Kuşatma stratejisinde bir adım daha Çin’e karşı QUAD ve AUKUS

Kuşatma stratejisinde bir adım daha Çin’e karşı QUAD ve AUKUS

Çin’e karşı QUAD ve AUKUS

Obama yönetimi altında ABD emperyalizminin güvenlik (!) stratejisinin ağırlığını Pasifik Bölgesine kaydıracağını açıklamasından bu yana on yılı aşkın bir zaman geçti. Dönemin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından kamuoyuna tanıtılan “ABD Pasifik Stratejisi” dünya ticaretinin 21.

Yüzyılda Hint-Pasifik-Bölgesine yoğunlaşacağını öngörmekteydi. Çin Halk Cumhuriyeti’nin ekonomik açıdan giderek güç kazanması ve siyaseten kendisine daha çok güvenmesi nedeniyle, “ABD’nin Asya’daki egemenliğinin diplomatik, ekonomik ve askeri stratejiyle güvence altına alınmasının zorunlu olduğu” tespit edilmekteydi.

Nitekim ABD 2009’da başlattıkları “Savunma ve Güvenlik Politikası” dönüşümünü hızlandırdı. Doğu ve Güneydoğu Asya’ya yoğunlaşmak için, popülerliğini yitiren ve masrafları aşırı yükselen müdahalelerin sonlandırılması ve ABD ordusunun özellikle Ortadoğu gibi sorumluluğu devredilecek olan ihtilaf bölgelerinden çekilmesine başlanıldı. Nihâyetinde bu siyasetin son adımı da Afganistan’daki işgal operasyonunun sonlandırılması oldu. Obama yönetiminin attığı adımları Başkan Yardımcısı sıfatıyla destekleyen Joe Biden, görüldüğü kadarıyla şimdi ABD Başkanı olarak bu “Asya’ya dönüş” (pivot to Asia) stratejisini Başkanlığının dış politika önceliği hâline getiriyor.

“Pasifik Stratejisi” başından itibaren Çin’e karşı saldırgan bir tutum üzerine kurulmuş ve temel amacı olarak Çin’i askeri araçlarla kuşatmak olduğu açıklanmıştı. Bu strateji temelinde şimdiye kadar geliştirilen siyasi adımların istisnasız hepsinde belirleyici olan askeri unsurlar olmuştur. Dolayısıyla Çin “Pasifik Stratejisini” ABD’nin kendisine yönelik düşmanca tutumu olarak değerlendirmekte ve savunmasını güçlendirmektedir. Bu gelişmelerin sonucunda ise Pasifik suları giderek “ısınmakta” ve bölge ülkelerinin kaygıları artmaktadır.

QUAD – “Asya NATO’suna” hazırlık mı?

ABD 2007’de Avustralya, Hindistan ve Japonya ile “Quadrilateral Security Dialogue – QUAD” adı altında “güvenlik diyaloglarını” başlatmıştı, ki bu örnek ABD emperyalizminin planlarını uzun vadeli hedeflerine uygun geliştirdiğini iyi bir şekilde göstermektedir.

Ancak Batı taraftarı “demokrasilerin” Çin karşısında bir denge oluşturması için kurulan QUAD uzun süre âtıl kaldı. Avustralya Çin ile olan ticari ilişkilerini bozmamak, Hindistan ise zaten sınır sorunları yaşadığı Çin ile herhangi bir ihtilafa girmemek istiyordu. Kaldı ki ASEAN ülkeleri genel olarak Çin ile iyi komşuluk ilişkileri kurulması taraftarıydılar. Bu durum 2017’de QUAD yeniden aktive edilene dek devam etti. Ardından toplantılar düzenli hâle getirildi ve 2020 Mart’ında Güney Kore, Vietnam ve Yeni Zelanda’nın katılımıyla “QUAD-Plus” başlıklı bir telefon konferansı düzenlendi. 12 Mart 2021’de gerçekleştirilen sanal zirvenin ardından ise 24 Eylül’de son toplantı yapıldı.

Biden son toplantıda bölgesel “kurallara dayalı düzenin” korunması için, “Çin’in Asya’daki gelişmesinin önüne bent çekilmesinin zorunlu olduğunu” söyledi. Hedef olarak önüne “Hint-Pasifik-Bölgesinin özgür ve açık kalmasını sağlamayı” koyan QUAD, gene de saldırgan bir tutum almadı. Çünkü bir yandan Hindistan’ın içeride tutulması gerekiyordu, diğer yandan da QUAD’ın askeri bir birlik hâline getirilmesi başarılamamıştı. Halihazırda QUAD’ın herhangi bir askeri antlaşması söz konusu değil, aynı askeri tatbikatlar gibi – ama, şimdilik!

Anglosakson birlik AUKUS

Washington’daki QUAD 2021 Zirvesinden bir hafta önce, Eylül ortasında, burjuva basınında “sürpriz adım” diye nitelendirilen ve Avrupa’da kafa karıştıran bir gelişme oldu. ABD, Avustralya ve Birleşik Krallık (Büyük Britanya) AUKUS adı altında bir askeri ittifak oluşturduklarını açıkladılar. İttifaka ilk tepki, Avustralya’ya 66 milyar dolar değerinde dizel motorlarıyla çalışan denizaltıları satmak isteyen Fransa’dan geldi. Çünkü AUKUS Sözleşmesi Avustralya’nın ABD tarafından nükleer denizaltılar filosuna kavuşturulacağını öngörmekteydi ve böylelikle Fransa ile yapılan satış sözleşmesi iptal edilmiş oluyordu.

AUKUS, aynı QUAD gibi, “Hint-Pasifik-Bölgesinin özgür ve açık kalmasını” hedefliyor. Ancak QUAD’dan farkı bu hedefe, gerektiğinde nükleer silah kullanmaktan çekinmeyeceğini gösteren askeri araçlarla ulaşmak istemesi. Çin ise bu gelişmeyi “açık provokasyon” olarak nitelendirip, askeri stratejilerinde bu alana yoğunlaşacağı sinyalini verdi, ki bu durum Hint-Pasifik-Bölgesinde ve bilhassa Güney Çin Denizi’nde sıcak çatışmalara yol açabilecek ihtilafların savaş tehlikesini katlayarak artırdığına işaret etmektedir.

Saf Anglosakson birliği olarak AUKUS uluslararası nükleer silah antlaşmalarını da ekarte etmektedir. Çünkü sekiz nükleer denizaltının Avustralya’ya satılmasını öngören AUKUS Sözleşmesi nükleer silah üretiminde kullanılan aşırı zenginleştirilmiş Uran üretimi için kapıları açmaktadır ve bu şekilde ASEAN ülkelerinin imzaladıkları “Nükleer Silahlardan Arındırılmış Güney Pasifik” sözleşmesine de ters düşmektedir. Avustralya Başbakanı Scott Morrison her ne kadar Eylül sonunda hükümetinin “nükleer silah planları olmadığını” açıklamış olsa da, Çin tarafının AUKUS’u nükleer tehdit olarak görmesi için bütün koşullar mevcuttur.

Reaksiyonlar

Emperyalist Batı’nın artan düşmanlığı doğal olarak Çin’deki savunma politikaları tartışmalarının çeşitlenmesine neden olmaktadır. Pekin’de vakıf temsilciliği yapan bir meslektaşımızdan aldığımız bilgiye göre, akademide yürütülen tartışmalarda Çin’in ABD ve müttefiklerine karşı “nükleer ilk vuruş” opsiyonundan feragat eden politikasını sorgulaması gerektiğine dair görüler ileri sürülmekte. Gerçi bu yönde devlet organlarından gelen herhangi bir sinyal söz konusu değil. Ancak akademik alanda böylesi tartışmaların sürdürülüyor olması, “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” biçiminde yorumlanabilir.

Aynı şekilde Rusya Federasyonu da AUKUS’un yeni bir tehdit oluşturduğunu görmekte. Avrupa’daki burjuva basınının sorularını yanıtlayan Rus diplomatlar AUKUS’u nükleer silahlarla ilgili tüm uluslararası antlaşmaları çiğneyen ve bölgedeki nükleer silahlanma yarışını körükleyecek bir adım olarak değerlendiriyorlar. Sahiden de nükleer denizaltılara konuşlandırılacak nükleer başlıklı füzelerin Rusya Federasyonu sınırlarını kolayca aşabilecekleri gerçeği bu kaygılarını haklı kılmakta.

AUKUS Sözleşmesini eleştirenler sadece Rusya ve Çin değil. Çin ile iyi komşuluk ilişkilerinin sürdürülmesinden yana olan ASEAN ülkeleri özellikle Avustralya’nın nükleer denizaltılar satın almasına karşı çıkıyor ve Avustralya Başbakanı Morrison’un denizaltılara nükleer başlıklı füze yerleştirilmeyeceği açıklamasını inandırıcı bulmadıklarını belirtiyorlar.

1995’te Güneydoğu Asya’nın “Barış, özgürlük ve tarafsızlık bölgesi” kalabilmesi için imza atan ASEAN ülkeleri, ABD’nin Çin’e yönelik saldırgan politikalarının kendileri için kötü sonuçlar yaratabileceğini biliyorlar. O nedenle de AUKUS’un kendilerine danışılmadan oluşturulmasını eleştiriyorlar. Özellikle Endonezya ve Malezya, hatta Avustralya’nın bölgedeki geleneksel partneri Singapur dahi, Avustralya’ya nükleer denizaltı satılmasına karşı çıkıyorlar.

ABD emperyalizminin bölgedeki en sıkı işbirlikçileri olan Japonya ve Güney Kore AUKUS’un oluşturulmasını desteklerken, Hindistan çekingen davranmaya devam ediyor. Doğrudan Çin ile sınırı olan Hindistan, olası bir sıcak çatışmadan en fazla olumsuz etkilenen ülkeler arasında olacağını biliyor. Ayrıca ABD’nin Afganistan’ı terk etmiş olmasından rahatsız. Batılı güçlerin Afganistan’dan çekilmelerinin İslamist terör tehdidinin artmasına yol açacağından hareket eden ve Taliban’ın iktidara gelmesiyle terör çetelerinin ezeli rakibi Pakistan’ın Peşavar bölgesine çekildiğini gören Hindistan, kendi stratejik çıkarlarını kollamak için Rusya ve İran’la görüşmeler yürütüyor. Burjuva basınına düşen haberlere göre Hindistan yakın zamanda Rus savunma füzelerini almaya hazırlanıyor.

Nihâyetinde başta Çin ve Rusya olmak üzere, bölge ülkelerinin çoğunluğu iki nükleer süper güç ABD ve Birleşik Krallığın, nükleer güç hâline getirmek için uğraştıkları Avustralya ile Anglosakson ittifak oluşturmalarını kaygıyla izliyorlar. Sonuçta zaten Çin karşıtı olarak kurulan QUAD’ın yanı sıra, AUKUS ile önceliği askeri araçlara veren ikinci bir Çin karşıtı birlik bölge barışını giderek daha tehdit eden koşulları yaratıyor.

Ya Avrupa?

Fransa’nın denizaltı satışıyla bağlantılı olarak gösterdiği tepki Avrupa açısından bireysel ve sınırlı bir çıkış olarak değerlendirilebilir. Çünkü başta Almanya olmak üzere Avrupalı devletler içerisinde ABD’nin Pasifik Stratejisini destekleyen tutumlar yaygınlaşmakta. Bunun bir nedeni AB ülkeleri içindeki egemen siyasette Transatlantikçi sermaye fraksiyonlarının giderek artan etkisidir. Ancak diğer ve kanımızca daha belirleyici olan neden, Avrupa’nın dünya siyasetinde öncü güç olma hedefidir, ki özellikle Alman emperyalizmi 2014’ten bu yana Federal Hükümetlerin Savunma ve Güvenlik Politikalarının “deniz nakliyat yollarının, hammadde kaynaklarının ve dünya piyasalarının ulaşıma açık kalması için” şekillendirilmesini dayatmaktadır.

Nitekim Merkel döneminde Federal Hükümetin “Fransa ile Hint-Pasifik Bölgesi için bir Avrupai strateji geliştireceği” açıklanmış, SPD’li Dışişleri Bakanı Heiko Maas “Hint-Pasifik-Bölgesinde uluslararası kurala dayalı düzenin korunması için gerekli olan tüm sorumlulukları üstleneceğiz” demişti. Aynı şekilde CDU’lu Federal Savunma Bakanı Annegred Kramp-Karrenbauer “Hükümetimiz bölgenin stratejik önemini tam olarak kavramıştır. Değerlerimiz, çıkarlarımız ve ortaklarımız için bölgede bayrağımızı dalgalandıracağız” açıklamasını yaparak, Almanya’daki egemen siyasetin ABD’nin yanında yer alma konusunda fikir birliği içinde olduğunu göstermişti.

Federal Hükümet nihâyetinde 2021 Ağustos’unda “Bavyera” adlı firkateyni bölgeye göndererek, sözlü desteğini pratikte göstereceğini kanıtlamış oldu. Federal Hükümet geleneksel olarak savaştan çekinen Alman kamuoyunu rahatlatmak için Hint-Pasifik-Bölgesine gönderilen firkateynin askeri tatbikatlara katılmayacağını ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin hükümranlık sularında seyretmeyeceğini açıklamış olsa da Alman deniz kuvvetlerinin en büyük deniz aracının bölgeye gönderilmiş olması ve ABD ile dayanışma açıklaması Pekin tarafından açık bir provokasyon olarak algılanmaktadır.

Pekin’in provokasyon suçlamasının maddi temelleri yok değil. Bir kere “Bavyera” firkateyninin konuşlandırıldığı deniz suları son derece hassas gelişmelere gebe. Çin askeri üsleri için suni adalar oluştururken, Brunei, Filipinler, Malezya, Tayvan ve Vietnam bu sularda hak iddia ediyorlar. Ayrıca Federal Hükümetin bu gelişmeler karşısında Çin’in savunma girişimlerini “Aynı Rusya’nın Doğu Ukrayna’da uyguladığı ilhak politikaları gibi değerlendiriyoruz” açıklamasını yapması Pekin’in suçlamalarına haklılık kazandırıyor.

Avrupalı emperyalist güçler AB kanalıyla ABD’nin bölgeyi “sistem ihtilafı sahnesi” olarak tanımlamasını destekliyorlar. Halihazırda bölgede bulunan Alman, Birleşik Krallık, Fransa ve Hollanda deniz kuvvetleri açık bir şekilde Çin Halk Cumhuriyeti’ne yönelik askeri tehdidi artırmaktadırlar. AB Komisyonu, ABD ile Avrupa’daki öncü emperyalist güçler arasındaki tüm çıkar çelişkilerine rağmen, geçenlerde kabul ettiği “AB Hint-Pasifik-Stratejisiyle” ABD ve bölgedeki ABD müttefiklerinin yanında “Hint ve Pasifik Okyanuslarında geniş askeri varlıkla yer alacağını” açıklamış oldu. Kabul edilen AB Stratejisi, AB ülkelerinin bölgedeki “ekonomik ilişkilerini geliştirmelerinin yanı sıra”, öncelikli olarak “AB üyesi ülkelerin deniz kuvvetlerinin liman ziyaretlerini artırmalarını ve bölgedeki demokratik ülkelerin deniz kuvvetleriyle ortak tatbikatları yaygınlaştırmalarını” öngörmekte. O nedenle Çin Halk Cumhuriyeti yönetimi açısından bu adımların ABD ve Avrupalıların “düşmanca tutumları” olarak algılanmaması için tek bir neden dahi bulunmamaktadır.

Halbuki Almanya açısından askeri katılımın bazı ciddi sorunlar yaratması beklenebilir. Çünkü bu adımlar Almanya’nın Çin Halk Cumhuriyeti ile olan iktisadi ilişkileri genişletme politikasıyla ters düşmektedir. Çin 2020 yılında beşinci kez Almanya’nın en önemli ekonomi partneriydi. 2020 yılındaki ticaret hacminin 212 milyar Euro’yu aşması bunun kanıtıdır. Almanya’nın Hint-Pasifik-Bölgesindeki bu çelişkili politikalarının önünde sonunda bir bedeli olacağından hareket edilebilir. Özellikle Alman otomotiv sanayiinin son aylardaki yarı iletken darboğazı ve deniz aşırı nakliyatın özellikle Güney Çin Denizi’nde aksamaya uğratılması nedeniyle içine düştüğü üretim krizi, Alman sermayesinin ödemesi gereken bedelin yüksekliği konusunda bir ipucu vermektedir.

“Bavyera” firkateyninin misyonu 2022 Şubat’ında sonuçlanacak. Muhtemelen o dönemde Yeşiller Partisi ile liberal FDP’nin ortak olduğu yeni Federal Hükümet kurulmuş olacak. İki parti de Rusya ve Çin karşıtlığı ile tanınıyor. Bununla birlikte Federal Ordunun yurtdışı misyonları için karar verecek organ olarak Federal Parlamento’daki çoğunluğun Transatlantikçi bir çoğunluk olması, yeni yüzyılın yirmili yıllarının sıcak çatışmalarla geçeceğini göstermektedir. Avrupa’nın Rusya sınırı ve Hint-Pasifik-Bölgesi henüz ilân edilmemiş olarak sürmekte olan Üçüncü Dünya Paylaşım Savaşının nükleer savaşa dönüşme potansiyelini içinde barındırmaktadırlar – eğer dünya çapındaki barış hareketleri “gerçek düşman kendi ülkemizdedir” gerçeğine uygun mücadele geliştirmezlerse…


Konuyla ilişkili diğer makaleler