Kurban Eti Geldi mi?

Kurban Eti Geldi mi?

- Hanım, sen ocağı yak ! Şuracıkta bir eşek yükü odun var zaten; gaz yağı şişesi de yanında. Kibriti de yanı başından sen alıver artık. Ben bıçakları biledim. Biri, kocaman satır; eh kemiklisini getiren olursa satırla doğrarım, -kaburga veya kabası, yani but falan- küçük bıçağı da hallettim. Hadi ama canım, çocuklarla uğraşma. Bugün, her Kurban Bayramlarında olduğu gibi kahvaltıyı sıcak sıcak kavurmayla yapacağız. Aman Hanım şu koyun eti de ne güzel kokuyor değil mi? Beyaz su zambağı mı desem, sümbül mü desem bilmem ki, ama öyle bir şey. Fakat kokular birbirine karışıyor. Şu arka komşular dana kesmiş olmalılar. Canım çitlerin ardındaki Kılçık Osman’la, Hödüğün İsmail her zaman kuzu keserler...Şey hanım, dikkat ediyorum da İsmaillerin kuzular hep karagöz oluyor. Ondan mıdır nedir, etleri de daha bir güzel, lezzetli. Hatta sen bir keresinde “Adam, üstelik daha pişkin oluyor.” demiştin, hatırladın mı? Ah, nerden hatırlayacak, Hödüğün İsmail bir yıl oldu öleli, Kılçık Osman da üç yıl önce şehre göçtü.

Of, daldım gittim. Ama bizim avrat hala ocağı yakmamış. Oysa satırı bile hazır ettim. Etler çok olursa kavurma yaparız değil mi Cavide? Kışın çoluk çocuk ne güzel yeriz. Canım bilirsin ben kavurmayı oldum olası severim. Bazen kaburga geldiğinde pirzola da yapardık. Dur şimdi iyi aklıma geldi. Şu eti dövmek için aldığım çelik dövmeyi de bir güzel silip yanıma koyayım. Hazır olsun da kahvaltıya geç kalmayalım; çocuklar birazdan zırlamaya başlar.

- Kız Cavide, yeterli yağımız var mıydı? Senin o sapı kırık tavan da yıkanmamış, bulaşıkların içindedir mutlaka. Ah be karı, durmadan bağırttırırsın beni. Sen bilmiyor musun ki bu gün kurban bayramıdır ve az sonra parça parça etler gelecek, butlar gelecek. Sahi, hanım bir keresinde soymak zor olduğu için bizim Rıfat Ağa, koca bir koçbaşı getirmişti, hatırlıyor musun?

- He, hatırladım ya, bizim askerdeki oğlan henüz doğmamıştı.

- Canım bakarsın yine getiriverirler. Gerçi kahvaltıda kelle yenmez ama bir şeyler düşünürüz artık...Karı sustur şu çocukları Allah aşkına, bağırıp durmasınlar. Ne olacak biraz daha beklesinler; henüz saat 12.00 bile olmadı. Olsun, bu gün de geç yiyelim. Sen harlat hele ateşi harlat, nerdeyse kapı çalınır, artık kelle mi gelir but mu bilinmez. Ama ateş hazır olsun. Sahi ben soğan da hazır edeyim, ateşin sıcak külüne sokuverirsin, ne güzel yumuşacık oluyor. Canım biberleri bana bırak, onları ben közlerim. Tamam, biliyorum sen ille de kırmızıbiber de istiyorsun, oldu öyle olsun ondan da yıkar getiririm şimdi. Fakat tavayı, yağı, tuzu, hele de karabiberi hazır et, çok acıktım. Karnım guruldayıp duruyor. Tabi dün gece pişirecek bir şey olmadığından var olanı çocuklara yedirip biz senle iki parça kuru ekmek kabuğunu kemirip uyumuştuk. Ondandır herhalde, yoksa her zaman açlığıma dayanırım...

Dışarısını pırıl pırıl güz güneşi sarmış, yapraklar yarı yeşil yarı kızıl sarısı. Dışarısı keskin sabah soğuğu ile örtülmüş; kadının kırdığı odun ve çırpılarda çiğ tanecikleri var. Toprak ıslak. Ocaktan tüten gri duman kadının yüzünü yalayıp evin yıkık saçağı üzerinden köyün kuzeyine doğru dağılıyor. Küçük bir oğlan çocuğu divanda yattığı yerden, gözlerini ovuşturarak açık olan televizyonu seyrediyor. Ses kısık, dışarıdan duyulmuyor ama görüntüler toz duman; bir Işid militanı bir gazetecinin uzun bir palayla kafasını koparıyor. Yerde kan izleri var. Çocuk korkulu, çocuk ürkek, yüzünü küçük avuçlarıyla kapamış şaşkın, yine de izliyor. Annesiyle babasının avludaki tartışmaları ona kadar geliyor. Yeşil bir çekirge kanatlarını açarak kuru bir yaprağın üzerinden zıplayıp yandaki çitlerin önüne konuyor. Üç beş serçe sürüsü kavisler çizerek duvarın dibine çömelmiş adamın üzerinden komşu bahçenin üzerinde kayboluyorlar... Ateş, bir sönüp bir harlıyor durmadan. Kadın hala konuşuyor; kendi kendine mi, adamla mı belli değil ama konuşuyor:

- Adam, sen emin misin, bugün kurban bayramı olduğundan? Senin canın et istedi diye mi tutturdun bayram diye? Canım bayram olsa kurban kesimleri bu zamana kalır mı hiç? Hele saatine tekrar bak bakalım! Gerçi güneş çoktan tepemize dikildi ya, yine de yanılmış olabiliriz. Odunlar da yana yana tükenir oldu...Kızım git hadi başka tarafta oyna, ayaklarıma dolanma şimdi. Görüyorsun telaşımız var. Tamam birazdan kahvaltıyı hazırlayacağız. Ne mi yiyeceğiz? Yavrum hiç sorulur mu Tanrı aşkına, tabi ki kavurmayla yapacağız kahvaltımızı. Etler mi, nerde mi? Evladım Hatice Teyzen şimdi getirecek; belki ondan önce Pinti Mehmet’in anası Rukiye Abla getirebilir, o da olmazsa Adem Kahyanın küçük oğlu Eyüp, o da kurbanı kesmiştir. Eh adamın şuradan şuraya kadar upuzun otobüsü var neden kesmeyecekmiş. Köselerin Mustafa da keserdi bilirsin, ama ölmeden önce. Ya evladım ne var zırlayacak, biraz daha bekleyin. Bak baban bıçakları biledi, soğanları soydu, biberler de hazır; sadece etler kaldı, onlar da şimdi neredeyse gelir! Ah anasının kuzusu...Gelir kızım, gelir, hiç gelmez mi?

- Hanım Bakkal Zekirleri hatırlar mısın? Hani şu kırk yıl bizim Kooperatif’in başkanlığını yapmıştı. Deli Yusuf anlatırdı, -komşu ya onlar- kurbanı keser, zırnık dağıtmazmış.

- Hadi canım sen de, adamın günahını alma. Belki Deli Yusuf dağıtmıyordur, kendi kabahatini komşusuna yüklüyordur. Ama şimdilerde bunu çok yapan var. Kesiyorlar kurbanları, dolduruyorlar buzdolaplarına. Neymiş efendim, kurban kesmişler. Günah canım günah! Billahi dinimiz bunu kabul etmez. Peh, peh, Allah da kabul etmez adam; adı üstünde kurban bu: kurbanı fakire fukaraya vereceksin, yetimlere dağıtacaksın, bizim gibi yoksullara getireceksin. Kes kes ziftlen. Zıkkımın kökünü yesinler inşallah. Benim bildiğim Tanrı onlara sevap bile yazmaz, bilirim ben. Onların hepiciği cehennemlik, boynu bükülesiler; deyyus bunlar canım, hem de dik alası. Allah hepsinin cezasını versin! Kız git şuradan şimdi sinirimi senden çıkarmayayım. Karnı açmış şuna bak! Sanki bizim aç değil, sanki pişirmişiz de kavurmaları biz yemişiz! Soysuz kız, kaç başımdan dedim, almayayım ayağımın altına! Baba...Ne babası, başlatma babandan da, beni rahat bırakın!

- Avrat be...Ne oluyor, neden hiddetlenip duruyorsun, biraz sakin ol!

- Olamam! Sakin olamam. Baksana ikindi oldu kimse bir dirhem et getirmedi. Öldüm sabahtan beri ateşin karşısında. Sen de durmadan: “Harlat şu ateşi harlat harlat!” diyorsun. Yakmaktan odunları bitirdik adam, odunları; görmüyor musun? Neymiş, kurban bayramıymış! Lanet olsun sizin kurbanınız da bayramınız da. Bugüne kadar paranızdan ne hayır gördük ki kurbanınızdan göreceğiz. Alın zenginliğiniz, varsıllığınız sizin olsun, kuzunuz, kurbanınız, etiniz, butunuz sizin olsun!

- Hanım yapma Allah aşkına, sakin ol! Bak burada dört tane soğan hazırladım, yeşil biberler, kırmızı biberler de var. Niye sinirleniyorsun canım. Bugün de et yemeyelim, bugün de kavurma yemeyelim ne olmuş ki zaten. Hem sen demez miydin: “Be adam şu soğanı hiçbir şeye değişmem!” diye. Yeşil biberi, kırmızı biberi seven sen değil miydin? Olsun, olsun bu sabah da etsiz olsun, ziyanı yok hanım, ziyanı yok sevgili karıcığım. Yeter ki Allah sağlık versin...sıhhat versin...yaşayıp gideriz ne olacakmış sanki. Varlık ne ki be karıcığım, zenginlik ne ki? Zenginlik kurum, zenginlik kibir, zenginlik yoksulları aşağılama, onlara tepeden bakma, insanlığını yitirme. Ne ki varlıklı olmak, ne ki o dediğin zenginlik? Koca yıl kapımızı çalmayanlar, hiç bayramlarda et getirirler mi? Söyle hanım getirirler mi? Onlar ki boklarını bile kedi gibi kuma gömerler; ben bilmez miyim sanıyorsun bu dünyanın hallerini? Ama ne yaparsın işte, farkında olmadan umutlanıverdik; affet beni karıcığım, bağışla beni ki, bütün gün seni de ateşin başında öylece telef ettim. Kızım bağışla beni, sizi de gün boyu aç koyduk. Ne yaparsın yavrum, ne yaparsın. Dünya kurulalı beri umut hep fakirin ekmeği olmuştur, öyle de sürüp gidiyor işte, sürüp gidiyor kızım! Şimdi ben de yardım eder, çabucak kahvaltımızı yaparız. Üzülmeyin siz, yeter ki üzülmeyin; bu bayram da geçer...

 

Kurban Derisinden Nakit Bağış Toplamaya

Kurban derisi pazarıEskiden Kurban Bayramı öncesinde Türk Hava Kurumu ile cami yaptırma dernekleri ile islamcı gençlik örgütleri arasında deri toplama işinde kıyasıya bir rekabet yaşanırdı. Son bayramlarda da Türgev, İHH, Kimse Yok mu, İsmail Ağa Derneği gibi kimi “hayır” kurumları “maddi güçleri”, iktidar içindeki dayanakları oranında bilbordlar ve pankartlarla deriden vazgeçip “canlı para” toplama işinde kıyasıya bir rekabete giriştiler. Herkesin belirlediği bir kurban bedeli vardı. En büyük bedel 800 TL ile kuşkusuz Türgev ve İsmailağa Derneği’ne (Cemaati) aitti. 350 TL ile 600 TL arasında değişen bedeller “hayır” kurumlarının çapına göre değişiyordu. Kim ne kadar bağış topladı, gerçekten bu paralar nereye gidiyor bunlar şimdilik sır.