Talip Öztürk’ün Yüksek Anısına Saygıyla…

Talip Öztürk’ün Yüksek Anısına Saygıyla…

Talip ÖztürkAH GÜLÜM

Bir gül düşer dalından
Yaprakları savrulur
Esen yelde
Kokusu siner
Toprağa
Akan sulara...

Gülüm !
Gülümse bize
Yıldızlardan...

Bir tutam serinlik yolla
Kor düştü bağrımıza...

16 Kasım 1979’ da acı bir haber düştü radyolara. Tüm Demokratik Kitle Örgütleri içerisinde etkin olan Birlik Dayanışma Hareketi’nin kurucusu ve İstanbul TÖB-DER Şube Başkanı Öğretmen Talip Öztürk; görev yaptığı Ahmet Rasim Ortaokul’unun bahçesinde öğrencilerinin gözü önünde faşistler taraından kurşunlanarak öldürülmüştü. Haber yayıldı Türkiye’nin dört bir yanına.

Talip Öztürk sadece Demokratik Öğretmen Hareketi içinde değil, İşçi sendikalarının örgütlü olduğu büyük işletmelerde, İşçi sendikalarında, kooperatiflerde tanınan; hümanist yapısı, inandırıcı ve kararlı duruşuyla sevilen, önderliği kabul gören bir kişilikti.

Akşam kararmıştı. Tahir’lerin kapısı çalındı. Gelen Faik Bostancı’ydı:

“Talip’i vurdular Tahir!” dedi. Duydun mu?

Tahir’in içinde "küüüt" diye bir çınar devrildi sanki...Toprağın yarılması gibi yarıldı yüreği. Duymamıştı.

“İşçi Sınıfının önderlerini temizliyorlar Faik!” dedi Tahir. Sesi titriyordu…

Cenazenin kaldırılacağı 20 Kasım 1979 Sabahı; Sapanca BİRLİK-DAYANIŞMA Kadroları İstanbul’a gidecek banliyo trenini sabırsızlıkla beklediler. Acı bir düdük sesiyle geldi dordu tren. Geyve’den, Düzce’den, Hendek’ten, Karasudan- Akyazı’dan, Adapazarı Merkezi’nden, bölgedeki işletmelerden kopup gelen emekçiler tıka basa doldurmuşlardı treni. Tahir’ler de bindiler sıkışarak. Yol boyunca İzmit’in, Derince’nin, Çayırova’nın Emekçileri kalabalıklar halinde doldurmuşlardı teren istasyonlarını…Haydarpaşa Garı, karşıya geçen yolcu gemileri, İETT otobüsleri cenazeye gelen emekçileri taşıyordu adeta…

Aksaray Valide Camisi’nin önüne geldiklerinde yoğun bir kalabalıkla karşılaştılar. TÖB-DER Binası’nın önü, ara sokaklar, Valide Camii’nin avluları, Anadolu’nun dört bir yanından gelen emekçilerle dolup taşmıştı. Öğleye doğru kalabalık daha da çoğalmış, cami avlusundan taşarak Millet caddesine yayılmıştı.

Gelenlerin yüzlerinden yorgun ve uykusuz oldukları belliydi. İskenderun Demir Çelik Fabrikasından, Zonguldak Kömür Ocakları’ndan, Karabük Demir Çelik Fabrikasından emekçiler yekinip akmışlardı İstanbul’a. Trakya’dan. Anadolu’dan kopup gelen TÖB-DER’li öğretmenler, İGD ve İKD kadroları derin bir yas içindeydiler. Talip Öztürk’ün meslekteki ilk öğretmen arkadaşları Simav’dan kalkıp gelmişlerdi. Herkeste yoğun bir hüzün ve kararlı bir tavır göze çarpıyordu.

Tahir: ‘Şöyle bir dolaşayım hele!” deyip kalabalıkların arasına daldı. Hasan Ürel ve Hasan Gül’le karşılaştı aniden. Sarıldılar birbirlerine. Hasret giderdiler ayak üstü. Onlar da Ankara’dan gelmişlerdi. Güroymak’taki yaşanmışlıklardan bahsederek şakalaştılar birbirleriyle. Hasan Gül’ün Güroymak Ortaokuluna ilk geldiği gün… Almus’un Serince Köyü’nde, anasının fırınlayıp valizine doldurduğu eriştelerin altına sakladığı sol içerikli kitapları… Ali Sevil’in Ataması çıkıp gidince unuttuğu kemer…

Tahir:“Oğlum Hasan Gül!” dedi. “İşte Ali Sevil’in kemeri! Şaka yapmıyorum, çözde al senin olsun! Ben yeteri kadar kullandım zaten!”

“Get lan Meletli, kızdırma kafamı şimdi!” diye tersledi Hasan Gül. Bastılar kahkahayı eskiden olduğu gibi…Kahkaha atsalar da, içlerini yakan acı yüzlerine yansımıştı. Birlik Dayanışma Hareketi’nin Lideri yoktu artık. Faşist hareket TÖB-DER’li öğretmenleri

Diğer işçi sendikalarında ya da demokratik kitle örgütlerimde çalişan lideleri eğitim ve bilim insanlarını ellerindeki listeye göre sistemli olarak ve sıklıkla öldürmeye devem ediyordu

İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı yetkilisi Albay, Talip Öztürk’ün ölüsünü ailesinin istediği yere değil, Kozluk Mezarlığına gömülmesini dayatıyordu. Birlik Dayanışma Kadroları buna itiraz etti. Sıkıyönetim görevlisi Albay:

“Siz kabul etmezseniz cenazeyi size teslim etmeyiz!” diye rest çekti.

Tartışmalar sürdü gitti. Görevli Albay süreyi bel ki de bilerek uzatıyor, uzak diyarlardan kopup gelen yorgun kitlelerin çözülüp dağılacağını umuyor, böylelikle pazarlık gücünün artacağını düşüyordu.

İkindi vakti geldiğinde kitleler çözülmemiş, aksine daha da çoğalarak Valide Camii avlularından Millet Caddesine açılan kaldırımlara, kaldırımlardan caddeye taşmış, taşıt trafiği durma noktasına gelmişti. İkindiye doğru defin işleminin Kozluk mezarlığında yapılması, cenaze kortejinin trafiği aksatmadan kaldırımlardan yürümesi, herhangi bir taşkınlık yapılmaması koşuluyla cenaze töreninin yapılmasında anlaştılar. Pazarlığı yürüten albay:

Herhangi bir taşkınlık olursa kitleyi dağıtırım haberiniz olsun!”dedi. Sinirliydi.

Talip’in Arkadaşı Hasan Gürkan Albayın yanına doğru yürüdü, kulağına eğildi, fısıltılı bir sesle:

“Biz zaten Talip Yoldaş’ı şehit vermişiz” dedi. “İster dağıt ister dağıtma. Kitle artık inisiyatifini kendi eline almıştır. Olacakların sorumluluğu size aittir, o kadar!

Albay kulaklarına kadar kızarmıştı:

“Lanet olsun size!” diye bağırdı.

Yanıt vermedi Hasan Gürkan. Cenaze töreninin disiplininden de sorumluydu aynı zamanda. En yakın yoldaşını toprağa vereceklerdi birazdan.

Talip’in vurulduğu günün akşamı Bakırköy’de bir avukatın bürosunda buluşacaklardı. Zamanından önce gidip büronun önünde tur atarak Talip'’ beklemeye başlamıştı. Tanıdığı İGD’li bir gencin kendisine doğru koştuğunu gördü. Meraklanmıştı:

“Hasan Hocam yapmamız gereken bir şey var mı?” diye sordu genç.

“Hayırdır dostum ne oldu ki?

“Duymadın mı Hasan Hocam, Talip Amca’yı vurdular ya!

“Sen ne diyorsun oğlum?”

“Okulunun bahçesinde… Çapa’ya kaldırmışlar!”

Hasan Gürkan bir taksiye atlayarak hastaneye gitmiş, orada Süleyman Altaş’la İsmail Uyaroğlu’yla karşılaşmış, yüz ifadelerinden Talip Öztürk’ün ülmüş olduğunu anlamıştı.

Tanımsız acılar içerisinde Aksaray TÖB-DER’e gelerek DİSK'e, Maden-İş’e ve diğer demokratik kitle örgütlerine Talip Öztürk’ün vurularak öldürüldüğünü bildirmişlerdi.

Disk’ten iki görevli TÖB-DER’e gelerek matbaada çoğaltılmak üzere bir basın bildirisi ve afiş taslağı istemişler, daha sonra hazırlanan taslakları alıp gitmişlerdi.

O gece geç saatlerde basın bildirisi radyolardan okunmuş, İstanbul'un her tarafı sabaha kadar Talip Öztürk'ün posterleriyle donatılmıştı.

Talp’in oğlu geldi gözlerinin önüne Hasan gürkan’ın. Ölümün ne olduğunu bilmeyecek kadar küçüktü daha. Ailece birbirlerine gidip geldiklerinden Hasan gürkan’ı tanıyordu. Posterlerin asıldığı sabah koşarak Hasan Gürkana yaklaşmış:

"Hasan Amca, Hasan Amca!” demiş. “Babam ölmüş! Öyle sevindim ki! Baksana her tarafa fotoğrafını asmışlar!...”

Hasan Gürkan dayanamamış, çocuğa arkasını dönerek uzaklaşmış, bir süre hüngür hüngür ağlamıştı.

Aksaray’dan Topkapı’ya giden Millet Caddesi’ne açılan tüm sokak başları polis panzerlerince tutulmuştu. Tabut eller üstünde cami avlusundan ana caddeye çıktığında:

“TKP YAŞIYOR, SAVAŞIYOR!...” belgisi gök gürlemesi gibi yankılandı dört bir yanda... Aksaray Millet Caddesi’nde trafik tümüyle durdu. Talip Öztürk’ün büyük boy bir posteri, kortejin en önünde, Bahattin Güler’le Alptekin Kordağ’ın ellerindeydi. Daha arkada kırmızı beyaz karanfillerden oluşan bir çelenk ormanı akıyordu…Polis arabalarının sirenleri kitlelerin attığı belgilerle karışıyor, İstanbul’un caddelerinde, sokaklarında yankılanıp duruyordu.

Kortejin önü Kozluk Mezarlığı'na ulaştığında arkası Topkapı Garajı'na ancak gelebildi. Tahir’in de içinde bulunduğu Sapanca Gurubu Talip Öztürk’ün gencecik bedeninin toprağa veriliş anını bile izleyemedi. Yüreklerinde derin bir hüzünle geriye, Sapanca’ya doğru yola çıktılar.


Konuyla ilişkili diğer makaleler