Kemalizm “SOLCULUK” mu?

M. Kemal

Kemalizm “SOLCULUK” mu?

Geçtiğimiz günlerde ünlü iktisatçı Korkut Boratav, Yunan seçimleri bağlamında Türkiye’yi analiz ettiği bir söyleşide, Türkiye Solu’nun kemalistlerle işbirliği yapması gerektiğini, Kenan Evren’in kemalizmin karanlık yüzü olduğunu, aydınlık yüzün ise Atatürk dönemi olduğunu, kemalizmin öz itibariyle anti-emperyalist ve halkçı olduğunu belirtti. Bu tespit aslında yeni bir şey değil. 1980’den beri, Uğur Mumcu’dan başlayarak İlhan Selçuk, Atilla İlhan, Cumhuriyet gazetesi, Mihri Belli’nin de desteğiyle bu tavrı Türkiye sosyalistlerinin kafasına kazımaya, sosyalizm ile kemalizmi evlendirmeye çalıştılar. Bu “Kemalist sol” söylemden en büyük faydayı CHP gördü ve “Atatürkçü olan solcudur” söylemiyle ciddi bir aydın kesimi kendi seçmeni olarak tam anlamıyla “kilitledi”. Öte yandan Perinçek ve SİP ise, bu “zoraki evliliğin” sosyalist kesimde yarattığı “meşru olmayan çocuklar” olarak ortaya çıktılar.

Önyargıları değiştirmenin kolay olmadığını biliyoruz. Ancak birbiriyle bu kadar alakasız, bu kadar aykırı, tarih boyunca birinin ötekine böylesine zulüm ettiği bir ikiliyi “özdeş” gibi göstermek, ancak Türkiye’de olabilecek bir fikir sahtekârlığı, bir ideolojik dolandırıcılıktır. Bunu görmek için ilk yapılması gereken ise, her zaman en iyi öğretmen olan tarihe bakmaktır.

“Şurası unutulmamalıdır ki, Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerde ezilmeli!”

Mustafa Kemal YürüyüşüMustafa Kemal’e ait bu sözler, 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde bütün Anadolu üniversitelerinin girişinde büyük panolar halinde boy göstermişti. 1960’larda ünlü gerici Selim Sarper, bu sözün Atatürk’ün el yazısıyla mevcut olduğunu iddia etmiş, ancak yapılan el yazısı analizi, söz konusu yazının M.Kemal’e ait olmadığını ispatlamış, “sol” Kemalistler de derin bir nefes almıştı. Ancak bu ferahlama boşunaydı, zira Selim Sarper’in zorlama sahtekârlığına rağmen, Mustafa Kemal bu sözleri bir söyleşide dile getirmiş ve bunlar o dönem basında yayınlanmıştı. Türkiye Komünist Partisi üyelerinin tutuklandığı ve işkence gördüğü 1929 tevkifatında, o sırada yurt gezisinde olan M.Kemal, yolunu değiştirerek trenle davanın görüldüğü Eskişehir’e gelmiş, gece yarısı davaya bakan yargıçları istasyona çağırarak onlara şunu söylemiştir:

“...Türk milleti kendisinin ve memleketinin yüksek menfaatleri aleyhine çalışmak isteyen müfsid (fesatçı), sefil, vatansız ve milliyetsiz sebükmağzların (ahmakların) hezeyanlarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak ve onlara müsamaha gösterecek bir heyet değildir. ...Onu yolundan saptırmak isteyenler ezilmeye, kahredilmeye mahkumdur. Bunda köylü, amele, ve bilhassa kahraman Ordumuz beraberdir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Hakim efendiler!.. Siz kanun adamlarısınız! …Elinize milletin, vatanın her türlü hak ve menfaatlerini vikaye eden (koruyan) kanunlar tevdi edilmiştir. İşaret ettiğim noktaları işittiniz. Türk milletinin büyük haklarını müdafaa ederken bu noktalar ehemmiyetle hatırda tutulmalıdır.

Bu memleketteki komünistler, yalnız bizim tevkif ve hapsettiklerimizden ibaret değildir. Bu işlerle bizzat yakından alakadar olacağım.

Şurası unutulmamalıdır ki Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerde ezilmeli!...”

O sırada Türkiye’de bulunan yabancı gözlemcilerin de (gerek burjuva, gerek komünist) anılarında doğruladıkları bu sözler, CHP’nin yarı resmi organı olan Ankara’daki “Ulus” gazetesinde yayınlanmıştı. Buna karşı TKP Merkez Komitesi şu bildiriyi yayınlamıştır:

“Türkiye burjuvazisi, Cumhurreisinin ağzıyla Eskişehir istasyonunda TKP’ne harp ilan etti. Bu, çoktandır devam eden bir muharebenin burjuva devletinin en yüksek makamı tarafından resmen tasdiki demektir...

Mustafa Kemal Paşa, komünistlere uzun uzadıya küfür ettikten sonra onları ordu kuvvetiyle tehdit etmiş, ve ilk defa olarak komünistlere karşı mücadelede Türkiye amelesinden, köylüsünden, esnafından yardım dilemiştir.

...Eskişehir nutkundan alacağımız derse gelince:

Bilhassa her sahadaki faaliyetimizde, kitlelere bugünkü hükümetin ve Cumhurreisinin burjuva mahiyetini anlatmak lazımdır.

Halk Fırkasının, Halk Fırkası hükümetinin, BMM’nin, Cumhurreisinin yüzlerindeki maskeyi yırtmak, ve şahısların nasıl burjuva müessesesi ve mümessilleri olduğunu emekçi sınıfına göstermek TKP’nin önünde duran en mühim meselelerdir.

TKP, Türkiye burjuvazisinin reisi, Türkiye amele, köylü ve esnafının en büyük düşmanı olan Mustafa Kemal Paşa’nın resmi harp ilanını, büyük bir soğukkanlılıkla karşılar ve yoluna devam eder.”

Yıllar boyu “dedi mi, demedi mi?” tartışmasıyla bulanıklaştırılan, aslında son derece net ve doğru olan bu ifade, doğaldır ki Atatürk’ün sola karşı olan tavrında yegane gösterge değildir ve olamaz. O yüzden doğru soruyu soralım:

Demeseydi ne değişirdi?

Türkiye Cumhuriyetinin tarihi, sosyalist düşünceye yapılan zulmün tarihidir. Geçen sayıda ele aldığımız 1920’deki Mustafa Suphi cinayetiyle başlayan sola saldırı, Cumhuriyetin kuruluşunun akabinde (hatta daha önceden başlayarak) kesintisiz devam etmiştir. Aşağıda 1960’a kadar yapılan komünist tevkifatlarının bir listesi yer almaktadır:

■ 1922 THİF (Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası) tevkifatı

■ 1923 Tevkifatı

■ 1925 Tevkifatı

■ 1927 Tevkifatı

■ 1929 Tevkifatı

■ 1933 Tevkifatı

■ 1944 Tevkifatı

■ 1945 İGB (İlerici Gençler Birliği) Tevkifatı

■ 1947 Tevkifatı

■ 1951 Tevkifatı

Bu resim, her vicdan sahibi insan için dehşet vericidir.. Bazılarının arasında 1 sene dahi olmayan bu gözü dönmüş saldırı silsilesi ile sosyalist düşünceye Tek Parti döneminde (hem Atatürk, hem İnönü döneminde) nefes aldırılmamış, Reşat Fuat’tan Nazım’a, Orhan Kemal’den Kemal Tahir’e, memleketin en dürüst, idealist ve yurtsever evlatları hapislerde çürütülmüş, işkence görmüştür. Atatürk’ü solcu olarak göstermek isteyen sahtekârlar bu resmin hesabını vermeli, kendini hem Atatürk’çü, hem de solcu olarak gören dürüst yurttaşlar ise bu resim üzerine açık yüreklilikle düşünmelidir. Yönetimde olduğu süre boyunca sosyalist düşünceyi, örgütlenmeyi, sendikacılığı ezmiş bir insanı “solcu” olarak göstermek, bu resmi bilmeyenler için belki bilgi eksikliği, bu resmi bilenler içinse ikiyüzlülüktür. 2015 Türkiye’sinde, her ikisinin de artık bir mazereti yoktur, olamaz.

Atatürk sosyalizme niçin saldırdı?

Kemalist yazarlar, Atatürk’ün bir halk çocuğu olduğunu, o dönemde Türkiye’de bir burjuvazi dahi olmadığını, dolayısıyla M.Kemal’in “burjuvazinin temsilcisi” olarak görülemeyeceğini söyleyip durdular. Bu tespit, ancak kısmen doğrudur. Gerçekten de M.Kemal, yerleşik ve güçlü bir burjuvazinin temsilcisi olarak başa geçmedi; ancak başa geçtikten sonra “kendi” burjuvazisini yarattı. CHP içinde örgütlediği tüccar, toprak sahibi ve mütegallibeden, çağdaş bir burjuva sınıfı yaratmak için ülkenin kaynaklarını onların önüne açtı. İttihat Terakki kökenli bürokratların yanı sıra CHP’nin belkemiğini oluşturan bu kesim, Ermeni ve Rum mallarına el koymaktan, hazine ve vakıf arazilerini yağmalamaya kadar her türlü yöntemle zenginleştirildi ve bu süreç, “kalkınma” adına M.Kemal’in bilgisi ve onayı dahilinde gerçekleşti. Bu süreçte kendisinin de çok büyük miktarda mülk edindiği bilinmektedir ve bu başka bir yazıda ayrıntılı ele alınacaktır. Ancak unutulmaması gereken şudur: CHP’yi iktidara getiren süreç, yani Kurtuluş Savaşı, ancak Anadolu’nun emekçilerinin aktif katılımıyla gerçekleşebilirdi. O yüzden bir tür “söylem solculuğu”, yani “halkçılık”, “köylü efendimizdir” gibi göz boyayıcı ifadeler Kemalizmin halktan destek almak için öne çıkardığı (ancak pratikte gereğini asla yerine getirmediği) bir söylem olarak gündemde tutuldu. M. Kemal’in “sosyalizm tehlikesi” de tam bu noktada ortaya çıktı. Kitlelerin desteğini almak için söylenen bu sözleri lafta değil, pratikte de yapmaya hazır bir partinin (TKP) ve dünyada kendini ispat etmiş ideolojinin varlığı, Kemalist yönetimin yumuşak karnı ve en zaaflı noktası oldu. Sosyalistlere verilecek en ufak bir ifade ve örgütlenme özgürlüğü, mevcut CHP yönetiminin ikiyüzlülüğünü, samimiyetsizliğini, devletin sırtından bir gecede milyoner olan CHP’li bürokrat ve iş adamlarının soygununu ve “halkçılık” söyleminin kofluğunu, halkın gözünde anında teşhir edebilirdi. Buna bir risk olarak dahi tahammül edemeyen Kemalist yönetim, bu yüzden henüz filizlenmekte olan sola, sosyalist düşünceye hayat hakkı tanımadı. Bu süreçte, yukarda andığımız değerli insanlar tek tek ezilirken, kayıtlı CHP üyesi olan Vehbi Koç başta olmak üzere, yüzlerce iş adamı M.Kemal’in gölgesinde serpildi ve palazlandı.

1950 sonrası: ABD devrede

Bir başka “efsane” de, Türkiye’de sola karşı baskının Demokrat Parti ve ABD’nin Türkiye’ye girmesiyle başladığını iddia eder. Bu iddianın zavallılığını yukardaki olgular göstermiyorsa, ne gösterir merak ediyoruz. Anti-komünizm ve sol düşmanlığı, TC devletinin genlerinde, kuruluş felsefesinde olan temel şifrelerden biridir ve gerekçesi de yukardadır. Demokrat Parti yönetimi ABD emperyalizmini kurumlarıyla Türkiye’ye sokarken, Soğuk Savaş koşullarında ABD kendine ”eldiven gibi” uyan anti-komünist refleksi güçlü bir devlet aygıtı buldu ve onun içine yerleşmekte gecikmedi. ABD emperyalizmi, anti-komünizm anlamında TC devletine sadece biraz daha profesyonellik (sorgu, istihbarat, işkence, kontr-gerilla taktikleriyle) ve deyim yerindeyse “know how” kattı. Ama “solcuların nefeslerini dahi izleme ve onlara nefes aldırmama” konusunda TC devleti daha 1923’den beri son derece kararlı ve etkiliydi; ve bu kesim ABD ile anti-komünizm açısından bütünleşmekte hiç zorlanmadı.

Ülkelere göre komünist partilerin durumuTürkiye Cumhuriyeti: Ortadoğu ve Balkanların en anti-komünist ülkesi

Bu olgunun sonucu oldukça acı, bir o kadar da (kimleri için) şaşırtıcıdır. Komünist Parti’nin Türkiye Cumhuriyeti siyasal yaşamındaki yerini, aynı coğrafyada bulunan ve bir çoğu aynı tarihsel macera (yani Osmanlı’nın yıkılması) sonucu oluşmuş diğer ülkelerle, yani Ortadoğu ve Balkan ülkeleriyle karşılaştırırsak göreceğimiz şudur:

Ancak Kemalizme biat ederek “TKP” adını icazetle alabilen SİP’i saymazsak, resim budur. Türkiye, Avrupa’da Marksist-Leninist Komünist Partisi’nin, TKP’nin halen yasaklı olduğu tek ülkedir. “Çağdaş batılı demokrasi” olma iddiasındaki TC’nin yeri, anti-komünizm açısından bakılırsa Ortaçağ yobazlığının hüküm sürdüğü Suudi Kırallığı ve Körfez Emirliklerinin yanıdır. Bu resmi ve onun tarihsel köklerini görmeden Türkiye’de, bırakın komünist olmayı, dürüst, tutarlı bir sosyalist hareket geliştirmek mümkün değildir.


Konuyla ilişkili diğer makaleler