimilasyon politikalarını yürütmek için milliyetçi hatta ırkçı söylemleri yükseltir. En yüce olanın kendi kültürü ve ırkı olduğu dayatmasını her kurumu ve yönüyle işler. Karşılaştığı tehdidin derecesine göre ya toptan yok etmeye ya da tüm değerlerini elinden alarak kimliksizleştirmeye çalışır. İkincisi daha kolay ve sorunsuz gelir. Dil ve toprak bütünlüğü yoksa asimilasyona karşı durmak neredeyse imkansızlaşır. Dili, kültürü, tarihi inkar edilir, yeni bir tarih aldatmacası ile büyür yeni kuşaklar. Dağlı ve hain Çerkesler gibi...

Çerkesler, Osmanlı topraklarına ayak bastığı andan itibaren Osmanlı’nın planlı bir yerleşimine tabii tutulmuşlardır. Samsun, Amasya, Tokat, Yozgat, Sivas Uzunyayla (Kayseri), Maraş, Çukurova, Hatay’dan yani Kuzey’den Güney’e inen bu hat Türkiye’de Kürt ve Türk olmak üzere iki önemli etnik grubu ayırır. Ayrıca Çerkeslerin Balkanlarda, Osmanlı İmparatorluğu’nun Hıristiyan tabakalarıyla Türkler arasına yerleştirilmiş olmaları ve Balkanlardaki çatışmalar sırasında kullanılmış olmaları da bir tesadüf değildir. Osmanlı’nın asimilasyon politikaları 1880’lerden itibaren Çerkesleri devletin vurucu gücü konumuna getirmiştir.

Marks’ın 151 yıl önceki direnişlerine ilişkin New York Times’a verdiği demeçte belirttiği gibi: “ ... Avrupa HALKLARI! Bağımsızlık ve özgürlük için nasıl savaşılacağını kahraman Kafkasya Dağlılarından öğreniniz. Onlar bu ilkelerin en belirli, en saygıdeğer temsilcileridir.

Dağlı, savaşçı, direnen ve kültürel değerleri yüksek bu halkları, Osmanlı’nın kendi lehine kullanması, gün gelip de karşısına almaktan çekincesi, asimilasyonu hızlandırmıştır. Orduya insan kaynağı, bataklık ve verimsiz topraklarını işletmek, demografik dengeyi lehine kurmak isteyen Osmanlı için, Çerkesler biçilmiş kaftandı. Açlık, sefalet ve göç koşullarında Çerkeslerin orduya gönüllü katılımları da kolaylıkla sağlanabilirdi.

1880’lerde Gürcülerle birlikte Rumlara karşı, 1915 Ermeni Soykırımında Zeytun ve Der-Zor’da Kürtlerle birlikte Ermenilere karşı konumlandırılmaları tarihin bir diğer gerçekliğidir. Soykırımı devletlerin yapacağını ya da yaptığını unutmadan, faturayı halklara kesmeksizin fakat dillendirilebilmesinin de bir sorumluluk ve samimiyet olduğunu kabul etmek gerekir. Bir soykırım halkının bir diğer üstelik de Kafkas halkının soykırımında kullanılması anlaşılır ve kabul edilebilir değildir. Devlet içinde tarihin öznesi olamadan nesnesi haline dönüştürülen bir takım Çerkesler vardı ve varlar da. Ancak aynı dönemde Kürt ve Çerkes halkı, Ermenileri evlerinde saklamış hatta ailelerine de almıştır. Bu da bir diğer yönüdür gerçekliğin. O yüzdendir ki halkların karşıtlanması sistem pratiğidir. Halkların ise bu oyunu bozması gerekir.

Çerkes Soykırımı’nın 151. yılındayız. Bugün dünyada bu soykırımı kabul eden tek ülke Gürcistan’dır. Bu yanıltıcı olmamalı. Gürcistan’ın bu kabulü politik bir manevradır. Abhaz ve Osetlere karşı yürüttüğü savaşı açıklamalıdır önce. ABD politikalarının gölgesinde, Kafkasya’nın emperyal bir aktörü olma çabası bir yana diğer yandan da Abhazya ve Güney Osetya’yı diğer Kafkas halkları nezdinde yalnızlaştırma politikasıdır. Soykırım öznesi sadece dilleri farklı Adige ve Abhazların arasında makası açmak da planın bir başka parçası. Çerkeslere vatandaşlık vermesi de bu bağlamda değerlendirilebilir. Daha da önemlisi Rusya Federasyonu’nun Kafkaslardaki politikalarını geriletmek de temel amacıdır. Türkiye’nin Gürcistan’la politik yakınlığı sebebiyle Abhazya’yı bir devlet olarak tanımaması da aynı yaklaşımdır. Kendi coğrafyasında “asla kardeş olamazsınız” dediği Abhazların  yaşadığını da yok sayıyor sanırız.

Sorun şudur ki kapitalizmin doğası ve burjuva düzen tanımı içinde halklar sorunu sınıf temelinden koparılmaya, kültürel özerklik düzeyinde taleplere yanıt verebilecek sığ politikalara endekslenmektedir. Hiçbir coğrafyası farklı olmayan bir dünya düzeninin yaşama ve insana dayattığı eşitsizlik ancak sınıfsız bir toplumsal düzende son bulacaktır. O güne kadar bize düşen ise, ezilen, soykırıma uğrayan tüm halkların kendi yaşam istençlerini ve mücadelelerini ikircimsiz tanımaktır.

Bütün soykırım öznesi halklara bakın...Kendilerini nar tanelerine benzetir. Dağılmış nar taneleri gibidirler. Rengi; yaralarının, acılarının rengidir.

21 Mayıs, Karadeniz’in en hırçın olduğu gündür. Ölülerini, dirilerini, geleceğini bilmedikleri yaşamlarının limanlara taşıyan Çerkeslerin, 151 yıldır dinmeyen çığlıklarının en hüzünlü günüdür. Bu hüznün kendi dili ve kimliğini arayan, bunun için mücadele veren örgütlü bir güce dönüşmesi elzemdir. Direnmeyen, yan yana durmayan, sesini duyurmayan, zoru göze almayan hiçbir halk kapitalizm koşullarında bir yaşamda özgürleşemeyecektir. Tıpkı kapitalizm koşullarında yaşayan her insan gibi... Asi, hırçın, savaşçı ve onurlu Çerkes ve Kafkas halklarını selamlıyoruz!

Başta Rusya Fedarasyonu olmak üzere tüm dünyaya ve Türkiye’ye sesleniyoruz.

Yahudi Soykırımı (Holocaust), Ermeni Soykırımı (Genocide), Süryani Soykırımı (Seyfo), Dersim Soykırımı (Tertele) ve Çerkes Soykırımı (Tsitsekun)’nı tanıyın!

21 Mayıs 1864. Unutmamalı... Unutturulmamalı...

7 Haziran seçimleri arifesinde, halklar için umudu yükselten HDP Merkez Yürütme Kurulu’nun 20 Mayıs 2014 tarihli bildirisinde ifadelendirdiği Çerkeslerin güncel talepleri ile yazıyı tamamlıyoruz.

Çerkes kimliğinin ve kültürünün yaşatılmasının önündeki engellerin ortadan kaldırılması, Ana dilinde eğitim hakkının sağlanması, üniversitelerde akademik programların açılması,

Çerkesçe TV ve radyo yayın hakkının sağlanması,

Çerkes köylerine eski isimlerinin verilmesi, çocuklara Çerkes dilinde isimlerin konulabilmesi,

Çerkesleri hain olarak anlatan veya inkar eden tüm ırkçı ifadelerin ders kitaplarından ayıklanması haklı taleplerini sahipleniyoruz.

Türkiye, halkların birbiri içinde eritildiği, eritilemeyenlerin düşman ilan edildiği, birbirine karşı önyargı ve nefretle eğitildikleri bir tarihin ağırlığını taşıyor. Çerkes soykırımının büyük acısını paylaşıyor ve Çerkes halkının anadili, kültürü ve inancıyla özgür, eşit ve demokratik yaşam mücadelesini mücadelemiz kabul ediyoruz.”
_______________

* Soykırım

Kaynaklar: Yamçı Dergisi, Mayıs 1977-Şubat 1978, s.97


Konuyla ilişkili diğer makaleler