Stalin Sonrası Döneme Geçiş: Çöküşün Kodları (4)

Stalin Sonrası Döneme Geçiş: Çöküşün Kodları (4)

Malenkov, Bulganin ve Krusçev

5) Yeni bir düzenlemenin (ya da tasfiyenin) ayak sesleri:

Stalin, temel mantığına yukarda değindiğimiz Parti içi düzenlemeleri adım adım hayata geçirirken, artık adı “Prezidyum” olan Politbüro’yu genişletmiş, 9 üyeden 25 üyeye çıkarmış, oldukça genç kadroları (örneğin o yılda 46 yaşında olan (nispeten) genç Leonid Brejnev’i) yeni oluşan Prezidyum’a dahil etmiştir.

Bu yeni durum, ülkenin (hala ve her şeye rağmen!) en üst politik organı olan Prezidyum’da bir tür “bolluk”, sürmesi zor bir “genişlik” yaratmıştır. Bu yapının içindeki kadrolar 3 grupta ele alınabilir:

  1. Yıpranmış “eski”ler: Sosyalizmin inşası ve iktidarın konsolidasyonu döneminde büyük hizmetleri geçen, ancak yeni dönemde ağırlığı fiilen azalan ve varlıkları giderek sembolik bir nitelik kazanan Kalinin, Voroşilov, Molotov ve Kaganoviç gibi kadrolar
  2. Aktif “eski”ler: bunlar 30’lar sonrası yükselen ve savaşta da ciddi görevler alarak güçlerini ve etkinliklerini sürdüren kadrolardır: Kruşçev, Beria, Malenkov, Mikoyan, Bulganin bunların en öne çıkanlarıdır.
  3. Yeniler: Stalin’in insiyatifi ile Parti yönetimine dahil edilen genç kadrolar (Brejnev, M.Suslov, A.Kosigin gibi)

Bu tarz bir yapıda, böyle “bollaşma”nın, ardından bir “daralma”nın geleceğini tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Stalin’in kafasında neler ve kimler vardı bilemeyiz; ancak bu düzenlemenin hem Partide, hem de devlette yeni bir önderlik yapısı dizaynının ilk adımları olduğu muhakkaktır. Bu, Parti üst yönetimindeki etkin kadroları, aşağıda değineceğimiz gibi, teyakkuza geçirmiştir.

II. Stalin’e Karşı “Dörtlü Blok”:

Sergo Beria, tam o tarihlerde, babası L.Beria’nın içinde yer aldığı, dolayısıyla yakından bilgi sahibi olduğu bir oluşumu aktarmaktadır ki; bu o dönemin bilinen aktüel bilgileriyle de uyuşmaktadır: Malenkov, Beria, Kruşçev ve Bulganin’den oluşan bir Dörtlü Blok. Stalin’in Parti yönetiminde yeni bir düzenleme (belki de o dönemin rutinleşen yöntemi olan, yeni “mahkemeler” ve yeni “tasfiye”ler) planladığını düşünen, ve kendilerinin dışlanacağını hisseden 4 lider kendi aralarında bir anlaşma yaparlar: Stalin’in kendilerini hedef alabilecek adımlarına karşı, geçmişte aralarındaki tüm ayrılık ve çatışmaları bir tarafa bırakarak, güç birliği yapmak ve birlikte hareket etmek. Aslında bu dörtlü, her konuda %100 uyum içinde değildir. Beria, (Stalin’den de daha fazla) Parti’nin devletteki rolünün sınırlandırılması isterken, Malenkov bu rolün aynen korunmasından yanadır. Beria, ’yi oluşturan cumhuriyetlere daha fazla özerklik verilmesini (hatta kendi ulusal orduları olması gerektiğini) savunurken, Kruşçev ve Malenkov SSCB’nin, Rusya’nın bir “ağabey halk” rolü oynadığı güçlü bir merkezi devlet olarak varlığını sürdürmesinden yanadır. Beria 37-38 tasfiyelerinin eli kanlı suçlularını cezalandıran bir liderken Kruşçev ve Malenkov bizzat bu sürecin en eli kanlı liderlerinden ikisidir (örneğin Kruşçev 1937’de, sorumlu olduğu Moskova Parti örgütündeki 38 sekreterden 35’ini kurşuna dizdirmiş, Ukrayna için 6500 kişilik bir idam listesi hazırlamıştır). Bulganin, Mareşal olmasına rağmen askeri bilgisi ve yeteneği sınırlıdır ve ordu içinde (bir Jukov ya da Vasilevski gibi) saygınlığı yoktur.

Bu Dörtlü Bloku, tüm bu ayrılıklara rağmen bir araya getiren, aklından ne geçtiğini bilmedikleri Stalin’e karşı mevcut iktidar statükosunu ve kendi pozisyonlarını korumaktır ve kendilerince nedenleri vardır. Beria, önemli bir gücü elinde tutmakla beraber, bir şekilde Stalin’in hedefi haline gelmiştir. Gerçekten de, hem onun bilgisi dahilinde, hem de arka planda Beria hakkında bir soruşturma başlatılmıştır. Konu, Gürcistan KP’de Beria’nın başa getirdiği ve hemen hemen hepsi Megrel olan kadrolara duyulan tepkidir. Ortaya atılan iddia ise, bu kadroların Gürcistan’ı SSCB’den koparmak için komplo içinde olduğu yönündedir. Bunun gerçek olup olmadığı hakkında bir şey söylemek mümkün değildir (Beria’yı sonra tasfiye edecek olan Kruşçev dahi bu iddianın gerçek olmadığını söyleyerek durumu Stalin aleyhine suçlamalarına birini daha eklemek için kullanmıştır). Ancak Beria’nın Stalin’in dış politikasına muhalefet ettiği, Batı ile ilişkileri yumuşatmaktan yana olduğu açık ve nettir; bu farklılığın ve gerilimin Stalin’in ona karşı harekete geçmesinin esas sebebi olma ihtimali yüksektir.

Dörtlü Blok, kendi aralarında iş bölüm yaparlar ve Malenkov hükümeti, Beria istihbaratı, Kruşçev Parti aygıtını, Bulganin ise orduyu bu süreçte “kontrol etme ve yönlendirme” görevini üstlenirler. Bu bloğun siyasi programı ve perspektifi oldukça muğlak ve “asgari müşterek”lerden ibarettir. Genel olarak “iç ve dış ilişklilerde yumuşama ve gerilimi düşürme” ortak paydadır ve şu noktalarda anlaşırlar:

  • Doğu Avrupa’daki Halk Demokrasilerinde (özellikle 1948 sonrası ülkeleri kasıp kavuran tasfiyelerden sonra) daha ılımlı bir iç politika
  • Yugoslavya’da Tito yönetimi ile ilişkilerin normalleşmesi.
  • Batı ile gerilimin azalması

Bu hedefler resmi olarak açıklanmadığı gibi, bu blok da bu hedefler konusunda yekvücut değildir. Nitekim “Tito ile ilişkilerin normalleşmesi” Beria’nın tasfiyesinde bizzat bu ekip tarafından, “Beria hain Tito ile işbirliğinden yanadır” diye ona karşı kullanılacak, ama daha sonra, 1956’de iktidarını sağlamlaştırdığında bizzat Kruşçev’in kendisi Tito ile ilişkileri normalleştirecektir. Dörtlü Bloğu bir araya getiren unsurun “ilke” veya “hedef” den çok Stalin sağken hayatta kalma güdüsü olduğu açıktır.

Stalin’in cenaze töreninde sağda Kruşçev, Beria ve dördüncü sırada Malenkov.“Esrarengiz” 19. Kongre

Başlıktaki “esrarengiz” sıfatının gerekçesini açıklayalım: İlk RSDİP kongrelerinden SBKP’nin son kongresi olan 26. Kongreye kadar tüm kongre ve konferansların belgeleri gerek Sovyet döneminde, gerekse şimdi basılarak kamuoyuna sunulmuştur; 19.Kongre hariç! Bu bilgi, gerek yazılı basında, gerek online ortamın en güvenilir kaynakları olan www.marxist.org ya da “Great Soviet Encyclopedia”da da mevcut değildir. Tüm kongrelerde, özellikle Sovyet döneminin bol tartışmalı 15, 16, 17 Kongrelerinin ve 1937-38 tasfiyelerinden sonraki 18.kongrenin belgelerinde en azında MK adına uzun bir rapor sunan Stalin’in konuşması ve diğer raporlar ayrıntılarıyla verilirken, Büyük Savaş’tan sonraki ilk kongre olan 1952’deki 19.kongre için belge olarak sadece Stalin’in yaptığı kısa bir açış konuşması mevcuttur. Kongre’de MK adına Malenkov tarafından sunulan bir rapor, Parti üyeliği üzerine Kruşçev tarafından sunulan bir rapor ve bir de ekonomik durum üzerine sunulmuş bir rapor söz konusudur; ancak gerek bunların içeriği, gerekse kongredeki gerçek tartışma konuları hala meçhuldür. Alınan karar olarak şunlar yansıtılmıştır:

  • Partinin adı “Tüm-Birlik Komünist Partisi (Bolşevikler)” den “Sovyetler Birliği Komünist Partisi”ne çevrilmiştir.
  • Politbüro yerine üye sayısı daha fazla bir Prezidium kurulmuştur.
  • Örgütlenme Bürosu (Orgbüro) feshedilerek Sekreterya’ya bağlanmıştır.
  • MK üye sayısı artırılmış, genç kadrolar atanmıştır
  • Parti için yeni bir program ve tüzük hazırlama kararı alınmıştır.
  • Son olarak (belki de en önemlisi) Stalin, ilerleyen yaşını gerekçe göstererek Sekreterya’dan ayrılmak istediğini belirtmiş; ancak kongre bu talebi reddetmiştir.

Bugün bu belgelere (ve o dönemin kritik başka belgelerine) ulaşan bir Rus araştırmacı, Nikolay Nad, gerek yazdığı kitaplarda, gerekse Rus RT televizyonunda yaptığı söyleşilerde son derece aydınlatıcı bilgiler vermektedir. Özellikle Stalin’in ölümü konusunda kendisinden gene bahsedeceğimiz N.Nad, 19. Kongrede Stalin’in yaptığı ve yayınlanmamış bir konuşmayı şöyle aktarmaktadır:

“…böylece Parti kongresini yaptık…... Birçoklarına göre aramızda tam bir birlik mevcut. Ancak aramızda herhangi bir birlik yok. Bazıları aldığımız kararlara katılmadıklarını ifade ediyorlar. Bize “niçin Merkez Komitesi aygıtını genişlettik?” diyorlar. Merkez Komitesi’ne taze bir kuvvet pompalamanın istenilir bir şey olduğu aşikar değil mi? Bizler yaşlıyız, ve yakında hepimiz öleceğiz. Büyük davamızın bayrağını kimin teslim alacağını düşünmek gerekir. Onu kim taşıyacak ve onunla ileriye gidecek? Bu konu sadık insanlara ve daha genç siyasi kişiliklere ihtiyaç göstermektedir.

Nikolay Nad, bu söyleşisinde Stalin’in ayrıca Beria’ya ilişkin kuşkularını (Gürcistan’da çoğu Megrel olan “kendi ekibi”nden oluşan bir yerel Parti örgütü ve Beria’nın yurt dışı Gürcülerle olan yoğun ilişkisi dolayısıyla) öte yandan da Mikoyan ve Molotov’a yönelik (belgelere dayanan) eleştirilerini aktarır. Açık olan şudur ki, ülkenin girdiği yeni dönemde Stalin, “Eski Muhafızlar” olarak adlandırılabilen yönetici kadronun yetkilerini tümüyle genç kadrolara aktaracak bir operasyon planlamaktadır. Ve “Eski Muhafızlar”, başta da yukarda zikrettiğimiz Dörtlü Blok, bu durumdan memnun değildir. 

19.Kongre belgeleri niçin yayınlanmamıştır? Yukarda zikrettiğimiz sınırlı bilgiler ışığında dahi bu sorunun cevabı kendini ele vermektedir: Bu kongre, kafasında yeni bir siyasi örgütlenme modeli gelişen Stalin ile partinin mevcut yönetici kadroları arasında ciddi bir gerilimi ortaya koymuştur. Bu gerilim, tüm netliği ile ortaya konulsaydı (ya da daha sonra bir şekilde kamuoyunun bilgisine sunulsaydı), milyonlarca insanın kafasında belirecek olan şu soruya cevap vermek zorunlu olacaktı: Bir gerilim var idiyse, o zaman bu gerilim pratikte nasıl çözüldü?

III. Stalin’in Ölümü: Sorular ve Kuşkular

Stalin’in ölümü ve onu çevreleyen sorular, ne SSCB’de, ne de uluslararası komünist harekette 40 yıl boyunca, 1990’lara kadar tartışılmamış, gündeme getirilmemiş, ortada bir soru işareti dahi olduğu konuşulmamış, irdelenmemiştir. Bu dönem zarfında bu konuda kuşkularını dile getiren tek lider, Arnavutluk Emek Partisi lideri Enver Hoca’dır. Enver Hoca, Stalin’e ilişkin kişisel anılarında (bkz.”Enver Hoca Stalin’i Anlatıyor”) “..Stalin’in ölümü de kuşkuludur ve karanlık bir olay olan “Doktorlar komplosu” ile bağlantılıdır” demektedir. Bugün “Doktorlar Komplosu”nun Stalin’den bağımsız bir iç iktidar kavgası olduğunu ve utanç verici bir anti-semitizm dalgasına yol açtığını belgeler ışığında görmüş bulunuyoruz (bkz. önceki yazı). Ancak Stalin’in ölümü konusundaki kuşkusunda Enver Hoca haklıdır ve uluslararası hareketteki muhalif konumu (ve SBKP önderliğini yakından tanıması) nedeniyle, bu konuda tek sesini yükselten o olmuştur.

Bu konu niçin tartışılmamış ve (aşağıda göreceğimiz gibi) örtbas edilmiştir? Bu sorunun cevabı “niçin 19.Kongre belgeleri yayınlanmamıştı?” sorusunun cevabı ile aynıdır. 19.Kongre, Stalin’in ölümü ve daha sonra aşağıda ele alacağımız Beria’nın ölümü, SBKP tarihinde ciddi bir kırılmanın, SSCB’nin geleceğine damgasını vuracak bir yeni yönelimin şekillendiği kritik bir momenti temsil etmektedir. 1953 – 1990 arası tüm uluslararası komünist harekette mevcut olan statükonun temelleri burada oluşmuştur ve varlığını bu statükoya borçlu olan SBKP önderliği (sadece Kruşçev değil, sonraki Brejnev ve Gorbaçov da dahil) kendi pozisyonlarının meşruluğunu tartışma konusu yapacak her türlü somut olguyu filtrelemiş, ayıklamış, kitlelerin bilgisinden uzak biçimde arşivlere gömmüştür.

Buradan, Türkiye’den “Stalin ölümünün perde arkasını açıklıyoruz!” türünde bir önermede bulunmamız, şüphesiz haddimizi fazlasıyla aşan bir iddia olurdu. Birçok detayı hala Rus devlet arşivlerde erişilmez durumda olan bu olaya ilişkin ancak şunu yapabiliriz ve yapacağız: Değişik kaynaklardan bu olaya ilişkin belirtilen ve birbirini teyit eden olguları sıralayıp, en azından ortaya çıkan tutarsızlıkları ve kafada oluşan soruları ortaya koymak.

Başlayalım:

  • Mart 1953’de Stalin topyekûn sağlık kontrolünden geçer. Hafif yüksek tansiyon başlangıcı ve eklem romatizması dışında sağlığı mükemmeldir, hatta (onun neredeyse sembolü haline gelen) pipoyu ve tütünü sağlığını korumak için bırakmıştır!
  • Stalin’in ev ve kişisel güvenlik sorumlusu değiştirilir. Yıllardır ona sadakatle hizmet eden sekreteri Poskrebişev ve muhafız komutanı General Vlasik “güvenilmez oldukları” gerekçesiyle görevden alınır. İşlemi yürüten Malenkov’dur.
  • 28 Şubat 1953 günü Stalin’in Kuntsevo’daki evinde akşam yemeği yenilir ve herkes evine gider. Hafif bir yemek yenilmiş, içki içilmemiştir.
  • 1 Mart 1953: Görevliler saat 20:00’de Malenkov ve Beria’yı arayarak “Stalin yoldaşın kapısının kapalı olduğu, adeti gereği çoktandır kalkması gerekirken kalkmadığı ve dışardan gelen seslere cevap vermediği” iletilir.
  • Stalin’in evine öncelikle Beria, Kruşçev, ve Malenkov gelir ve herkesi uzaklaştırır. Saat 23:00’de kapıyı açtırıp içeri girerler ve Stalin’in yerde baygın yatar durumda bulurlar. Bir kriz geçirmiştir.
  • Sovyet tarihçisi general Volkogonov’a göre Beria, evdeki güvenlik elemanlarına ve hizmetlilere, “Doktora gerek olmadığını, Stalin yoldaşın dinlenmeye ihtiyacı olduğunu, ve onu rahatsız etmemelerini” söyler !! Stalin yatağına yatırtılır.
  • 2 Mart’ta (krizden 12 saat sonra !) doktor çağırılır
  • Sergo Beria, sonraki iki günde “babasının ortadan kaybolduğunu, geldiğinde de (ferahlamış bir şekilde)  “Stalin artık siyasi hayata dönemez” dediğini aktarır.
  • 2 gün sonra Stalin’in durumu ağırlaşır, çağırılan doktorlar bir şey yapamaz.
  • 4 gün süren komadan sonra 5 Mart 1953 günü Stalin’in öldüğü ilan edilir. Ölüm sebebi beyin kanamasıdır.

Burada, her türlü “komplo teorisi”ne kulağımızı tıkasak dahi, akla gelebilecek en basit ve doğal soru ortadadır: Niçin 12 saat doktor müdahalesi geciktirilmiştir?

Sonrasında gelişen olaylarda tek “pürüz” yaratan olgu, Stalin’in (sağ olan) oğlu Vasili Cugaşvili’nin tepkisidir. Kruşçev’in anılarında “sarhoş, sorumsuz ve haylaz bir çocuk” olarak tarif ettiği Vasili için, yakın arkadaşı Sergo’nun tanıklığı farklıdır. Büyük Savaş’ta hava kuvvetlerine yazılan ve babasının adına layık olabilmek için aşırı cesur ve gözü pek uçuşlar yapan, sayısız Alman uçağını düşüren ve madalya alan genç bir savaş kahramanıdır. Vasili babasını ölümün duyunca, bulunduğu her mecliste “Alçaklar! Babamı onlar öldürdüler!” diye açık açık parti önderlerini suçlar. Önceleri ses çıkarılmayan Vasili, kısa zaman sonra, aynı sene (1953) hapse atılır ve 8 sene (1961’e kadar) hapis yatar. Hapisten çıktıktan sonra göz altında yaşar, alkolizme kapılır ve bir yıl sonra evinin kapısında bıçaklanmış olarak bulunur.

Bugün SSCB’de sosyalizmin yıkılması, aynı zamanda mevcut SBKP yönetiminin 30 yıl boyunca Stalin konusunda koyduğu bu “cendere”nin de yıkılmasını getirdi ve insanlar Stalin’in ülkesine ve halkına kattığı değerleri açıkça dile getirirken, kimi araştırmacılar da yıllar boyu kapalı tutulan dosyaları cesurca açmaya yöneldiler. Bugün ortada bir “Sovyet iktidarı” da kalmadığı için mevcut Putin iktidarı açısından da hiçbir risk oluşturmayan bu konu, açıkça ve serbestçe tartışılmaya başlandı. Bugün Youtube’da “Stalin’in ölümü” başlığıyla yapılacak herhangi bir arama, yetkili ağızlardan gelen çok sayıda somut iddiaya, tartışmaya ve delillere ulaşmayı mümkün kılmaktadır. Ortaya konulan olgular, farklılıklar ne olursa olsun şu noktalarda birleşmektedir:

  • Stalin’in ölümü kesinlikle “doğal” bir ölüm değildir.
  • Mevcut üst yönetimin çoğunluğunun bu ölümden çıkarı vardı.
  • Muhtemelen bu ölüm, bu grup içinden bir ekibin planıydı.
  • Bu iddiayı destekleyen çok sayıda olgu ve tanıklık arasında şunlar dikkat çekicidir:
    • Parti lideri A.Mikoyan, bizzat Enver Hoca’ya “Stalin’den kurtulduklarını” söyleyerek bununla övünmüştür
    • Diğer bir lider, Kaganoviç, ABD’den gelen akrabası Kahan’a “Stalin’den kurtulduklarını” gene övgüyle anlatmıştır.
    • Beria, liderin ölümünden sonra birkaç defa “Stalin’den sizi ben kurtardım” diyerek hava atmıştır.
    • Ceset üzerinde otopsi yapan Kremlin doktoru Rusakov, yayınladığı raporda “cesette çok sayıda zehirlenme alameti olduğunu” belirtmiş; bir süre sonra Rusakov “ölmüş” ve evi ve ofisi raporu bulmak için altüst edilmiştir. Rusakov’ın gizli bir yere sakladığı rapor kopyası daha sonra bulunarak KGB arşivine alınmış, Yeltsin döneminde arşivleri elden geçirmekle görevli general, raporu bizzat gördüğünü ve okuduğunu belirterek içeriğini ifşa etmiştir.
    • Yukarda zikrettiğimiz tarihçi Nikolay Nad, Stalin’in ölümüne yol açan ilacı veren hemşirenin adına kadar ayrıntı sunmuştur. Nad’a göre bu suikastın operasyonunu yürüten Beria’dır.

Yukarda sorduğumuz sorunun, yani “Stalin ile diğer liderler arasında bir gerilim var idiyse, bu nasıl çözüldü?” sorusunun cevabı da bu (artmaya devam edecek) olgular yığınında yatmaktadır: Bu gerilim, bizzat Stalin’in fiziki tasfiyesiyle çözülmüştür!.

Ancak her tasfiyede olduğu gibi, süreç asla tek adımda bitmez ve bir istikrarın oluşması için “tasfiyecilerin tasfiyesi” de gündeme gelmek zorundadır.

Beria’nın Ölümü

İktidarı ele alan ve kendini “kollektif liderlik” olarak lanse eden Dörtlü Blok, saptadıkları politikaları uygulamaya başlarlar. Doğu Avrupa’daki Halk Demokrasilerinde, özellikle Beria’nın ısrarıyla yürürlüğe konulan demokratikleşme planı sonucu, 1953 Haziran’ında Demokratik Almanya’da inşaat işçileri büyük bir kitlesel hareket başlatırlar ve hareket güçlükle ve zor kullanarak bastırılır. Bu durum, liderlik içinde Beria’nın konumunu biraz sarsar; ancak o, başına geçtiği istihbarat aygıtı dolayısıyla kendi gücüne güvenmektedir. Stalin aradan çekildikten sonra, Dörtlü Blok içinde ayrılıklar su yüzüne çıkmaktadır. Beria, Stalin’den de daha radikal biçimde partiyi tamamıyla geri plana itme konusunda kararlıdır (“Parti ülke yönetimiyle ilgileneceğine otursun “yeni insanı” yaratmakla uğraşsın”). Ancak Beria’nın bu ısrarı, (Stalin’den farklı olarak) “Marksist devlet teorisine yönelik bir hassasiyet”ten çok, Marksist teoriye pek inanmayan bir yönetici olarak onun teknokrat ve “icraatçı” reflekslerinden kaynaklanmaktadır. Kruşçev ve Malenkov ise partinin üst ve orta kademelerinin, parti bürokrasisinin temsilcisidir; ya da, daha doğru bir deyişle, 1930’lardan beri siyasi merkezin ilerletici projelerine direnen, ayak sürten ve yetkilerini azaltmaya asla razı olmayan bir kesimi yanlarına alarak ellerini güçlendirmeyi ve iktidara yürümeyi planlamaktadır. Bu, ikinci bir gerilimdir; ancak bu sefer karşılarındaki muarız olan Beria’nın, hem kişiliği, hem de elinde tuttuğu güç açısından şakaya gelir yanı yoktur.

Sergo Beria, babasının yakalanıp idam edilmesine ilişkin 6 farklı öykünün mevcut olduğunu, bunların hiçbirinin de gerçeği yansıtmadığını söylemektedir. Bunların ikisini ele alalım:

  1. Kruşçev’in resmi versiyonu: Kruşçev anılarında “Beria’nın Prezidiyum’a çağırdıklarını, orada kendisine ilgili suçlamaları ilettikten sonra direkt tutuklanarak cezaevine gönderildiğini, uzun bir mahkeme sürecinden geçtiğini, Beria’nin içerden hala kendilerine mektup göndererek af dilediğini, sonra mahkemenin kendisini ihanetten suçlu bularak mahkûm ettiğini ve kurşuna dizildiğini” yazmaktadır.

Sergo’nun tanıklığı: Beria’nın oğlu olarak Sergo da önce gözaltına alınmış, ölümle tehdit edilmiş ve uzun süre cezaevinde kalmıştır. Hapisten çıktıktan yıllar sonra, bu mahkemenin hakimleriyle görüştüğünde şu cevabı almıştır: “Mahkemenin oturumlarının HİÇBİRİNDE Beria’yı şahsen görmedik; onu gıyabında yargıladık” !! Ortada düzmece bir mahkeme vardır; bu süreç zarfında Beria’nın nerede ve ne durumda olduğu meçhuldür.

  1. Kruşçev’in “gayrı resmi” versiyonları: İspanyol KP’nin PB üyesi (sonradan ayrılan) Jorge Semprun anılarında (“Ne Güzel Bir Pazar”, Everest Yayınları s.166) tüm KP temsilcilerinin bulunduğu bir uluslararası toplantıda, Kruşçev’den olayın farklı bir versiyonunu duyan Parti lideri Carillo’dan dinlediklerini aktarır. Şöyle demiştir Kruşçev: “Beria çok zorlu ve tehlikeli bir düşmandı. Onu Kremlin’e çağırdık; fakat güvenlik görevlilerinin hepsi MVD (Beria’nın başında olduğu İç İşleri Bakanlığı) elemanlarıydı. Çağırdığımız odada onu bir general tabancasıyla vurdu. Ölüsünü halıya sararak, güvenlik görevlilerine bir şey hissettirmeden odadan çıkardık” (Semprun, toplantıda hazır bulunan İngiliz komünistlerinin “Meseleyi tam centilmen usulü halletmişler” diyerek alay ettiklerini de aktarır.) Başka versiyonlarda onu “Jukov’un tutuklayarak hapse yolladığını” iddia eder

Sergo’nun tanıklığı: Sergo yakın aile dostu olan Mareşal Jukov ile yıllar sonra görüşür. Jukov, “siyasi komiserler” mekanizması ile Parti’nin ordu işlerine karışmasından rahatsız olan bir profesyonel askerdir ve “partinin günlük işlerden çekilmesi” konusundaki kararlı tavrı dolayısıyla Beria ile oldukça yakın ve samimidir. Jukov yıllar sonra olan görüşmesinde Sergo’ya şunu söyler: “Onu tutukladığım, ya da onu vurduğu iddiaları tamamıyla uydurmadır, zira tüm o süreç boyunca babanı 1 kere dahi görmedim!” Beria’nın tasfiye sürecinde Jukov’un adının anılmasındaki maksat, tamamıyla o yıllarda halk nezdinde olağanüstü prestiji olan Kızıl Ordu’nun ve onun en başarılı komutanının adını kullanarak olaya haklılık ve meşruiyet katmaktır.

O zaman gerçekte ne olmuştur?

Sergo Beria, 26 Haziran 1953 günü işyerinde çalışırken babasına sadık bir arkadaşından bir telefon alır ve kendisine “Baban öldü, evin abluka altında, senin hayatın da tehlikede” denilir. Makenkov ve Kruşçev’e ulaşmaya çalışır ve Kruşçev “Evham yapmasın. Ona araba yollayacağım, evine gitsin” der. Evine vardığında babasının yatak odasının pencerelerinin mermi izleriyle delik deşik olduğunu, kapıların da kırıldığını görür. Evdeki hizmetliler “silah sesleri duyduklarını, ondan sonra da evden sedyeyle yaralı birinin götürüldüğünü” söylerler. Beria ortada yoktur. Resmi idamına kadar da kendisinden haber alınamayacaktır.

Sergo’ya göre babası Beria’ya direkt silahlı bir saldırı yapılarak gözaltına alınmak istendi; o da kendini savunurken yaralandı ve o halde gözaltına alındı. Bu andan resmi “idamı”na  kadar geçen 6 aylık süreç, tamamıyla Kruşçev’in Parti kadrolarını ikna etmek, parti yönetiminde bu konuda bir konsensüs yaratmak için örgütlediği bir süreç oldu. Aylar süren (ve Beria’nın bulunmadığı!) mahkeme, onun aleyhine MK’da bilgi veren “tanıklar” (“zamparaydı”, “genç kızları ağına düşürürdü” vs gibi) 6 ay boyunca bu amaca hizmet etti. Gerek partide, gerek kamuoyunda gerekli mutabakatın oluştuğunu hissettiği anda da onu idam ettirdi.

Sergo’nu açıklaması makul gözükmektedir, zira:

  1. Beria’yı Sovyet sistemi içinde hiçbir kanun maddesi ya da yasal mekanizma ile tutuklamak ya da gözaltına almak mümkün değildi (“tutuklama yetkisine resmen sahip bütün kurumlar onun denetimi altındaydı). Onu hareketsiz kılmanın tek yolu ancak Sergo’nun olduğunu söylediği türde bir “baskın” olabilirdi.
  2. Beria’yı 1930’ların Parti içi tartışmalarında olduğu gibi, eşit koşullarda ve onun da söz hakkı olduğu açık bir tartışma ile gözden düşürmek ya da teşhir etmek kesinlikle imkansızdı; zira MVD şefi olarak tüm yöneticilerin açıklarını, geçmişlerindeki kara dosyaları fazlasıyla biliyordu (oğlu Sergo, örneğin Malenkov ve Kruşçev’in 1937-38 tasfiyelerinde işledikleri cinayetlerin belgelerinin elinde olduğunu söylemektedir). Dolayısıyla ancak hayali bir tutuklama ve onun olmadığı bir ortamda yapılacak eleştirilerle “gözden düşürülebilirdi”.  Kendisine verilecek en ufak bir hareket olanağı, başında bulunduğu olağanüstü güçlü mekanizmanın bir kısmını dahi olsa devreye sokma şansı verirdi ki, bu da onu tasfiye planın suya düşmesi demekti.

Bu olguların ışığında, yaralı ele geçen Beria’nın gerçekte ne zaman öldüğü, infaz edildiği söylenen şahsın gerçekte o olup olmadığı bugün hala oğlunun sorduğu sorulardır.

Bu iktidar kavgasında, bugünden baktığımızda, Beria’nın (kendi açısından) temel hatası “Parti” unsurunu iyi değerlendirememiş olmasıdır. Hatırlardadır: Troçki ve yandaşları 1923’de’de Stalin’e “Genel Sekreterlik” görevi verildiğinde “hammaliye işleri onun sırtına yıktık, uğraşsın dursun” dedikten sonra, Stalin bu görevin kendisine sunduğu geniş ve etkin ilişkilerle büyük bir güç kazanmış ve iktidar kavgasında ciddi bir avantaj elde etmiştir. Aynı şekilde Beria, Kruşçev’e Parti işleriyle uğraşmasını onayladıktan sonra partiyi “her halükârda ikinci plana itilecek bir unsur” olarak fazla önemsememiş, elindeki İçişleri Bakanlığı ve istihbarat aygıtının gücüne güvenmiştir. Ancak göremediği nokta şudur: Üst ve orta kademesindeki yozlaşma ve bürokratikleşme ne olursa olsun Parti, tabanda sahip olduğu milyonlarca üye ile hala Sovyet toplumunun ruhunu, devrimi, Büyük Savaş’taki muazzam toparlanmayı temsil etmektedir ve çok ciddi bir toplumsal güçtür. Kruşçev bu gücü yanına aldığında, İçişleri bakanlığı ve istihbarat aygıtının gücünü rahatça ezip geçebilmiştir. Beria’nın partiyi ve temsil ettiği Marksist ideolojiyi önemsemeyen ve küçümseyen yaklaşımı, onun bir anlamda mezarını kazmıştır. Kruşçev, Beria’nın tasfiyesinde diğer liderlerin onay ve desteğini de (kulislerde neler döndüğünü bilme imkanımız olmamakla birlikte) muhtemelen bu argümanlarla, Partiyi ve onun rolünü yücelterek, Beria’nın gevşek Marksist tavırlarını kullanarak (“Beria’ya komünist demek mümkün değildi”) ve onun yeni bir Yezov olabileceği korkusunu yaratarak (“Beria gelirse 1937’ye geri döneriz, hatta daha beteri olur”) elde etmiştir Ancak elbette bu, Kruşçev önderliğinde partinin gücünü restore etmesi, Marksist ve devrimci yaklaşımın egemen olması anlamına gelmemiştir.

(Devam edecek)


Konuyla ilişkili diğer makaleler