TKP’nin Kuruluşundan 100 Yıl Sonra…

TKP’nin Kuruluşundan 100 Yıl Sonra…

100 yılı aşkın bir tarihe sahip olan Türkiye Komünist hareketi günümüzde geniş ve güçlü bir demokratik ittifakın en önemli bileşenlerinden biri olmaya adaydır.

Bu nedenle Türkiye Komünist hareketinin tarihini öğrenmek ve bu tarihi incelemek önemlidir. Tarih, sadece kahramanlık ve fedakârlıkların anılması veya yenilgi ve ihanetlerin yerilmesi değildir. Uygulanmış pratiklerin incelenmesi önemlidir ancak yine tarihin çeşitli dönemeçlerinde söylenmiş,

belgelere geçmiş ancak bir fikri takip, süreklilik olmadığı için unutulmuş veya gündeme alınmamış olanı da görmek ve yaşanan sürece ve aynı zamanda bugüne bir etkisi, değeri olup olmayacağını düşünmek, tartışmakta tarihin bize kazandırdığı bir olanaktır. Tarihi yorumlamak, çıkarsamalar yapmak ve varılacak ara sonuçlar, yeni politikaların oluşturulmasında tutunacak halkalardır. Eskilerin deyimiyle tarihe düşülen kayıtlar bu anlamda önemlidir.

TKP’nin tarihi derslerle doludur

Yazımı bu çerçevede tutmaya çalışarak TKP’nin kuruluş yıllarına değinmek ve 73 Atılımı kuşağı komünistlerin yaşadığı, hem öznesi hem de nesnesi olduğu dönemlerle ilgili politik yorumlarımı tartışacağım. Bizim kuşak komünistlerin politik hayata başladığı dönemlerde Türkiye Komünist Partisi üzerine bilgilerimiz sınırlıydı; TKP’nin 1973 Atılımı da bir yandan Sovyetler Birliği’nin tartışmasız üstünlüğü ve TKP’yi desteklediği söylemi üzerine kuruluydu. Devletin ağır baskılarıyla baş edemeyen, legal mücadelelerde aradığını bulamamanın ve illegalitenin efsane haline getirilmiş çekiciliği de önemli bir faktördü. Bir tarih bilincine, eleştirel bir bakışa sahip değildik. Tarihi romanlar ve anlatılarda TKP ve komünist hareketin tarihi, bir kahramanlık ve fedakârlık manzumesiydi. Oysa bizim de içinde olduğumuz, hayata geçirilmesinde katkıda bulunduğumuz politikaların belirlenmesinde en küçük bir katkımız yoktu veya olmadığı çok sonraları anlaşıldı. Oysaki omuzlarımızda devasa yükler taşıyormuşuz ve bunlar bizim tarihimizmiş. Tarih o gün de; yani yeni bir başlangıç için de gerekliymiş, aynı şekilde bugün için de gereklidir.

Komünist hareketin tarihi değerli ve zengin bir mirastır

Yüzyıl sonra bile unutulmayan, birçok parti, hareket ve kişi tarafından anılan, kutlanan, ayrı ayrı da olsa sürdürülmeye çalışılan bir miras. Öncelikle belirtmeliyim ki bu uzun yüzyılda Türkiye komünist hareketinin devamlılığını sağlayan, bu uğurda canlarını feda etmiş yoldaşlarımızın, bu uğurda işkencelere uğramış, acı ve yoksulluklar çekmiş, aileleri dağılmış olan yoldaşların hatıralarına bağlı olduğumuzu bir an dahi unutmamalıyız. Bu uzun zaman diliminde sürekliliğini koruyan - aradaki halkaların koparılmasıyla boşluklar oluşsa da - bir komünist harekete ve partiye olan ihtiyacın devam ettiği de bir gerçekliktir. Böyle bir realite varsa ve TKP isminin, komünizm ideolojisinin bu kadar çok takipçisi varsa bu ihtiyacı kim karşılayabilir? Sadece TKP adını taşıyanlar değil işçi sınıfı ideolojisine bağlı parti ve hareketler için de bu soru geçerlidir. Türkiye’de üç aşağı beş yukarı eşitler arasından kim öne çıkabilir? Ben kendi adıma içinden geldiğim, hayatımın büyük bölümünü adadığım hareketin irdelemesini yapabilirim. Eğer bu doğruysa tartışmanın bir yararı olur diye düşünüyorum.

Tarihle yüzleşmek sadece eleştiri değildir

Olup biteni dışımızdaki etkilere; burjuvazinin amansız saldırılarına bağlamak da bir çıkış yolu değildir. İçinde yaşanılan ortamın ve dönemin politik, sosyal, ekonomik durumunu doğru tanımlamak ve buna alternatif politikalar ortaya koymak önemlidir; bu zorunluluk bugün de geçerlidir. O zaman eleştirimiz ya da çıkaracağımız dersler anlam kazanabilir; zamanın şartları mı doğru tahlil edilemedi, çözüm önerileri mi doğru değildi? Bunlara, tarihe kronolojik olarak bakıp neler yaşandığı üzerine bir anlatı kurulabilir. Ancak belki de daha yaşamsal sorunlardan, bugün ihtiyacımız olandan başlayarak geriye doğru gidebiliriz. Bu zamana yolculukta tarih, bize objektif olarak yardımcı olabilir; Türkiye’de komünist hareketin ortaya çıktığı dönemlerin bazı yaşamsal tartışmaları anlamını kaybetmiş görülebilir ancak belki de bunları hatırlayarak izlenen yolun bize ne kaybettirdiğini bulup çıkarabilir, o gün dikkate alınmayan sorunların nasıl büyüdüğünü ve bugünün temel sorunları haline geldiğini de görebiliriz. Bu da yapacağımız tarihsel yolculuğun önemini ortaya çıkarabilir. Ve yakalayacağımız temel halka doğru olursa bir sonuca varılabilir.

1973 atılımı ve 1980 dönemine bakmak

Tekrar günümüze dönmeden önce 1973 Atılımı ve 1980 dönemine biraz daha yakından bakılması gerekli. Çünkü, bu dönemi yaşayan komünist kuşaktan pek çok yoldaşımız mücadelenin içinde ve mutlaka söylenecek çok söz var. Ben 1974 yılı sonlarında genç bir devrimci olarak TKP ile tanıştığımda, hücre toplantılarında, en çok önem verdiğimiz konular, bir illegal parti çalışmasının nasıl olacağı ve partinin programsal hedeflerinin nasıl hayata geçirileceği sorunlarıydı. Bu sorunlar şu nedenle önemliydi; yaklaşık olarak TSİP, TİP ve diğer sol parti ve hareketlerle aynı dönemde mücadeleye başlamıştık, bu partiler açık, legal partilerdi. Biz illegal partiydik. Aramızda bir fark olmalıydı. Türkiye’nin sorunlarına, bağımsız politik bir güç olarak hangi çözümleri ortaya koyuyorduk. Kısa zaman sonra, 1975 ortalarına doğru, illegal bir parti çalışmasının nasıl olması yerine, benim de içinde olduğum ve her bir devrimci grubun kümelendiği sendikalarda yönetimleri ele geçirme ve sendikalarda bir hegemonya kurma savaşının içinde bulduk kendimizi. Parti toplantılarında, parti politikası değil, yönetimde olduğumuz sendikaların güçlendirilmesi ve elde tutulması sorunları görüşülüyordu. Bu mücadele aynı zamanda işçilerin hakları için muazzam bir deney biriktirmiş olan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun içinde veriliyordu.

Parti sendika iç içe

Parti tarihinin deneyleri üzerine çalışırken, komünist işçilerinde içlerinde özverili bir çalışma yürüttüğü sendikaların büyük haklar kazandığını, üyelerinin çoğaldığını, fabrikaların dışına, meydanlara taşan büyük başarılarını ve 12 Eylül 1980’de faşist askeri darbe ile kesintiye uğratıldığını tartışmayacağım. Yine TKP’nin politik kadrolarının DİSK’te yönetim düzeyinde etkili olduğu dönemlerde sendikal mücadeleye yeni yaklaşımlar getirdiğini, sendikal teorilere katkıların yapıldığını da belirterek geçmek istiyorum. Oysa o günlerde ve daha sonraları de üzerinde en çok konuşulan konular; sendikal alanda verilen mücadeleler ve elde edilen kazanımlar olmuştu. TKP’nin politikalarının ne olduğu ve nasıl uygulandığı konuşulmadı. Aslında bu mücadelenin politik dile tercümesi- telaffuz edilmese bile-; TKP’nin İleri Demokrasi programının yakın hedefi olarak CHP ile bir bağlaşıklık kurmak, bunun için ilk koşul TKP’nin legale çıkması, mümkünse iktidar ortağı olacağı bir ileri demokratik düzenin kurulması için mücadele idi ve bunun özü de CHP’nin desteklenmesiydi. Bu nedenle sendikalarda yönetimlerin paylaşılmasında büyük bir kavgaya girildi. TİP’le düşmanlığa varan sorunlar yaşandı, sol içi ilişkilerde iş ve güç birliği yerine çatışma ortamı hâkim oldu.

Demokratik muhalefet olanakları

Partinin en güçlü göründüğü dönemde iki büyük fırsat ortaya çıktı; kendi özgücüne dayalı ve ittifaklarla bir demokratik muhalefetin ortaya çıkarılması: uygulanan politikalar böyle bir amaç gütmüyordu. İki örnekle böyle bir olanağın varlığını ve bu sonuca varmamı açabilirim. Birisi; TKP’nin yönetimlerinde etkili olduğu DİSK’te, DİSK’e üye veya bağımsız birçok sendikada, öğretmen hareketinde, demokratik örgütlerde ve derneklerde, tüm yurt sathında, partinin adeta yarı legal bir yapısı gibi örgütlenen “Birlik Dayanışma Hareketi”dir. DİSK’ten bir bildiri yayınlandığında bu örgütler aynı zamanda harekete geçebiliyordu. Yönetimde olsun veya olmasın tüm örgütlenmelerde bu yapının varlığı ve etkinliği hissediliyordu. CHP meclis grubunda elliye yakın milletvekilinin bu hareketi desteklediği söyleniyordu. Birlik Dayanışma Hareketi, tüm devrimci ve demokratik güçlerin katılması halinde demokratik muhalefetin etkili bir gücü ve demokrasi mücadelesinde bir kaldıraç olabilir miydi? Bir diğer olay da “Ulusal Demokratik Cephe” girişimidir: İktidar partilerinin kurduğu ve memlekette terör estirdiği Milliyetçi Cephe’nin karşısına bir Ulusal Demokratik Cephe’nin kurulması girişimi DİSK’in kendi fikri olabilir veya TKP’nin politikaları ile çakışmış olabilir. Ancak o dönemde de çok tartışıldığı gibi, birlik amaçlı olan bu çağrı tam anlamıyla sol içi ayrılığa neden oldu, TKP’nin legal yapılarının konsolidasyonu bile sağlanamadı. Bu soru ve tespitlerin parti politikaları ile ilgisi üzerine düşünülmelidir. Sendika meselesine parti politikaları bağlamında aşağıda bir defa daha değineceğim. Ama yazı planına bağlı kalarak; Kürt meselesi ve din meselesinde komünistlerin, Kürt halkı ile ve dindar halk kitleleri ile neden bir ortak mücadele geleneği yaratılamadığının tarihimizdeki köklerine bakmaya çalışacağım. 

Süreklilik, Fikri takip, Vefa

Türkiye Komünist Hareketi’ni meydana getiren köklerden Bakü merkezli TKP en güçlü kolu oluşturmuş birleşik bir merkezdi; TKP’nin kurucusu ve lideri Mustafa Suphi, ittihatçı düşünceyi tanıyan, Ekim devrimini yaşamış, Bolşevik liderlerle tartışan ve güçlü kişiliğe sahip bir liderdi. Bakü Kongresi, Ekim devrimine katılmış devrimciler ile Anadolu ve İstanbul’dan gelen komünist delegelerle hazırlanmıştı. Bakü programı, Anadolu Ermeni devrimcilerinin, Paramaz’ın ilkelerini de içeriyordu. Yine Ankara komünist hareketi, Yeşil Orducuların, eski ittihatçıların, halkçıların ve komünistlerin farklı fikirlerinin tartışıldığı bir bileşimdi. Önüne geçilemeyen olayların akışıyla;  Mustafa Suphi ve on dört yoldaşının katli, Ankara partilerinin Kemalist rejim tarafından yasaklanması ile İstanbul komünist grupları Türkiye Komünist hareketine şekil veren ideolojik politik hattını çizen merkez haline geldi.

Bir iktidar boşluğunun yaşandığı İstanbul’da işçi hareketi gelişkindi. 1919’da kurulan Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası, Anadolu’dan katılımlarla faaliyetini, Kemalistlerin İstanbul’a da hâkim olduğu 1925’e kadar sürdürdü. Bu parti, “Anadolu’da yaşayan ulusların “hür ve gönüllü birliğini”; demokratik “federatif bir cumhuriyeti” ; ve “ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkınısavunan TKP önderlerinin katledilmesinden sonra bu programı yok saydı. Mustafa Suphi’nin adı uzun süre anılmadı.

Yine İstanbul grubu, önlerine koydukları “geleneksel komünizm literatüründeki ‘işçi sınıfı’ belirleyiciliğinden farklı olarak, Türkiye’nin köylü toplum yapısına dayalı bir politika izlemesi gerektiği”, “komünizmin maddeci dünyasını maneviyatla dengeleme arzusu veya komünizmin toplumsal ve ekonomik düzen tasarımını kabul eden ancak manevi yönden ürken kitlelere ulaşmak hedefi”ni tartışan, Ankara komünistlerinin mücadele geleneğini göz ardı etti.

İstanbul komünistlerinin yüzleri Batı’ya dönüktü. Batı kökenli oluşları, Avrupa’da eğitim görmeleri ve ülke komünist partilerinin politikalarının Sovyetler Birliği’nin ve dünya devriminin çıkarlarıyla uyumlu yürütülmesi çabası, Marksizmi, pozitivist, ekonomist temelde yorumlamaları, modernizmi ve kapitalizmin gelişmesini ilericilik kabul etmeleri, onları Kemalizm’in kapitalist, modernist, laikçi politikalarına yaklaştırdı. Bu anlamda Kemalizm’in fiziki baskılarına karşın Komünistler, Kemalist ideolojinin temel tezlerini kabullendiler ve savundular. Herhangi bir anti-kapitalist içerik taşımayan anti-emperyalizm söylemi, dinin devlet tarafından kontrol edilmesi, dindarların baskı altına alınması, Batı’cılık, feodalizmin tasfiyesi gerekçesiyle Kürtlerin katledilmesi, Kürtçenin yasaklanması, asimilasyon politikaları, Kemalist devrimler olarak kabul gördü ve desteklendi. Kürt halkıyla ve Müslüman halk yığınlarıyla ve köylülükle komünistler arasında bir mücadele geleneğinin tesis edilememiş olmasının kökleri tarihimizde, buralarda yatıyor.

Sendikalar üzerinden parti faaliyeti geleneği

1920 başlarında, 1946’da yürütülen faaliyetlerde kuşkusuz pek çok komünist işçi yetişmiş ve işçilerin sendikal haklarını kazanması mücadelesi içinde yer almıştı. Bu gelenek 1973 Atılımı sonrasında da devam etti. TKP 1975’te örgütlenmeye başladığı dönemde ilk yöneldiği alan sendikalar oldu; 1975’te DİSK kongresini yapmış, tüm sol güçlerin desteklediği, çoğulcu, demokratik yapısı olan, güçlü sendikal geleneklere sahip mücadeleci bir örgüttü. Sendikalarda bu geleneği yaratan sendika liderleri TKP’li değildi. DİSK, Anadolu’da herhangi bir işçi örgütlenmesi başlattığında istisnasız tüm devrimci hareketler bu mücadelenin etrafında birleşirdi. Bu doğal bir durum denilebilir, ancak sendikalar üzerinden parti politikalarını yaymak, yürütmek gibi bir uygulama devrimci sendikacılığa TKP tarafından getirildi. Bu durum telafisi imkânsız bölünmeleri ve ayrılıkları harekete geçirdi.

Bu süreci tekrar ele almamın nedeni işçi sınıfının siyasal örgütlenmesinin ve işçi sınıfının siyasal partisinin politikasının sendikalarla bu derece içi içe geçmemesi gerektiği, bunun sendikalist bir sapmayı getirdiğini işaret etmek içindir. Bu durum 12 Eylül faşizmine karşı o derece güçlü işçi hareketinin neden direnmediği, işçi hareketinin neden bir direnişe geçmeden yenildiği sorusunun cevabını da içinde taşıyor. Bir direniş çağrısı sendikalardan da gelmedi. Onlar da aynı durumdaydı: En güçlü zamanında gösterilere katılan, grev yapan işçi sınıfı, sendikal bilinci aşamamışsa, devletin baskılarına karşı direnemez. O mücadeleyi sürdürecek siyasal bilinç ve örgütlenme içinde değildir. Kuşkusuz Türkiye Komünist Partisi’nin yeniden işçi sınıfı içinde örgütlenmeye başladığı beş yıl bunun için yeterli bir zaman değildi. Ancak sorun, ortaya çıkan tarihsel fırsatların hangi amaç için ve nasıl kullanıldığıdır.

Bu yazıda tarihimizin bazı dönemlerine büyüteç tutarak süreklilik ve ısrar, farklılıklara saygı, birlikte mücadele ile kazanım, toplumdaki etnik, inançsal, sosyolojik farklılıkların görülmesi ve politikalar üretilmesi bunların neden olmadığı ve sonuç alınmayan politikalarda ısrar edilmemesi gerektiğini açıklamaya çalıştım. TKP tarihinde pek çok kopma yaşandı. TİP ve TKP’nin birleşmesiyle kurulan TBKP’nin neden kapandığı veya kapatıldığı sorgulandı. TİP ve TKP genel sekreterleri, bir tabuyu kırarak Türkiye’ye dönüşleri ile Türkiye’de Komünist Partisi’nin legal alanda mücadele edebileceği süreci başlattılar. Bunun önemi inkâr edilemez. Ancak Türkiye komünist hareketin tarihinde pek çok kez yaşanan ve parti yaşamını, sürekliliği sağlayan bir halkanın koparıldığı da bir gerçektir. Bir kez daha bu kopuş yaşandı.

Bugün ancak ve sadece kendi tarihine özgüvenli yaklaşan parti veya hareket insanlığın, Ortadoğu’nun, Türkiye’nin ihtiyacı olan Komünist hareketi, partiyi yaratacak ve bu düzeni yıkarak emekçilerin sömürüsüz, savaşsız, özgürce yaşayacağı geleceğe doğru yürüyecektir.  


Konuyla ilişkili diğer makaleler