Namık Kemal Cibaroğlu: “Mustafa her zaman yanımızda, her yerde direnç gösterenlere arkadaştır”

Namık Kemal Cibaroğlu: “Mustafa her zaman yanımızda, her yerde direnç gösterenlere arkadaştır”

Namık Kemal CibaroğluMustafa Asım Hayrullahoğlu’nun işkencede katledilişinin tanığı olan Namık Kemal Cibaroğlu, Deniz Yoldaşla geçirdiği saatleri ve sonrasında işkencecileri aleyhine açılan dava sürecini anlattı. Kendisi de Devrimci Sol davasından işkenceli sorgulardan geçerek uzun süre tutsak kalan Cibaroğlu’nun tanıklığı Deniz Yoldaşımızın direnişçi kimliğinin, her koşulda davasına, Partisine bağlılığının ifadesidir. Cibaroğlu yoldaşımızla yaptığımız söyleşinin düzenlemiş şeklini aşağıda yayınlıyoruz:

12 Eylül öncesi dönemde, o dönemin koşulları çerçevesinde üniversite öğrencisi olarak İstanbul'da devrimci mücadelede yer aldım. 1982 Ekim sonlarına doğru gözaltına alındım. İstanbul Emniyet’inde 1. Şube kısmında yaklaşık 45 günlük bir gözaltı süreci içerisinde 26 gün kaldım.

İstanbul Cezaevlerinde – Metris, Sağmalcılar, hem askeri hem normal cezaevlerinde 1991'e kadar tutuklu olarak kaldım. 91 Ağustos'u sonuna doğru da tahliye oldu. Mahkemeler yaklaşık 34 yıl sürdü. Zaman aşımı oldu ve bazı davalar da beraatle sonuçlandı.

45 günlük bir gözaltı süresi vardı. Benim açımdan soruşturma bitmemişti yani daha doğrusu ben ve benimle orada kalan kişilerle ilgili işkence süreçleri devam ediyordu. Benimle ilgili daha soruşturma bitmediğinden, her an ellerinin altında olmam için, işkence bölümünün olduğu yerlerde böyle boş odalardan birinde hazır tutuyorlardı. İşte o dönemde sirkülasyon çok fazla, işkenceye geliyorlar, iki gün kalıyor, üç gün kalıyor, beş gün kalıyor, sonra soruşturması bitenleri gönderiyorlar.

15 Kasım 1982 günü odada bir ben vardım. Şimdi odayı biraz da tanımlamam gerekiyor. Duvarlarda zincirler var, zincirler monte etmişler. Gözaltında olan kişiler, kesinlikle 24 saat gözleri bağlı, mutlaka o zincirlere kelepçeler ile bağlı tutulurdu. Ve bir de iki kişilik yatak vardı, böyle bayağı pisti, kokuyordu yatak. Kalorifer peteğine dayalıydı yatak. Bazen işte burada iki kişiyi yatağa yatırarak tutuyorlardı. Kollarını da kalorifer peteklerine kelepçeliyorlardı. O gün ben yatakta idim. Akşam saatleriydi, polisler açısından mesainin bitmesine yakın, sürükleyerek birisine getirdiler. Bayağı sürüklüyor ve gözleri de bağlı. Hepimizin gözleri bağlı olurdu. Getirdiler benim sağ tarafıma yatırdılar. Benim sol kolumda kalorifer peteğine bağlı, onun da sağ kolunu kalorifer borusuna bağladılar. Ve sonra gittiler. Odada ikimiz kaldık. Yanımdaki sürekli inliyor.

Adını, hangi örgütten olduğunu sordum. Ama gerçekten konuşmadı. Sadece inliyordu. Kasım ayı olduğu halde hücre çok soğuktu. Ayaz vardı. Camlar falan kırık. Ve rüzgar gelip çıkıyor odaya. Üzerinde sadece bir gömlek var. Bir de kumaş tarzı bir pantolon var. Başka hiçbir şey yok üzerinde. Buna rağmen terliyordu. Ben elimi kaldırarak vücuduna dokunabiliyordum. Müthiş bir terleme var. Yani o havada bir insanın terlemesi... Daha kendisini tanımaya, anlamaya, kim olduğunu bilmeye, düşünmeye çalışırken aynı polisler geldiler. Bu gelip gidişler sabaha kadar oldu ama kimi zaman 3 polis bazen 4 polis. Gelen ekip hatırladığım kadarıyla 3 kişiydi. Direk Mustafa’ya yöneldiler, hemen tekme tokat girişmeye başladılar. Dövüyorlar, yumruk atıyorlar yani el ile sopa yoktu ellerinde. Tekme tokat vuruyor ve sürekli “senin ismin Mustafa mı, Deniz mi” “isim ver, yer ver”. Benim yanımda yapıyorlar sorguyu. Daha önce işkence görmüştü, orada neler olduğundan haberim yok ama benim yanımda bunları soruyorlardı. Adın ile yer vereceksin, randevu vereceksin şeklinde. Bir süre sonra gittiler.

Nöbetçi olarak kalan polis geldi, sol kolumu çözdü. “Bunun durumu iyi görünmüyor, sen bununla ilgileneceksin” dedi ve gitti. Kelepçe olmadığı için ben daha rahat Mustafa'ya doğru dönüş yapabildim. Fısıldayarak kimsin nesin, durum nedir öğrenmeye çalışıyorum ama hiçbir cevap yok. Yani bana herhangi bir cevap vermedi. Tabi beni de polis sanabilir Mustafa, çünkü bu tip taktikleri kullanıyorlardı. Ben ilk anlarda hakikaten durumun kötü olduğunu tam anlamadım, kendince bir direniş gösteriyor diye düşündüm. Ama terlemesi müthişti. Çok terlemesi vardı. Yani o soğukta o kadar terleyen bir insanın normal olmaması gerekir aslında. Yani bir sağlıkçı da değilim olayı anlamakta da zorlanıyordum orada. Nöbetçi polis geldi, ben kendisine çok terliyor, benim yapabileceğim bir şey görünmüyor, dedim. Polis kolonya getirdi, serinletir diye.

Gömleğinin düğmelerini açtım sol elimle. Sol göğsünde bugünkü demir bir liradan büyük morarmış bir bölge vardı. Yani müthiş bir sopa darbesi veya şiddetli bir şeyle darbe almış olmalıydı. Yani tek gözüme çarpan kısım orasıydı. Çıplak ayaklar, ayakkabı falan yok, çorapları da. Eğilip bakmak istedim ama Mustafa uzun boylu birisi, ayak uçlarını göremiyorum, büyük ihtimalle falaka vardı.

Kolonya ile göğsünü, alnını falan sildim. Geldiğinden beri nefes almakta zorlanıyordu. Benim de montum vardı yani montu ben yastık gibi yaptım hemen onu aldım boynunun altında koydum ki rahat nefes alsın diye. Fırsat bulduğum her aşamada sordum, kimsin nesin durumun ne diye ama hiçbir cevap alamadım ondan.

Polisler tekrar geldiler, ona yardım ederken gördüler, direk bana saldırdılar. “Kim çözdü seni” diyerek tekme tokat bana saldırdılar. Tekrar kelepçeyle kolumu bağladılar. Mustafa'ya illa orada adres, randevu, özellikle de adının Mustafa mı Deniz mi olduğunu kabul ettirmeye çalışıyorlar. Ve polislerin o konuşmalarından TKP'li olduğunu öğrendim, hatta konuşmada Merkez Komitesi üyesi lafları falan da geçti.

Sorgu sabaha kadar sürdü. Saatini hatırlamıyorum çünkü saatler yok. Sabahleyin koridordaki hareketli gürültü varsa mesai başladı demek oluyor, sessizliğe büründü ise mesai bitti anlamına geliyor. Sabaha yakın ben de sızıp kalmışım. Mustafa'nın da rahatladığını hissettim. Yani o eski inlemesi yok ama ben de hakikaten o pozisyonda, kollarım kelepçeli olarak nasıl sızmışsam... Birden timin odaya girmesiyle uyandım.

Geldiler, Mustafa'yı yine tekmelemeye başladılar. Mustafa’dan inleme, nefes alma veya herhangi bir hareket kıpırdama belirtisi yoktu. Bir polis benim üzerimden eğilerek Mustafa’nın kalbini dinledi. Bu ölmüş diye fırladığını hatırlıyorum. Bir anda odadan kaçtılar bunlar. Çektiler gittiler hızlıca kaçtılar.

Şimdi bu kısa anda ben de tam anlayamadım. Mustafa inliyordu, rahatsızdı ama öldü kavramı bana bir şok etkisi yarattı. Anlayamadım hemen. Kollarımız temas halinde. Hakikaten terleme yoktu. Sıcaklık da azalmıştı, nefes almıyordu. Anlamaya çalışıyorum. Bilemiyorum da kalbini ben dinleyemiyorum. Kolum hala kelepçeli. Beş on dakika geçti geçmedi, bir baktım bizim tim geldi, Devrimci Sol timi. Hemen benim kollarımı çözdüler. Hemen aldılar başka bir odaya götürdüler. İlk defa öyle bir odaya gittim. Göz bağlarım açık. Bütün timi gördüm orada. O kadar kibar davranıyorlardı ki, bana işte aç mısın, yemek yer misin, kahvaltı ısmarlayalım...

Hepsi 15-20 dakika içinde olan şeyler. Öldü haberi, beni oraya böyle el üstünde götürmeleri falan şeklinde olayları birbirine anlamaya çalışıyorum, çözmeye çalışıyorum. Orada bir ölüm olayı var. Hatta bizim “Postacı” diye kod adını bildiğimiz tim şefine ölmüş mü diye sordum, “nereden çıkarıyorsun ya sen işine bak” falan diye geçiştirdi.

Gözaltı sürecimin 26'ncı günü beni özel bir araçla, kendi araçlarıyla bir taksi tarzı bir araçla yani binek bir araçla götürdüler. Selimiye'ye böyle minibüslerle veya otobüslerle haftanın belirli günleri götürüyorlardı. Yani her gün götürmüyorlardı. Polislerle beraber Selimiye’ye götürüldüm ve orada tutuklandım. Sonra Metris Cezaevi'ne geldim. Şimdi Metris Cezaevi'nde siyasi bölümdeki yerime geçtiğimde ilk aklıma gelen bu olayın çözmeye çalışmak oldu. Yani neyin olduğunu da anlamakta zorlanıyorum. Burada Devrimci Sol davasından yargılanan Sinan Kukul ile konuştum yaşananları. Yani böyle böyle bir olay yaşadım, bir durum yaşadım yani öğrendiğim bilgileri aktardım. Bu bilgilerle mutlaka TKP'li arkadaşlara veya avukatlarına ulaşmak gerektiğini, bu bilgilerin kontrol edilmesi gerektiğini, yanımda birisinin bu şekilde öldürüldüğünü anlattım. Sağ olsun Sinan, artık nasıl bir yöntemle, nasıl bir kanallarla olduysa TKP'li arkadaşlara bunu ulaştırdı. Bir süre cevap gelmedi ama Sinan kanalıyla bana gelen bilgi şu şekildeydi “Arkadaş yanlış hatırlıyor olabilir. Yani o tip kişiler bizim aramızda yok, bilgi yok. Yani yanlış bir kişiyi tarif ediyorlardır” diye bir bilgi geldi. Tabii bu o dönemde ben bu bilgiyi inanmak zorunda kaldım. Bu dönem de aynı koğuşta kaldığım, ismini tam hatırlamıyorum ama Halkın Kurtuluşu davasından bir arkadaşımız tahliye oldu. Tahliye olan arkadaşa Mustafa ile bilgiyi ilgili kişilere ulaştırmak istediğimi söyledim. Dışarda bizim davayla ilgili arkadaşlarımdan ama hiçbir zaman hakkında soruşturma açılmayan bir arkadaşımız Emin Özger’e bilgi ulaştırmak istedim. Çünkü o arkadaşın mutlaka tanıdığı TKP'li birileri vardır ve mutlaka bulabilir diye düşündüm. 12 Eylül koşulları tabii, yani normal ilişkiler de değil yani öyle dernekler yok, gidelim bir derneğe veya gitsin bulsun.

Hatırladığım kadarıyla bir yıl sonra avukat görüşüm olduğu söylendi. Metris'te Ergin Cinmen geldi. Şaşırmıştım da. Hatta ben Mustafa'yla bağlantısını anlayamadım. O söyledi, “Bir işkence olayını tanıkmışsın, Mustafa Asım Hayrullahoğlu’nun -gerçekten ilk defa orada Mustafa’nın adını duydum- ailesi dava açacak, bu olayı bana anlatır mısın” dedi. Ben de işte olayın daha geniş halini anlattım kendisine. Sanırım 84 yılının Şubat ya da Mart ayında ilk duruşma oldu. O dönemde Metris'te bizim tek tip elbise direnişimiz var. Mahkemelere, ziyaretlere, aile görüşlerine tek tip elbise giydirerek çıkartmak istiyorlar. Hatta birçok haklarımızı tek tip elbise almanın karşılığında vermek istiyorlar. Biz de bunu kabul etmiyorduk doğal olarak. İlk aşamalarda zorla giydirmeye çalıştılar. Yırttık, işkence gördük falan filan.

İlk duruşma da tek tip elbiseye karşı bu direnişin olduğu döneme geldi. Ha bir de sakal direnişimiz vardı. Kantinden biz paramızla Permatik alıyoruz, traş oluyorduk. Ama işte bir ara cezaevi yönetimi kullanmış Permatikleri başka şeyler için de kullanıyorsunuz diye yeni Permatik alırken eskisini vereceksiniz kuralı getirmeye kalktı. Biz de parasıyla aldık vermeyiz, dedik. Bu tartışmadan sonra Permatik satmamaya başladılar. Mahkemeye gidişte gözünüzde benim o halimi canlandırabilmek için bunu anlatmaya çalışıyorum. Kış günü yani Şubat-Mart kesin yaz değil, külot, atlet ve bir de ne diyeyim bir kilise papazı gibi uzun bir sakalla kelepçeli olarak Selimiye’ye götürüldüm.

Selimiye'nin mahkeme salonlarının olduğu üst katta uzun bir koridor var ve yani o koridoru boylu boyunca yürümem lazım. Aynı koridorda başka duruşmalar da olduğu için avukatlar, mahkeme ziyaretçileri, bir sürü kalabalık koridor ve herkes palto ile oturuyor. Önümde subay, yanımda birkaç askerle ben o koridor boyunca yürüyorum. Hiç unutmuyorum, bütün koridor açılıyor. Çünkü külot atletli, sakallı bir adam geliyor, eli kelepçeli. Yani Manisa Tarzanı gibi. Tutsakların bulunduğu odaya götürüldük. Bir süre sonra haber geldi, mahkeme beni, adaba uygun giyinmediğim için duruşmaya kabul etmeyeceğini söylediler. O gün “mahkeme adabına aykırılıktan” dolayı duruşmaya giremedim, geri döndük. Ama şey tabiî kafamda “bugün, yarın olmaz ama mutlaka bir şekilde çağırmak zorundalar beni” diye düşünüyorum. Bir ay falan geçti geçmedi, bir daha duruşma oldu. Gittim bu sefer yine aynı pozisyonda. Değişen bir şey yok. Direniş devam ediyor. Bu sefer de basına kapalı duruşma kararı almış mahkeme. Hakikaten ne dinleyiciler, ne basın? Hiçbir şey yoktu.

Polislerin avukatları vardı, Ergin Cinmen ve Mustafa'nın annesi vardı, bir de heyet vardı karşımda. Duruşmada o gün neler olduğunu, yaşadıklarımı, neler yaptıklarını ve işte polisler tarafından öldürüldüğünün detaylarını anlattım. Tabii şuna inanıyordum yani 12 Eylül koşullarında, o kötü koşullarda bile yani böyle bir tanıklıktan sonra kolay kolay mutlaka bir şekilde ceza yiyecekler bunlar diye. Ve bildiğim kadarıyla oy çokluğuyla ceza verilmesi yönünde karar verdi. Herhalde 10'ar yıl falan. Polislerin bu cezası onaylanmadı. Mahkemenin bu kararından sonra Tercüman gazetesi iki gün bir yazı dizisi hazırladığını hatırlıyorum. Ben araştırdım biraz bulamadım ama okuduğumu hatırlıyorum. Yazı dizisi dediğim olay şu; bu polislerin ne kadar vatansever, nasıl teröristleri yakaladığını, hangi operasyonlar da başarı olduğuna dair bir yazı dizisi, direk bu yargılanmaya bağlıyor. Yani siz vatansever polislere niye böyle ceza veriyorsunuz der gibi bir yazı dizisi. Hakikaten bu biraz umudumu kırdı. O yazıyı okuyunca herhangi bir polis olmadıklarını, özel olarak birileri tarafından korunduklarını hissettim.

Daha sonra Yargıtay’a gitti. Bildiğim kadarıyla Yargıtay da davayı bozdu. Detaylı bilmiyorum dava dosyası yine vardır herhalde bu yüzden ve esastan mı neden bozuldu bilmem. Bozulduğunu öğrendim. Mahkemenin kararında oy çokluğu dedim ya, asker olan başkan ceza verilmemesi yönünde, sivil üyeler ceza verilmesi yönünde oy kullanmıştı. O günlerde Cumhuriyet gazetesinde küçük bir haber çıkmıştı. Haber de şöyle yazıyordu: Mustafa Hayrullahoğlu davasındaki heyetteki iki hakim sürgün edilmişti. Sonra yeni heyet kuruldu, heyetin başkanı değişmedi ama bu sefer delil yok denilerek polisler beraat ettirildiler.

Mustafa'yla gerçekten 10 saate yakın beraberdik. Konuşamıyordu zaten veya konuşmuyordu. Bilmiyorum. Ama bildiğim tek şey var. Orada kaldığım süre boyunca, yani hakikaten direniş gösteren nadir insanlardan biri olarak her zaman takdir ettim. Yıllar sonra Elektrik Mühendisleri Odasında çalışırken eşi bana ulaştı. Yıllar sonra eşiyle buluştuk. İlk defa benle röportaj yapmak istemişlerdi. Ben eşinin yanında anlatamam, başka yerde yapalım, dedim. Eşinin gözüne baka baka, kocasının yaşadığı durumu anlatmak istemiyorum dedim. Ama o yanında anlatmamı istedi. Yanında yapmak zorunda kaldım röportajı. Hiç yüzüne bakmadan yaptım sonuna kadar. Sonuna kadar da dinledi. Sadece bir kere soru sordu. O zaman yüzüne baktım. Üzerinde ne vardı, diye sordu. Ben de anlattım. Tamam dedi, ben almıştım onları dedi. Sonra da diğer odaya geçti. Yıllar sonra öğrendim, ilk kez sigara içmeye o saatte başlamış, “o gündür bu gündür içiyorum bu sigarayı” dedi yıllar sonra.

O polisleri şimdi duymuyoruz, bilmiyoruz. Ama Mustafa her zaman yanımızda, herkesin yanında, her yerde Mustafa gibi direnç gösterenlere arkadaştır. Doğrusu da bu. Biz buna her zaman inandık. Bir insan kaybettik, değerli bir insanımızı kaybettik. Ama onun anıları, onun yaşattıkları onun değerleri her zaman herkesin, her anlayıştan herkesin belleğindedir.


Konuyla ilişkili diğer makaleler