Türkiye ve Dünyaya Bakış - 15

Türkiye ve Dünyaya Bakış - 15

Türkiye ve Dünyaya Bakış - 15

SEÇİM DEĞERLENDİRMELERİ

 

24 Haziran 2018 seçimlerinde CHP adayı Muharrem İnce öncekine göre daha fazla kalabalık topladığı, daha aktif bir söylem gerçekleştirdiği ve Kılıçdaroğlu’ndan alışılanın dışında yapıcı bir eleştirel polemik dili kullandığı için bir anda AKP ve özellikle Erdoğan’ın yenilmesini isteyenler için bir “umut” kaynağı haline geldi.

“Erdoğan gitsin de arkası tufan da olsa ne olursa olsun” fikri kafalarda derin bir yer etti. Halbuki İnce, TC Devlet geleneğinin temellerini aşan, burjuva diktatörlüğünün sınırlarını zorlayan hiç bir söylemde ve vaadde bulunmadı. Evet, kimi zaman kucağa hoş gelen ifadeler kullandı, ama o kadar!

Hal böyle olunca herkes İnce kazanacak, ikinci turda seçilecek, milletvekili seçimlerinde de CHP 1974 Ecevit zaferine yakın bir barajı yakalayarak yüzde kırklara ulaşacak zannedildi. İkisi de olmadı. Milletvekili seçimlerinde CHP olduğu yerde, hatta gerisinde kaldı (kimileri bu yüzde dörtlük kaybı HDP barajı aşsın diye CHP seçmeninin verdiği oylara bağlıyor), Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise Erdoğan karşısında yüzde yirmi ikilik bir yenilgi aldı.

Bunlar çok net sonuçlar. Birçok spekülasyon yapılabilir. Şuradan buraya oy kaydı, buradan oraya geçişler oldu denebilir. Oy çalındı da olabilir ve muhakkak ki çalınmıştır. Ama bir yanda milletvekilliği seçimlerinde yüzde yirmi, CB seçimlerinde de  yüzde yirmi iki gerisinde kalacaksın. İki seçimde de 10 milyon farkla kaybedeceksin, ondan sonra da bunu çalınan oylarla açıklayacaksın. Buna kimse inanmaz.

Madem öyle “oylar çalındı” fikrindesiniz o zaman oylarınıza sahip çıksaydınız. Bu kadar büyük bir sahtekarlık karşısında kıyameti koparsaydınız. Bu sahtekarlığı madem ki engelleyemediniz, istihbarat çalışması sonucunda işbirlikçi faillerin arasından itirafçılar çıkaramadınız, ortaya belge ve şahitlikler koyamadınız, o zaman bu söylemler konusunda dikkatli olacaksınız. Eğer seçim sandıkları açılmadan bilgisayarlarda kurgulanan seçim sonuçları açıklandı ve reel oylar dikkate alınmadı diyorsanız bunu ispat etmek ve gereğini yapmak sizin görevinizdir.

Ülkemiz insanının ilginç bir özelliği var. Bazen olguları oldukları gibi değil olmasını istedikleri gibi değerlendirme alışkanlığı. Bu da tabii seçim gibi kritik olaylarda “yenilgi” söz konusu olduğunda gerçeğin kabulünü zorlaştırıyor. Bu sefer gelsin senaryolar, gitsin komplo teorileri.

Halbuki bu seçimlerde kesin olan başka bir takım olgular var. HDP, MHP destekli AKP-SARAY Rejiminin tüm tehdit, tezgah ve çabalarına rağmen barajı yıktı geçti. Sadece yıkmakla kalmadı, 7 Haziran seçimlerine yakın bir sonuç aldı; 11,7. HDP’nin yedi, DBP’nin on beş bin üyesinin tutsak olduğu, meclis vekillerinden on beş tanesinin eş başkanlar dahil tutuklanıp serbest bırakıldığı ve halen on vekilin tutuklu olduğu, dokunulmazlıkların kaldırıldığı ve HDP’ye oy verdiği tespit edilen seçmenlerin ayrıca ek baskılarla karşılaştığı bu ortamda bu oranı yakalamak devrimci muhalefet açısından 24 Haziran seçimlerinin en başarılı sonucudur. Bu sonuç ayrıca seçimin AKP-MHP ittifakı ile HDP ve tüm devrimci demokratik güçler arasında geçmiş olduğunun göstergesidir.

Selahattin Demirtaş’ın tutsaklık koşullarında CB adayı olarak yüzde 8,4 oy alması ayrı bir başarıdır. “2014 seçimlerinde yüzde 9 almıştı, bu bir gerilemedir” diyenler, ayrı bir gezegende yaşıyor olsalar gerek. Selahattin Demirtaş’ın hangi koşullarda yaratıcı dahi olsa çok zor bir seçim çalışması yürüttüğünü görmemek abes ile iştigaldir.

Bu seçimlerin diğer bir “şaşırtıcı” sonucu, MHP’nin Kürdistan illerinde oy artışıdır. Herkes bunu hayretle karşıladı. Ancak biraz düşünebilenler burada şaşacak bir gelişme olmadığını anlamalıdırlar. Suriye ve Irak topraklarında, Rojava ve Kandil bölgelerinde ve Türkiye Kürdistan’ında “savaşan” saldırgan tüm paralı askerler, özel harekatçılar, JÖH’ler, PÖH’ler MHP’lidir. Korucular MHP kontrolündedir. Fethullahçılar tasfiye edildikten sonra bölgede görev üstlenen kamu görevlilerinin ezici çoğunluğu MHP’lidir. Dolayısıyla bu oy artışı sunni ve taşıma bir oy artışıdır.

Dolayısıyla çok büyük bir sürpriz söz konusu değildir. Bu seçimler bir kez daha devletin tüm olanaklarını elinde bulunduran ve işbirlikçi oligarşinin (işbirlikçi tekelci burjuvazi dahil) desteğine sahip olan bir aday blokunun sınıf hareketi yükselmeden ve kitlelerin devrimci eylemi olmadan kendi kendine yıkılamayacağını göstermiştir. Bu seçim sonrasında asıl üzerinde çalışılması ve ders çıkarılıp yeni yönelimler belirlenmesi gereken ana halka bu olmalıdır.

 

SEÇİM SONRASI EKONOMİ

 

Seçimler öncesi burjuvazi arasında yaşanan rekabet, emperyalistler arası ilişkilerdeki gel-git ve gerginlikler, AKP-SARAY Rejimi’nin uyguladığı farklı senaryolar köklü ekonomik krizin daha da derinleşmesini, dışa bağımlı ekonominin iyice sıkıntıya girmesini getirdi. Seçim ekonomisi ile bu bunalımın sonuçlarının halka yansıması mümkün olduğu kadar engellenmeye çalışıldı. En zayıf nokta döviz kurlarındaki gelişme olarak güncel yaşama yansıdı, bu da yetti de arttı.

Şimdi başta ABD ve İngiltere emperyalistleri olmak üzere emperyalist devletler, sermaye ve kaynak aktarma yarışına girecekler. Bunun ilk yansımaları Erdoğan’ı tebrik telefonlarında kendini gösterdi. Batılı emperyalist devletlerin bu hamlelerine karşı Rusya ve Çin ise TC ile ABD, AB ve İngiltere emperyalistleri arasında dengeleri bozmak için hamle yapacaklar. Gerek askeri gerekse de nükleer başta olmak üzere farklı sanayii alanlarında ve genel ticaret alanlarında Rusya ile Türkiye arasında ciddi ilişkilerin gelişmesi beklenirken, ABD’nin ana amacı da bunu engelleme çabası olacaktır.

Çin Halk Cumhuriyeti uluslararası alanda izlediği ekonomik ve politik stratejiye koşut olarak önce Afrika daha sonra ABD ve AB’den sonra şimdi de Türkiye, Balkanlar ve Ortadoğu’da politikalarını geliştirmeye başlıyor. Türkiye’nin hiç bir yerden istediği finansı bulamadığı “Kanal İstanbul” Projesi’nin ağırlıklı bölümünün ÇHC tarafından karşılanacağı seçim öncesi kamuoyuna AKP çevreleri tarafından sızdırılmaya başlanmıştı. Bu gerçekleşirse bunu devamı da gelecektir.

ABD ve AB emperyalistleri ile RF ve ÇHC’nin TC ile ekonomik ve politik ilişkilerini aynı düzlemde ele almamak gerekmektedir. Farklı politik ve ekonomik hedefler içeren bu ayrı politikalar gazete sayfalarında işlenmesi gereken çok daha derin konulardır. Fakat gerek Türkiye gerekse dünya politikaları açısından çok ciddi faktörler içermektedirler.

MHP destekli AKP-SARAY Rejimi şimdi bu gelişmeler yaşama geçene kadar vergi artırımları ve her alanda zamlar ile, sosyal harcamaların kısıtlaması yoluyla bu zor dönemi atlatmaya çalışacak, iç pazarı canlı tutmaya çalışacaktır.

Bu ve benzeri olguları tespit etmek ve yorumlamak önemlidir ama herşey değildir. İlericiler, devrimciler, sosyalistler ve özellikle komünistler açısından aslolan sınıf örgütlenmesinin hem sendikal hem de politik anlamda gerçekleştirilmesi, eksik yanların hızla girebileceği stratejiler geliştirilmesi ve geniş halk yığınlarının işçi sınıfı önderliğinde devrimci direniş ve yığınsal tepkilerinin örgütlenmesidir. Ülkede ekonominin kesin olarak düzelmesi, planlı sosyalist ekonomiye geçiş ile mümkündür, bunun ön koşulu da üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kalkmasını sağlayacak sosyalist devrimin gerçekleşmesidir. Bu bir hayal değil somut bir gerekliliktir ve Türkiye açısından kendisini dayatmaktadır.


Konuyla ilişkili diğer makaleler