İnsan Sosyal Bir Varlıktır!

İnsan Sosyal Bir Varlıktır!

Taş Devri İnsanları

Bundan bir milyon yıl önce, dört ayak üstünde yürüyen omurgalı canlı bir yaratık yaşamak, kendini savunmak, neslini sürdürmek içinde başkaldırma düşüncesini çok kıt olan aklının bir kıvrımına koydu. Bu isteğin haklı, yerinde nedenleri vardı.

Diğer yaratıkların sivri dişlileri, sert boynuzları, balyoz benzeri tekmeleri, bazıları çok hızlı koşardı, kimi uçardı, bazıları zehirli, bazılarının sert derisi, bazılarının kıskaç benzeri gagları vardı…Söz konusu vahşi hayvanların her biri doğuştan bu saydığımız savuma organlarıyla doğuyorlardı. Doğuştan getirdikleri savunma araçlarıyla güvenliğini sağlayıp, yaşamlarını sürdürüyorlardı. Savunma organlarına sahip olmayan dört ayak üstünde yürüyen yaratık, hayata kalmanın ve türünü sürdürmenin yollarını aradı.

Doğuştan savunma araçlarına sahip olmayan yaratık düşünmeye başladı. Amacı kendini nasıl savunacağını denemeleri yaptı. Bu denemeler yüzbinlerce yıl sürdü.  Sıra son denemeye geldi. Bundan da başarısız olursa, yaşaması ve hayatını sürdürmesi zor olacak, belki de soyu tükenecekti. Son deneme arka ayakları üstünde dikilmeyi deniyordu. Bu anlayışa binlerce tecrübeler sonucunda vardı. İlk başlarda beceremiyordu, bir türlü dengeyi sağlayıp, arka ayakları üzerinde dik durmayı beceremiyordu. Mutlaka bunu başarması gerekiyordu. Yılmadı sabır ve kararlıkla denemeyi sürdürdü. Bin yıllar sürdü bu deneme. Nihayet yaklaşık bundan bir milyon yıl önce dik yürümeyi öğrendi. Başkaldırı amacına vardı. Artık dik yürüyen başı yukarda, diğer vahşi yaratıklardan farklı olduğunu gösterdi. Bu başkaldırı onun temel özelliği oldu, Baş Eğmeden Özgür Yaşamak! İşte o yaratığın diğerlerinden ayıran en ilkel temel karakteri! (Özgürlüğün ne kadar değerli ve insan olmanın temel özelliği olduğu…)

Dünyaya egemen olacak, yeni bir canlı türünün doğuşu, birbirine benzeyen dik yürüyen türler bulundukları bölgede bir araya gelip, dünyada daha ilginç yeni bir sürecin başlangıç haberiydi.  Bu yeni tür başı dik yürümeyi sürdürüp, diğerlerinden kendini korumakla yetinmeyecek, onlardan farklı olduğunu her davranışıyla kanıtlayacaktı. “Ben başkaldırdım, özgürlük hakkım. Bana benzeyenlerle birlikte yaşamayı seçiyorum.” Demeyi hak edecekti. Bu hareket İnsanlık ütopyası yönüne doğru başlayan, sosyal ilerlemenin ilk adımlarıyla sonsuzluk yürüyüşüydü. Sosyal hayata tam geçmesi içinde dokuz yüz bin yıl diğer omurgalılar gibi vahşi ve ilkel yaşamak zorundaydı. Doğada hazır sadece ona sunulan nimetler yoktu. Doğada sunulan her şey diğerlerine de sunuluyordu. Her yiyeceği ortak kullanacaklardı. Paylaşım kolay ve hakkaniyetçe olmuyordu. Diğerleri kendi doğal savunma organlarını kullanarak dik yürüyene karşı şiddet ve baskı kullanma yolunu seçiyordu. Bu baskı ve şiddet karşısında ayakta kalmanın ve türünü sürdürmenin yollarını koşullarını aradı. Ön ayakları gelişti, esneklik kazandı, hareket yeteneği artı, el oldu. Bunlarla yerden taş aldı, fırlatma denemeleri yaptı. Çok rahatlıkla bu taşlarla kendini kuruyabileceği tecrübesi artı, bilinci gelişti. Arkasında kuruyan ağaçlardan kopan dal parçalarını aldı. Bu daha iyiydi, sürekli elindeydi. Diğer vahşi hayvanlara karşı, taş ve dal parçalarını şiddetlice kullandı. Değdiğine acı verip, kendilerinden uzaklaştığını yine tecrübesiyle görüyordu, doğallıkla bu savunma hareketleri bilincinde yer ediyordu. Böylece hem kasları gelişiyor aynı zamanda tecrübe artıyor, bunun sonucunda bilgisi gelişiyordu. 

Artık insanların dik yürüyen vahşi ataları, böylece alet kullanmasını öğrendi. Sadece öğrenmekle kalmadı onu geliştirdi üretim aracı olarak kullanıp, yararlandı. Bir milyon yıl önce başkaldırı ile sosyal gelişme yönüne doğru, en önemli adımın atılmıştı. Bu Yeni farklı zayıf hiçbir doğal savuna organı olmayan tür, taş ve kurumuş dal parçalarını kullanma yoluyla hem üretim aracı ve hem de savuma aracı olarak yararlanıyordu. Alet kullanarak üretim yaparak, dünyayı değiştirme sürecini farkında olmadan başlattı.  “Bu başkaldırı, Dünyada ilkel yaşamın yanında sosyal uygar bir hayatın var olacağı sinyalini veriyordu.”

Emin adımlarla ileriye doğru, yavaş kararlı adımlarla Dünyayı Değiştirecek yürüyüşün heyecanı böylece başlıyordu. Diğer hayvanları örnek alarak, yıllar sonra hızlı yürümeyi öğrendi. Ardından hızlı yürürken bazen ayakları takıp düştü. Yürüyüş durmadan önüne çıkan doğal zor engellere karşı yeni yollar aradı. Soğuğa karşı mağaralara ve ağaç kovuklarına sığındı. Avladığı hayvanların resimlerini mağara duvarlarına çizdi. Sel baskınlarına karşı, yüksek yerlere seçti. Sanat ve doğa hakkında ilkelde olsa bilgisi gelişiyordu.

Yaşamak için ilkel şekilde yapabildiğince güvenliğini sağladı. Kendini savunup, kazandıklarını korumayı öğrendi. Beslenme için ağaç dallarına uzandı, meyve topluyordu. Ayıların nasıl balık tuttuğunu gizlice gözlemledi. Ayı gittikten sonra, suyun içine daldı, tıpkı aynın yaptığı gibi tetikte sessizce bekledi. Tam balıklar ayağına dokununca, aniden iri kıllı ellerini daldırdı, her bir elinde birer balıkla sudan çıkarıyordu. Bu başarısını garip seslerle sevinç çığlığı attı. Daha sonra, kendine benzeyenlere işaretle, nehir ve göle geldiler. Tecrübesi olanlar, yeni gelenlere nasıl balık yakalayacaklarını öğretti. Gelenler birkaç dalıştan sonra balık tutmasını öğrendiler. Beraber bütün kabileye yetecek kadar balık tuttular. Artık birlikte yaşıyorlar, ilkel köyler sayılan klanlar kuruyorlardı.

Bu çiftleşmeyi de diğer vahşi hayvanlardan öğrenerek, kendi aralarında denediler. Bu denemeden keyif aldıkları içinde yerinde zıplayıp, garip sevinçli seslerle oldukları yerde dönüp dansa ettiler. Böylece dans sanatı en ilk sanatlardan biri oluyordu. Birbirine benzeyen bu yaratıklar neslini sürdürmek içinde, dişi ve erkek birlikte yaşamaya başladı. Dişi ve erkek türün birlikte yaşaması, sadece onlara keyif vermedi. Bu danslı keyifli oyun, farkında olmadan soylarının devamını sağladı.

Yukarda kısaca atılanlar, karbon testleriyle yapılan bilimsel bulgular ve bulunan kemik fosiller üzerinde yapılan araştırmalar “Homo Habilis” maymun soyundan bir tür olduğunun birçok kanıtları bulundu. Bu “Homo Habis” hala diğer hayvanlar benzeri dört ayak üstünde yürümekteydi. Yüz binlerce yıl sonra, “Homo-Habilis” arka ayakları üzerine yükselerek başını dik tutarak yürümeye başlayınca, Bilim insanları buna “Homo-Erecctus” (dikleşme) adıyla andılar. Dik yürüyen yaratık evrimleşerek “Homo-sepiens” olma hakkını elde etti. Homo (birbirine benzeyen, ortak temel özellikleri olan canlı hayvan türü) demektir. Bundan iki yüz bin öncesine kadar, bu yaratıkların diğer hayvanlardan hiçbir farkı yoktu. O hala “İnsan” değildi. Diğer hayvanlar gibi vahşi bir hayat sürdürmekte. Yapa bildiğince kendini korumak ve soyunu sürdüreme sadece içgüdüleriyle değil. Diğer hayvanları taklit ederek yaşamını sürdürüyordu.

Bir milyon Yıl önce yaşadığı tahmin edilen Erectus’lar, Homo Habilislerden daha gelişmiş bazı yetenekler kazandılar, bedenlerinde bazı değişmeler oldu. Homo-Erectuslar öncekilere göre hayatlarını idame konusunda nispeten daha başarılı oldular. Soğuk ve sıcaklıklara karşı, mağara ve ağaç kovuklarında barınmayı öğrendiler. Mağara duvarlarına basit hayatlarını tasvir etmeye çalışırken, sanatsal anlayış farkından olunmadan başlamış oluyordu. Ateşi keşfettiler. Mağarayı ısıtıyorlardı. Tesadüfen yakalamış oldukları balıklar ellerinde kayarak ateşin içine düştü. Ateşten çıkardıkları balık daha yumuşak ve lezzetli olduğunu garip hareketlerle farklı sesler çıkararak ateşin etrafında dönerek dansı ettiler. Bin yıllar sonra, öylece yiyeceklerini pişirmesini öğrendiler.

Yerden taş, korumuş düşen ağaç dallarını alarak, diğer yırtıcı daha vahşi ve güçlü olan hayvanlardan kendini korudular. Yüz binlerce yıl varlıklarını bu şekilde tehlike ve zorluklar içinde sürdürdüler. Yürüyüşünden vazgeçmediler, inatla kararlıca sosyalleşmek için yürüyüş devam etti. Gelişmeyle ve Zamanla vücutlarındaki kıllar dökülmeye başlayınca, öldürdükleri hayvan derilerini giyip kendilerini soğuğa karşı kordular. Daha geniş derin, güvenli mağaraları kendilerine mesken edinip yerleştiler.  On binlerce yıl sonra birbirine benzeyenler bir araya gelerek, barınaklarda küçük topluluklar (klanların ilk nüvelerini) basit köyler kurdular.

Bunların bir araya gelmesi zorunlu idi. Diğer birçok vahşi hayvanın, doğuşta İlerde insan olacak, Homo Erectus’lar, oldukça uzun bir süre varlığı dik yürüyerek kanıtladı. O vahşi yaratık hala “sosyal varlık” olma aşamasına varmamıştı. Bu dik yürüme ona yeni yetenek ve nitelikler kazandırdı. Dengeyi sağlayarak, hızlı koşmayı ve tırmanmayı öğrendi. Değişerek yaşamını sürdüren bu yaratık, tahminen 200 Bin yıl önce daha da gelişerek “Homo Sepiens’ler” adını alma aşamasına geldi. Bunlar ilk insanların ataları (atalarımız) olarak kabul edilir.

Bu vahşi yaratıklar güvenliklerini birlikte sağlamaktan başka seçenekleri yoktu. Yaşamlarını sürdürmek içinde, benzeşenler bulundukları bölgelerde bir araya gelmeleri zorunlu idi. Kendilerini ortak savunarak, böylece güvenlik içinde birlikte yaşama gelişerek süreklilik kazandı. Birlikte yaşama, iş bölümü yapma, ortak üretmek sosyal hayatın başlangıcı oldu. Önceleri taş ve kuru dal parçalarını doğal haliyle kullanarak hem güvenlikleri için savuma aracı hem de iş bölümünde üretim aracı olarak yararlandılar.

Sınama ve yanılma yoluyla taşlar yontuldu, dal parçalarına biçim verildi. Böylece ilk iş bölümü olan avcılık, balık tutmak, mevcut olan meyveleri toplamak için ağaçlara tırmanmayı öğrendiler. Bu hareketler ellerini geliştirdi, uzun esnek parmakları oldu. Kırılan ağaç dallarını kullanarak toprağı kazıp ilkel tarım yapmayı öğrendiler. Bu işlere süreklilik kazanınca, aynı zamanda o vahşi yaşam giderek sosyal nitelik alıyordu. Vahşi hayvan uzun sürece yayılarak yavaş, yavaş “İnsan” (Sosyal-Varlık) oluyordu.  Bu ortak zorunlu uğraş, barınaklarda birlikte küçük topluluklar halinde binlerce yıl ortak bir arada yaşama gelişti. Topluluk üyeleri de böylece sosyal hayatın yararını yaşayarak öğrendiler. İhtiyaçları daha kolay karşılandıkça sosyal hayat gelişerek ilerliyordu. Bu gelişmelere paralel olarak bilgi ve deyimleri artıyor, vahşi yanları azalıyor, doğuştan getirdiklerini yerini, kendi yaratıkları değerler alıyordu. Birlikte yaşamak, iş bölümü yapmak, ortak üretmek herkesin ihtiyacına göre paylaşımdan yararlanma gelişti. Ortak yaşan, iş bölümü, ortak üretim ve ihtiyaca göre paylaşım yaratılan değerlere saygı gelişti, onları korudular. Ortak üretim, birlikte yaşama, toplumsal güvenlik, eşit paylaşım, klan üyeleri arasında dayanışma, saygı, sevgi güven benzer değerler artıyordu. Değerler gelişirken, o vahşi hayattan gelen ilkel nitelikleri azalıyor, bunların yerini birlikte yaşadıkları değerler alıyordu. Kendi yarattıkları değerler arttıkça, vahşi yanları bastırılıyordu. Giderek zamanla sosyal yaşam gelişiyor. Vahşi yanları azalıyor veya bastırılıyordu. Bunların yerini yarattıkları sosyal değerler alırken, o yaratıkta insanlaşıyordu.  

Evet gelişme ve ileri değişlerle rahatlıkla şunu diye biliriz. “İNSAN SOSYAL BİR VARLIKTIR” Toplumsal yaşam o vahşi yaratığı insanlaştırdı. Birlikte yaşamak, iş bölümü yapmak, ortak üretmek ve ürettiğini paylaşırken, birlikte yaşamının da kurallarını yarattı. Nasıl yaşayacakları kurallarını (değerlerini) birlikte yaşama içinde gelişti çoğaldı. Bu değerleri, birlikte yaşama bilgilerini, tecrübeleri artarken sonraki nesillere aktarmak içinde tecrübeleri arttı, onları kayıtlara geçirdiler. Değerlerin kayıtlara geçmesi bilgi birikimi oldu. Bilimin temelleri böylece atılıyordu. Bu hareket bilimsel çalışmanın ilk örnekleri oluyordu.

Birlikte yaşamanın yararını gören SOSYAL VARLIKLAR (İNSAN), giderek daha iyi balık tutmada, hayvanları ehlileştirmeyi öğrendiler, büyük baş hayvanların gücünden yararlandılar. Toprağı daha verimli olmasını öğrendiler. Yiyeceklerin nasıl saklanacağını öğrendiler. Mağaralardan çıkıp, yeni daha ileri güvenli yaşam alanlarını kurdular.

Bu Binlerce yıldan sonra daha iyi ve sağlıklı beslendiler. Yiyeceklerin en doğalını tükettiler, doğayla barışık yaşamayı öğrendiler. Yaşadıkları yerde mutlu yaşamaya başladılar.

Kolektif iş bölümünde elde edilen ürünlere biri daha çoğunu kendisine ayırdı. Düzen ve eşitlik böylece bozuldu. Bozulan düzene uymayanlara cezalar verildi. Böylece kölelik başladı. Fırsat buldukça köleler ayaklandı. Kendini sosyal bir varlık olarak unutmayanlar bir araya geldi. Haksızlığın baskı ve terörüne karşı direndiler. Köleler yenildi, mücadeleleri durmadı. Köleler, daha güvenli mutlu olacak yerler aradılar.  Bulundukları topraklarda kuraklık, deprem, su baskınları, aşırı yağışlar, kabileler arasında meydana gelen kavgalar, benzer olumsuz koşulların oluşmasıyla insanlar toplu olarak bir yerden, başka daha güvenli bir yere göç etme zorunluğu duydu. Böylece göçler başladı. Göçler insan denilen “Sosyal-Yaratık” daha iyi, daha özgür ve daha mutlu bir hayatın arayışıdır. Daha iyi bir dünyanın ve ülkenin yaratılması için var olan zorba, baskı ve eşitsizliğin son bulma yürüyüşüdür. Bu yürüyüş sosyal hayatla başladı ve günümüzde devam ediyor.

Sömürünün başlaması “devlet” şiddet kurumu gelişti. İnsanların sosyal değerlerle bastırılan vahşi yanlarını, devlet özel eğitimle yeniden canlandırdı. Birçok devlette teknolojiyle donatılmış yeni vahşi “insana” benzeyen organik ölüm makineleri geliştirildi. Buna karşı insanlar bir milyon yıl önce kazandıkları başkaldırıyla karşı koyuyorlar. “İnsanın” başlatmış olduğu sosyal yürüyüş devam ediyor. Buna on dört bin yıllık sosyal yaşam yürüyüşü diyoruz. Daha mutlu, daha güvenli yerler arayışı devam ediyor. “Sosyal-Yaratık” (İnsan) var olduğu sürece bu yürüyüş (ütopya devam edecek.) Bu yürüyüş insanlık tarihi kadar eski ve sürekli olmuştur. (Bugün de göçler devam ediyor.) daha iyi bir yer arayışı, daha mutlu, özgür yaşam koşullarına kavuşması insanın bir ütopyası oldu. İnsanın sosyal yanı ihmal edilirse, onun diğer hayvanlardan hiçbir farkı yok. O dik yürüyen yaratık, sosyal hayata geçmesiyle “İNSANLAŞTI!” Birlikte üretmek, iş bölümü ve alet kullandı.