Sömürü ve Asimilasyona Karşı Mücadelenin Diyalektiği

Sömürü ve Asimilasyona Karşı Mücadelenin Diyalektiği

Türkiye işçi sınıfının, emekçilerin, yoksulların ve ezilenlerin temel isteği, insan onuruna yaraşır barış içinde eşit ve özgür bir yaşamdır, demokratik bir Türkiye’dir. Bu ortak istek nasıl gerçekleşebilir?

Her şeyden önce emekçiler, yoksullar, gençler ve kadınlar içinde yaşadıkları karanlığın, sömürünün, eşitsizliğin, asimilasyonun, savaşın, yoksulluğun, taciz ve tecavüz olaylarının, kadın cinayetlerinin, doğa tahribatının ve cehaletin kaynağının emek-sermaye çelişkisi üzerinde kurulmuş bulunan kapitalizm olduğunu kavramalıdır. Bu gerçeklik kavranmadığı müddetçe karanlıktan aydınlığa çıkılamaz.

Büyük insanlığın tarihine baktığımızda karanlıktan aydınlığa çıkmak hiç de kolay olmamıştır. Halk yığınları bilinçlenerek, örgütlenerek ve alanlarda mücadelelerini birleştirerek kazanımlar elde etmektedir. Dünyada yaşanan demokratik halk yönetimleri ve sosyalizm deneyimleri de gösterdi ki politika boşluk tanımamaktadır. Yapılan her yanlış, rehavet, gerçekleri görmemek veya üstünü örtmek, sorumsuz davranmak, eleştiri-özeleştiriden kaçınmak, süreklilik içinde devrimci atılımlar gerçekleştirmemek gerilemeye, dağınıklığa ve çürümeye yol açmıştır. Bu durumda her zaman ödenen faturanın bedeli çok vahim olmuştur. Bir sınıf veya bir halk hareketi ne denli büyük ve güçlü olursa olsun pusulayı şaştığı vakit, vardığı nokta tasfiyedir. Bu, tarihin kaydettiği çok acı bir gerçek!

Ülkede iki ana devrimci güç yer almakta. Biri Kürt halkının özgürlük ve demokrasi hareketidir. Diğeri de işçi sınıfının demokrasi ve sosyalizm mücadelesidir. Her iki hareketin kendine has nitelikleriyle birlikte birbiriyle ilişkili ortak noktaları var. Ülkenin demokratikleşmesi emek sömürüsüne ve asimilasyona karşı mücadelenin birliğinden geçmekte. Bu iki yön birlikte ele alınmadan, o yönde mücadeleyi yükseltmeden nihai zafere varmak mümkün değildir.  Emeğin sömürülmesi ortadan kaldırılmadan; işçilerin, emekçilerin ve kadınların kölelikten kurtularak özgürleşmesi mümkün olmadığı gibi asimilasyon durdurulmadan ve ortadan kaldırılmadan ezilenlerin kurtuluşu, halkların eşitliği ve kardeşliği gerçekleşemez.

Bugünkü iktidarın zayıflığı karşısında demokrasi, emek, özgürlük ve barış güçleri daha çok zayıftır. Zayıf ve güçlü olmak iki karşı gücün birbirine olan kıyaslamasıdır. Oligarşi, istediği gibi at oynatmakta, cirit atabilmektedir. TBMM’nin yoksullar, emekçiler ve Kürtler için hiçbir fonksiyonu kalmamıştır. Horoz dövüştürme alanı gibidir. Sermaye sınıfı ve onun iktidarının meşrutiyetini kaybetmemek için buna ihtiyacı var. Birileri egolarını tatmin etmek için meclise ihtiyaç duyabilir. Bugün biz işçilerin, yoksulların ve Kürtlerin ne şova ihtiyacımız var ne de yolunu beklediğimiz bir kurtarıcı! Bizi kurtaracak olan kendi ellerimizdir, devrimci mücadelemizdir, emekçi ve yoksul halk yığınlarının birleşik mücadelesidir.

Bıçak kemiğe doğru gidiyor. Karanlık daha da koyulaşıyor. Para babaları faşizmi istiyor. Çeyrek var!  Bundan sonrasının adıdır, Faşizm! Ne yazık ki Türkiye devrimci sol güçlerinin yaşanmışlıklardan yeteri kadar ders almadığı ortadadır. Bir kere devrimciler olarak kolektif çalışmayı öğrenememişiz. Bilgi ve teoriler, ülkenin ulusal özelliklerine yabancı, halktan kopuktur. Kadroların mücadele içinde gelişmesi, güçlenmesi ve çoğalması gerekirken bir darbe karşısında tökezlemekte, durgunlaşmakta ve hareketsizliğin içinde çürüyüp dağılmaktadır. Birlikte olmaktan, birleşik mücadele vermekten kendi gücünü egemen kılmak ve dediğim dedik olarak anlaşılmaktadır. Sonuç durgunluk, bir sonraki aşama dağılmadır.

Politik mücadelede hiç şüphesiz nicelik önemlidir. Ülke politikasında rol oynayabilmek için belirli bir sayısal çoğunluğun, yığınların kazanılması gerekir. Bir o kadar da o yığınların bilinçli ve birbirlerine kenetlenmiş olması olmazsa olmazdır. Yığınların güvendiği, iradesini temsil ettiği kişi ve temsilciler rollerini iyi oynadığında mücadele ivme kazanır, süreklilik sağlar. Kurum ve partilerin yöneticileri devrimci tavır almadığı vakit, o yığınlar durgunlaşır, bekler ve zaman içinde ayrışır, dağılır.

Parlamentarizm, basın açıklamaları, sosyal medya devrimciliği, ekran şovuyla halk yığınları örgütlenip alanlara taşınamaz. Kuşkusuz bunların da belirli bir etkisi olmakta. Ancak böyle bir çalışma tarzını başa alarak yerellerde ve işyerlerinde asıl olması gereken çalışmaları küçümsemek, ikinci sıraya almakla kazanımlar elde edilmemekte.

Halk yığınları göbeğine taş bağlamış durumda. Öfke büyümekte. Hep birlikte ortak düşünmek, haykırmak ve adım atmanın yollarını aramakta. Büyüyen öfke doğru yöne, asıl ortak düşmana yönelmeli. Bunun gerçekleşmesi için ortak bir mücadele dili, zihin açıklığı ve doğru hedefi görmek gerekmektedir. Yığınsal çıkışlar tek yürek, tek bilek olduğunda zafere varır. Aksi halde yığınların niceliği ne kadar büyük olursa olsun kararlı bir irade birliği ve varılmak istenen hedef belli olmadığı zaman çabuk dağılmakta, sönümlemekte ve başarısız olmaktadır.

İşçilerin ve emekçilerin bir kesimi bugünden daha da çok kötü yaşamamak adına biat etmektedir. Bilinçli olmadığı için güzel bir yaşamı hayal edemiyor. Aydınlık bir çıkış yolu göremiyor. Politik mücadeleyi seçimlerde oy vermekle eş anlamakta.

Bölgede yaşayan Kürtler, bir yanda asimilasyon ve inkâra karşı direnirken diğer yandan da ekmek kavgasında. Köylerin yakılması ve yaylaların yasaklanması hayvancılığın bitmesine ve göçe yol açtı. Savaş, göç, yoksulluk, baskı, şiddet, inkâr ve asimilasyon Kürt halkının direnişini, özgürlük mücadelesini ve barış isteğini kıramadı, kıramayacak. Kürt halkı kimliğini kazanmanın yanında sömürüye karşı da mücadele vermektedir. Kimlik, ezilen halkların bir sorunudur. Sömürü ise kimliği ne olursa olsun bütün işçilerin ve emekçilerin ortak sorunudur.

Onun içindir ki sömürüye ve asimilasyona karşı mücadele diyalektik birlik içindedir. Sömürü ortadan kaldırılmadan ne Kürt halkı ne de diğer ezilen halklar özgür olamaz. Sömürü var oldukça eşitlik ve özgürlük bir hayaldir. Tersi de doğrudur. İnkâr ve asimilasyon ortadan kaldırılmadan sömürü ortadan kaldırılamaz.

Bugün Kürt halkı, özgür kimliğini istiyor. Bu mücadelenin yüz yıllık bir geçmişi var. Kürt halkı kimliğinin tanınması, anadilinin özgür olmasının yanında bir de diğer ezilen halkların işçi ve emekçilerinin sahip çıkmasının gerektiği gibi emeğin özgür olduğu bir Türkiye’yi ve dünyayı da istemekte. Bu istekler, somuttur.

Türkiyeli emekçiler, devrimciler, kadınlar emeğin sömürülmesine ve halkların ezilmesine karşı mücadeleyi birbirinden ayırmadan birleşik bir devrimci mücadele ruhunu kazanmalıdır. HDK/HDP gerçeği bu konuda muazzam bir zenginlik ve deneyimdir. Ancak yeterli değildir, yeterli olmadığı da ortada. Kendimizi kandırmayalım! Ezilenler, işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler gerici, faşist düşünce, kurum, kişi ve partilerin etkisinden kurtarılmalıdır. Bunun gerçekleşmesi için burjuvazinin zehirli propagandası kırılmalıdır. Bu devrimci kolektif çalışmalarla, güçlü bir ajitasyon ve propagandayla gerçekleşebilir.

Nasıl ki denizler, ormanlar yağmuru çekiyorsa, bedel ödemeyi göze alan, doğru çalışan, süreklilik sağlayan bir politik hareket de gelişir, güçlenir ve geniş halk yığınlarını kazanır. Yığınların devrimci çıkışı artıkça; devletin, sermayenin, onun iktidarlarının halkla olan bağı kopmak zorundadır. Savaşsız sömürüsüz bir dünyanın kurulmasını programına alan işçi sınıfının partisi, ezilenleri, yoksulları, kadınlar, gençleri ve işçileri kazanmak ve eğitmek zorundadır. İşçi sınıfının devrimci yoluna baş koyan kişiler, dürüst, çalışkan, özverili, girişken ve bilinçli olmak zorundadır. Dünyayı değiştirmek mükemmel bir teorinin ışığında mükemmel bir çalışmayı/mücadeleyi de gerektirir.


Konuyla ilişkili diğer makaleler