Kemal Bülbül: Cemevi mizanseni AKP’nin “tek dincilik” anlayışının yansıması
Bu ayın başında önce Ankara’da üç cemevine saldırı oldu. Ardından İstanbul’da Kartal Cemevi’nin başkanına fiili saldırı gerçekleşti. İktidar sözcüleri saldırıların “organize” olduğunu açıkladı ama birkaç kişi tutuklanmasına rağmen saldırıların arkasındaki “organizasyon” açıklanmadı.
Saldırılar gerekçesiyle AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 20 yıldan sonra bir cemevini ziyaret etmesi Alevilere yönelik bir başka saldırı oldu. Önce cemevine alınacaklar hakkında güvenlik soruşturması yapıldığı iddia edildi. Ardından cemevinin duvarlarındaki Alevilik inancını yansıtan tabloların değiştirildiği ortaya çıktı.
Cemevilerine yönelik saldırılar ilk değil. Aleviler yüzyıllardır Anadolu’da baskı ve zulüm altında. Osmanlı’dan başlayıp Cumhuriyet döneminde devam eden Dersim’den Maraş, Çorum, Sivas’a ve Gazi’ye, birçok katliama maruz kalan Alevilerin sorunları hâlâ çözümsüz. Ülkenin her tarafı Sünni tarikatların camileri ile dolup taşarken Alevilerin ibadethaneleri olan cemevlerinin statüsü tanınmıyor.
Son gelişmeler hakkında söyleştiğimiz HDP Antalya Milletvekili Kemal Bülbül “birinci yüz yılda yaşadığımız acıyı yaşayacaksak ikinci yüzyılı niye yaşayalım ki! Ama yaşamak istemiyorsak da bu zulme son verecek bir siyasi projeyi yaşama geçirmek durumundayız” diyor.
Politika: Peş peşe Cem evlerine saldırılar meydana geldi. Hatta Almanya’da bile bir cemevine saldırı oldu. Hemen arkasından da AKP’li Cumhurbaşkanın 20 yıl sonra bir cemevini ziyaret mizanseni yaşandı. Yaşanan saldırıları ve iktidarın yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kemal Bülbül: Önce bir şeyi vurgulamak istiyorum. Alevi toplumunun haklarını gündeme getirmesi için kurumlarına bir saldırı mı olması gerekiyor? Bir saldırı, bir tehdit, şantaj benzeri bir şey olacak ki, Alevilerin sorunları gündeme getirilsin. Bu saldırı olmasa da Alevi toplumunun, Alevilik inancının sürekli hak ihlaline uğraması nedeniyle gündemde olması lazım.
Aleviler sürekli ayrımcılığa uğruyor. Mesela AKP’den bir belediye meclis üyesi birkaç ay önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin toplantısında “Bektaşi’nin duası gibi sahte dua ediyorsun” demişti. Nefret suçu sayılacak bir söz bu. Bu neyi gösteriyor? Demek ki bu bazen dile bazen de ele vuran zihniyetin ürünü. Ve bu saldırı sürekli sözel ve fiili olarak devam ediyor.
AKP iktidarında 2010 yılından bu yana Adıyaman’dan başlayarak neredeyse işaretlenmemiş kapı kalmadı. Tek bir suçlu bile yakalanmadı. Hakkında dava olan o taklacı İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin “çocuklar yaptı” demişti. Tamam, çocuklar yaptı ama hangi çocuklar, bir bilelim bunu. Vaktiyle Yaşar Büyükanıt’ın Hakkâri’de Umut Kitabevi’nin bombalayanlar için dediği “iyi çocuklar” mı, devletin “iyi çocukları” mı? Bunu yapanlar o “iyi çocuklar” olduğu için mi koruma altındalar?
Ankara’da üç cemevine saldırı oldu. Sonrasında protestolar, ziyaretler oldu. Ardından suçlu olduğu söylenen kişiler yakalandı, tutuklandı. Sonrasında da cumhurbaşkanın bir cemevine gideceği söylendi. Süleyman Soylu’nun incelemelerinden sonra Hüseyin Gazi Cemevi’ne gidilmesine karar verilmiş. Cemevi’nde Cumhurbaşkanı’nın tekçi anlayışına göre uygun bir düzenleme yapılmış.
Heyet beraberinde Dede diye biri götürmüş. Bu kişi bir Dede değildir. Alevilerde her Dede bir ocağa mensuptur, bir ocağa bağlıdır. Ocaksız Dede olmaz. Dede makamda otururken yanında değil cumhurbaşkanı, hiç kimse oturmaz. Dede o makamın sultanıdır, hakimidir. Himmet eder, yol yürütür, erkan yürütür.
Evet, şimdi Cumhurbaşkanı gidiyor cemevine, dedenin yanına oturuyor, peki ne yapıyor bunlar? Dua mı ediyorlar, herhangi bir kutsal kitap mı okuyorlar? Biz Alevilerde yol erkan deyişle yürütülür, nefesle yürütülür. Telli Kuran denen sazla yürütülür, orda saz var mı? Hayır yok. Zakir de yok, deyiş de yok, nefes de yok.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir cemevine ancak şu şekilde gidebilir. Gider, cemevinde dara durur. Bu darda Dede sorgular, Pir sorgular. Der ki, “Seni senden soruyoruz. Sen senden razı mısınız?” Sonra döner halka sorar, “Halk senden razı mı?” İşçiler, emekçiler, yoksullar, işsizler, Madımak’ta, Roboski’de yakınını yitirenler, Berkin Elvan’ın annesi. Ali İsmail’in annesi. Gezi’de çocuklarını yitiren analar, Cumartesi Anneleri… Osman Kavala. Gülten Kışanak, ki Kışanak ocak evladıdır, anadır, şu anda Recep Tayyip Erdoğan’ın hapishanesinde… Bunların hepsi senden razı mı? Hayır. O zaman sen oraya giremezsin. Açık ve net söylüyorum. Alevi inancına göre rızalık yokken oraya girmekle suç işlenmiştir.
Politika: AKP’li yıllar Aleviler için nasıl bir değişiklik getirdi?
Kemal Bülbül: Bakınız 2008’de ben Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve Alevi Bektaşi Federasyonu’nda yönetici iken Ankara, İstanbul ve İzmir’de milyonlarca Alevi ile Alevi toplumuna “eşit yurttaşlık hakkı” istiyoruz mitingleri, eylem ve etkinlikleri başlatmıştık. Bunu izleyen süreçte AKP, 2009’un 3 Haziran’ında “Kürt, Alevi ve Roman” açılımını başlatmıştı. Bir buçuk ay kadar önce Meclis kürsüsünden de o açılım sırasında hazırlanan raporları getirip kürsüden gösterdim.
Peki, bu açılımın ardından ne oldu? Alevilere sahiden açılım oldu mu? Bir tek şey oldu. Tekke ve Zaviyeler Kanunuyla müze haline getirilen Hacı Bektaş Dergâhı’na giriş bileti kaldırıldı. Ne büyük açılım!
Açılımın sonu kan, gözyaşı, nefret, şiddet oldu.
Politika: Saldırıdan sonra AKP genel başkanının cemevi ziyareti bir seçim hamlesi mi? Bu ziyaret Alevi toplumunda nasıl karşılandı?
Kemal Bülbül: AKP oluşum, kökenleri ve yürüttüğü siyaset bakımından, tekçidir: Tek devlet, tek bayrak, tek millet. Cemevine gittiğinde de cumhurbaşkanı tek dincilik yapmıştır. Alevilerin kendi kutsallarının görsellerini kaldırıp kendi tek dinciliğine göre bir mizansen oluşturmuştur. Cumhurbaşkanı ikide bir inancını beyan ederek toplumu tahakküm altına alamaz. Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletinde bu olmaz. Bütün inançları kabul ediyor ve cemevini meşru olarak görüyor ve cemevine gidiyor ise o sarayının bahçesine cami yapınca Havra, Kilise ve cemevi de yapmak zorunda. Tekrar söylüyorum aslında laik, demokratik hukuk devletinde Cumhurbaşkanı cami de yapmaz, inancını da beyan etmez. Yurttaşı da inancını beyan etmeye zorlayamaz.
Politika: Bir süredir sürdürdüğünüz “Alevilere eşit yurttaşlık” kampanyasına Alevi toplumu ne kadar ilgi gösterdi ve kampanyaya amaçlarına dair biraz bilgi verebilir misiniz?
Kemal Bülbül: Evet, kampanyamız devam ediyor. Ben şu ana kadar Adıyaman, Adana, Mersin, Antalya, Muğla, Manisa, Aydın, İzmir, Balıkesir, Çanakkale, Samsun illerine gittim. Biraz ara verdikten sonra Kürdistan’da bazı illere gideceğiz ve yaz boyunca bu programı sürdüreceğiz. Ayrıca Hacıbektaş anmaları sırasında Sayın Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar ve Halklar ve İnançlar Komisyonu heyetimizden oluşan bir çalışma grubu Hacıbektaş’ı ziyaret edip orada da hem eşit yurttaşlık konusunda hem de diğer konularda Alevi toplumuyla buluşacaktır.
Mevcut anayasa darbe anayasasıdır, hakları değil, yasakları, çoğulculuğu değil, tekçiliği, emeğin özgürlüğünü değil, sömürüyü, cinsel özgürlüğü değil erkek egemen zihniyeti temel alan bir anayasa. Alevi toplumunun haklarını inkâr eden, yok sayan bir anayasadır. Zaten özü itibariyle 1876’dan bu yana kaç anayasa yapıldıysa hepsinde de inkârcı bir zihniyet egemen olmuştur. Farklı etnik yapıların (Kürtler, Ermeniler vd.) hakları, kimlikleri, kültürleri kabul edilmemiştir. Alevi toplumunun inançları, ibadethaneleri kabul edilmemiştir. Öncelikle 12 Eylül Anayasası’nın yırtılması lazım. Eşit yurttaşlık için ve yapılacak olan anayasanın da toplumsal sözleşme bağlamında Türkiye’yi teşkil eden tüm toplumsal ve inançsal gruplarını ve cinsel grupların katılımı ile onların haklarını düzenleyecek şekilde rıza alıp üzerine kurulu bir toplumsal sözleşme olması lazım.
Alevi toplumuna yönelik katliamlara dair hukuki bir yargılama olmamış. Bu katliamlar için hem ulusal hem de uluslararası hukuk çerçevesinde yeniden adil bir yargılama yapılmalı. Alevilerin ibadethanelerine, kutsal mekânlarına dönük yasaklama, baraj, HES, maden aramak gibi uygulamalara bir an önce son verilmeli. Bunun yanında Alevi toplumunun etnik olarak Türkmen, Türk, Kürt, Arap, Roman olduğunu Türkiye’de biliyoruz ve Türkmenler, Türklerin kendi dilinde eğitim ve ibadet hakkı var. Ama Kürtlerin, Arapların Romanların yok. Herkese ana dilde ibadet, ana dilde eğitim hakkı tanınmalıdır. Türkiye Dünya Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni 17, 29 ve 30. maddelerine çekince koymuştur. Bu maddeler şöyle diyor: “Bu sözleşmeye taraf olan ülkeler kendi coğrafyasında var olan etnik ve inançsal grupların eğitim taleplerini karşılamak zorundadır.” Türkiye bu maddelere koyduğu şerhi kaldırmalıdır. Ve yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2016’daki kararlarına göre, cemevleri ibadethanedir. Alevi çocuklarına zorunlu din dersi uygulamak da suçtur.
Bunlar gibi Alevi toplumunun maruz kaldığı birçok ayrımcılık sürüyor. Günlük dildeki nefret suçu anlamına gelecek çok çeşitli ifadelerden toplumsal yaşamda, iş ve eğitim süreçlerinde Alevi kadınların karşı karşıya kaldığı erkek egemen zihniyete dair saldırıların da artık bir son bulması gerekiyor.
Politika: Peki ya iktidara talip olan diğer muhalif güçlerin Alevilerin sorunları konusundaki yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konuda bir ilerleme, bir değişim var mı yani?
Kemal Bülbül: Bence yok. Kabaca sorunla ilgili süreçler şunlardır: Bir, sorunun varlığını kabul etmek, iki, sorunun kendisini tanımlamak, üç, soruna çözüm bulmak ve bu çözümü uygulamak. Şimdi böylesi bir yerde hiçbir muhalefet ya da hükümetten “Alevi sorunu” ya da “Kürt Sorunu” diye bir kavram duydunuz mu? Bu sorunların çözümüne dair herhangi bir yol haritası ya da programları var mı? O da yok.
AKP’nin akıl danelerinden İsmet Özel, bir röportajında “Kürtler ve Aleviler kendi haklarına kavuşursa memleket bölünür” diyor. Tam tersine… Şu anda memleket Kürtler ve Alevilerin yaşadığı acılar ve hak talebindeki duygu durumu düşünüldüğünde, farklı etnik ve inançsal gruplar arasındaki duygu ortaklığı, birlikte yaşamak isteme açısından Türkiye yırtılıyor, kanıyor. Bu yırtılmayı onarmak için cemevine gitmek, burada aşure lokması yemek yetmez. Sorunun doğru tanımı ve çözümüne dair adımlar hemen atılmalıdır.
2023 için şunu söyleyebilirim. Biz Aleviler, Kürtler, kadınlar, Ermeniler, farklı etnik gruplar, emekçi ve yoksullar birinci yüz yılda yaşadığımız acıyı yaşayacaksak ikinci yüzyılı niye yaşayalım ki! Ama yaşamak istemiyorsak bu zulme son verecek bir siyasi projeyi yaşama geçirmek durumundayız. Bu projenin adı “Demokratik Türkiye Eşit Yurttaşlık”dır.
Bu projeyi bileşenleri ile biz HDP olarak yürütüyoruz. Görüşmelerimiz, ittifak çalışmalarımız yoğun bir şekilde devam ediyor. Çok umutlu gelişmeler de var.
Birinci yüzyılda yaşadığımız acıları ikinci yüzyılda yaşamak istemiyorsak, muhalefet de Cumhuriyeti kurduğunu söyleyen parti de kendisini demokratik eşitlik, adalet noktasında dizayn etmelidir.
Biz, birinci yüzyılda yaşadığımız acıları, ayrışmayı, yabancılaşmayı, asimilasyonu, bellek yitimini bir yana bırakıp ikinci yüzyılda daha eşitlikçi, daha özgürlükçü, daha adil ve daha demokratik bir cumhuriyeti birlikte kurmak zorundayız.
Söyleşi: Cemil Aksu / Politika Haber